Başbakan Erdoğan, 21 Ocak’ta resmi ziyaretlerde bulunmak üzere Brüksel’e gidiyor.
Erdoğan’dan cesaretle eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan 28 defada 52 milyon dolar, eski İçişleri Bakanı Muammer Güler 10 defada 10 milyon dolar,eski AB Bakanı Egemen Bağış 3 defada 1.5 milyon dolar rüşvet almak, suç örgütü kurmak, sahte belgelerle ihracaat ve Kaçakçılık Yasasına muhalefet etmekle suçlanıyor.
Brüksel’de AB icra organı Avrupa Komisyonu çevreleri, Türkiye’deki rüşvet ve yolsuzluk skandalıyla ilgili her tür soruşturmanın şeffaf ve tarafsız bir şekilde yürütülmesi çağrısında bulunuyor.
Ortada çok büyük yolsuzluk,rüşvet iddiaları ve bununla ilgili soruşturmalar varken, Erdoğan’ın her yerde iktidarına komplo yapıldığı kuşkusunu öne çıkarıp
-aslında, soruşturmanın hukuka uygun biçimde yürütülmesini önlediği, olayın üstünü örtmek için Ceza Yargılama Yasası hükümlerini gözardı ettiği, HSYK’ yı Adalet Bakanlığı’na bağlı bir genel müdürlük haline getirmek üzere olduğu konuşuluyor, yazılıyor-konuşuluyor,yazılıyor…
*
AB çevrelerinde -esasen, Başbakan Erdoğan’ın başına buyruk tavrı, Kıbrıs,Ermenistan politikaları,insan hakları karnesi, anti-demokratik icraatları,İslâmcı bir medeniyeti kurma iddiası -şimdi,hukukun üstünlüğüne aykırı uygulamalarının önde gelen 20 sanayi ülkesinin üyesi olan birliğe girmek isteyen bir devlet için kabul edilemez olduğuna vurgu yapılıyor.
*
Çeşitli ithamlar altında Türkiye’den bir başbakan Brüksel’e -hayret, bir pişkinlikle gitmeye hazırlana-dursun -siz, Türkiye’nin bu nahoş duruma gelişinin kısa serüvenine -bakar mısınız?
*
Türkler Sevrés Anlaşması’nın şartlarından milli devletleri Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarak çıktılar.
Milli devletin temelleri 1.TBMM’de Doğu ve Batı arasında yaşanan eski ve yeni çatışmasının çözümlenmesiyle oluştu,yeni devlette bağımsız bir Türkiye üzerinde Batı demokrasisini isteyenler inkilapçı, imparatorluğun devamının isteyenler muhafazakâr grubu oluşturdu.
*
Halk yalnızca politik yaşamın bir unsuru olarak kalmadı,her türlü iktidarın kaynağı ve sahibi oldu.
Batılı bir demokratik düzen, ulusun “Milli İrade”sine onu gerçekleştirecek lâik bir hukuk düzenine dayandı ve kurumlar geliştirildi.
Atatürk “Türk inkılabının mahiyeti cenkçilik ve maceraperestlik değil, insani ve medeni mefkûreciliktir” dedi.
Devrimler her alanda neden olduğu yeni bir zihniyetin doğuşuyla bir vesayeti,bir vesayeti,bir vesayeti reddetti.
Türkler “muasır medeniyet” hedefiyle insanlığın müşterek medeniyetinin ortağı oldular.
*
Lâik Hukuk düzeni Devrim Kanunları’nın dayandığı temel ilke cehalet ve hurafeler üzerinden gerici kesimlerle mücadele etmek ya da modern bir toplum olmak ilkesinin gerçekleştirilmesi için devrimin koruyucusu ve geliştiricisi oldu.
Türk Devriminin din özgürlüğünü sınırlaması medrese skolastiğinin ve gerici görüşlerin devlet hayatı ve sosyal yaşam üzerindeki müdahalesini önlemek adına yapıldı.
*
Giderek -birinde; limitlerini Doğu’nun Ortaçağ zihniyetinden kurtulma cehdi olarak “Batı medeniyeti bir bütündür, ancak bütünlüğü ile alınabilir, bu kesin karardır, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana genel olarak kabul edilmiş prensip budur” düşüncesi ile “Batı’nın kısmen alınabileceğini, bölünerek alınabileceğini ve de Batı’dan alınacak olan kısmının onun tekniği olduğunu ifade eden” düşüncenin belirlediği görüş,
İkincisinde, limitlerini “İslam’ın manevi üstünlüğü noktasından hareketle Batı’dan alınacak bir şey olmadığı, yalnızca teknik iktibaslarla yetinilmesini gerektiği” düşüncesi ile “Batı’nın yanında Doğu’nunda yer almasını” öngören sentezci düşüncenin belirlediği görüş yeşerdi.
*
“Batı’dan alınacak bir şey olmadığı” gerici görüşü Cumhuriyet Devletini, Osmanlı Devletinin en geri devirlerinden bile daha geri saydı.
Eğer savaşılacaksa taklitçi olan inkilap yobazlarıyla, sahte devrimcilerle,dertleri Batı’ya yaranmak olan bu irtica ile savaşılmalıydı!
Maneviyat bakımından İslamiyet üstündür,reforma ihtiyacı yoktur fikrinde teokratik bir devlet taraftarlığıyla lâiklik ilkesini reddettiler,Cumhuriyet rejimi kurmak için Batı’laşmayı dilencilik ve İslam dininin kat’ledilmesi olarak saydılar.
Türkiye’nin Batılılaşmak, Batı medeniyetinin esas unsurlarına bağlanmak ve bunları hayata uygulamak zorunda olduğunu, bunların unsuru olan ilim ve zihniyetin doğup serpileceği ortamın koşulu olarak lâik hukuku ve özgürlüğü asla benimsemediler.
*
Nihayet ABD, Ortadoğu’da kurumsal demokrasinin eksiklerini tamamlamakta müttefiki Türkiye’nin İslam dünyası içinde demokratik açıdan yol gösterici olma karakterini kullanmaya karar verdiğinde;
Türkiye bu sürece ithal ikameli ekonomik politikalardan,kalkınma ya da sanayiyi gözeten programlardan vazgeçtiği uluslararası alana açılarak büyümeyi esas alan, ülkeyi bir finans ağının merkezi hâline getirip bankalar altyapısıyla finans üzerinden kalkınmayı öngören 24 Ocak 1980 kararlarıyla katıldı.
12 Eylül darbesiyle siyasal alan temizlendi ve istikrar sağlanırken, Anavatan partisine de engele takılmayacağı bir ortam hazırlandı.
*
Sonra 12 Eylül 1980 darbesinin açtığı yoldan gerici kesimden ve İslâmcı bir medeniyeti kurma iddiasında Tayyip Erdoğan AKP’si ve Fethullah Gülen Cemaatinin,
Birlikte -işte,bugün 11 küsur yıldır her satırıyla bilinen, CIA ve MOSSAD’ın desteğiyle ekonomik,siyasal ve toplumsal güç kazanarak Emniyet ve İstihbarat’ta örgütlenmeyle yargıda, merkezi, yerel ve özerk idarelerde, sivil-askeri bürokrasi, üniversite, medya,siyasi partilerde yer elde etmeleri ve tüm sistemi kontrolleri altına alarak paralel yapıda AKP devletini ve cemaat derin devletini kurdukları ve Türkiye Kürdistan’ında da Kürt derin devletinin oluşmasına göz yumdukları 2002-2013 dönemi yaşandı.
*
Allah’tan, Arap Baharı’nda-bilhassa,Mısır’da Müslüman Kardeşler deneyiminden elde edilen sonucla, İslamcılığın demokrasi ile ilgisinin olmadığı, İslamcılıkla ülke ekonomilerinin rekabetçi baskılara dayanabilecek bir ekonomi varlığı içinde tutmanın olası olmadığı, Suriye’deki iç savaşın Ortadoğu’nun parçalanmasına neden olacağının anlaşıldığı bu sırada -kısmen, bölgeyi bir arada tutma, hoşgörü, özgürlük ve demokratik istikrar temelinde yeniden inşa etmek fırsatı için devlete etki eden İslamcı yapıların tasfiye edilmesine yönelindi.
Türkiye’de İslamcı iktidarın Ortadoğu’da bir model olması fikri, geri dönülmez bir şekilde zarar gördü.
*
11 yılda Erdoğan’ın İslamcı ve otoriter iktidarıyla siyasi kutuplaşma,demokraside zayıflama, çok başarısız bir dış politika ve genel ekonominin kötüleşmesi yaşandı.
“Dindar ve kindar” iktidar bağımsızlıkçı,antiemperyalist ve çağdaş Türkiye idealinin kurumlarına ve taraftarlarına savaş açtı, devleti yıprattı, kutuplaşıldı,demokrasi zayıfladı.
*
Cari Açık gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 7’sine ulaştı,enflasyon yüzde 7’ye çıktı, büyüme kalitesi düşerken, Türk lirası Mayıs ayından bu yana yüzde 20, borsa yüzde 30 kayıp yaşıyor.
Türkiye ekonomisi ve siyaseti daha rafine, rasyonel, bürokrasisi oturmuş, finans sisteminin belirleyici olduğu, hukukun finans sistemi üzerine inşa edildiği yapıları kuramadı, kaliteli üretim ve yenilikçi, katma değeri yüksek sektörleri geliştiremedi.
*
Proaktif dış politika yalnızca çatışmayı teşvik etti.
Başbakan Erdoğan İslamcı hassasiyetiyle fitneyi kaldırmak,zulümleri önlemek,Hak bayrağını yüceltmek,İslam ile insanlar arasındaki engelleri ortadan kaldırmak yargısıyla “İslami Cihad”a besledi.
Suriye Devletinin iç işlerine müdahale etmek, barışı tehdit edici uygulamalarda bulunmak,sorunları barışçıl yollardan çözme yerine savaş yöntemlerine başvurmak, iç savaşı körükleyerek uluslararası hukuku ihlalle,Suriye’de 130 bine yakın insanın hayatını kaybetmesi suçuna iştirak etti.
*
Şimdi, cemaat kadrolarına tasfiye uygularken parti devleti ile derin devlet unsurlarını birbirinden ayrıştırıyor -bu suretle, ahmakça bir panikle iktidarının dayandığı ve kendi dünyaları paydaşları üzerinde oluşturdukları meşruiyet dayanaklarını tüketiyor.
Türk toplumunun en altta kalmış gerici kesimi üzerine inşa ettiği “Milli İrade” temeli partisi ve cemaat arasında bölünürken, parti devlet “Hukukun Üstünlüğü” ilkesini kendi tekeline geçiriyor.
*
90 yıllık Cumhuriyetin meşruiyet temeli olarak giderek gelişen demokrasisinin iki temeli -birincisi; toplumsal hayat hakkındaki kararların, toplumun tümünün katılımıyla ve ortak akılla verilmesi anlamında “Milli İrade”ilkesini,
İkincisi; bireylerin toplum olarak birlikte yaşamasını sağlayan, toplumsal yaşamı düzenleyen, bireysel hak ve özgürlükleri güvence altına alan, nimetler ve külfetlerin hakça dağıtımında adalete yönelen ve ortak akıl tarafından belirlenen hukuk kuralları anlamında “Hukukun Üstünlüğü” ilkesini çökertmiştir -yerinde, püf deyince yokolacak kendisi ve hükümetinin dayandığı sınırlı bir meşruiyet temeli kalmıştır.
*
Başbakan Erdoğan, kendisini belirleyen böylesi bir meşruiyetle “Türkiye’nin ilişkiler bağlamında sorumluluklarını yerine getirmesi” nafile dersini almaya Brüksel’e gidiyor.
Giderken arkasında bıraktığı Türkiye’de yeniden bir milli iradenin ve hukuk üstünlüğünün nasıl tesis edilebileceği bilinmiyor.
18.1.2014