Hüseyin MÜMTAZ
Türklerin Avrupa yolculuğunun sonu çoğunlukla zannedildiğinin aksine Viyana’dan ikinci defa geri döndüğümüz 1683 yılna değil, 2009’un Nisan ayına denk gelmektedir kıymetli okuyucu..
Hem bu seferki, “kesin dönüş”tür.
Başdöndürücü bir hızla Nisan ayının ilk haftasına sığan G-20; NATO, AB, MEDENİYETLER İTTİFAKI Toplantılarının bizim açımızdan en büyük yararı, bu gerçeğin artık saklanamaz biçimde gün yüzüne çıkması olmuştur.
Yerimiz, nerede durmamız gerektiği, kim olduğumuz ve kimliğimiz açık bir şekilde yüzümüze karşı söylenmiştir.
Yukarıda saydığımız bütün görüşmelerin sonunda sel çekildikten sonra kalan kum şu olmuştur:
1.Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, TF1 kanalına yaptığı açıklamada, Türkiye’nin üyeliğine karşı çıktığını tekrarladı ve “Başkan Obama ile dirsek dirseğe çalışıyorum, ama AB konusu söz konusu olduğunda buna karar vermek AB üyelerine düşer” dedi.
Türkiye’nin üyeliğine hep karşı çıktığını ve bu tavrını sürdürdüğünü belirten Sarkozy, “AB üyesi ülkelerin büyük bir çoğunluğunun da Fransa’nın tavrı çizgisinde olduğunu sanıyorum. Türkiye çok büyük bir ülke, hem Avrupa’nın, hem de ABD’nin müttefiki. İmtiyazlı bir ortak olarak kalmalıdır, tavrım değişmedi” diye konuştu.
2.Almanya Başbakanı Angela Merkel, ABD Başkanı Barack Obama’nın Türkiye’nin AB üyeliğine verdiği destekten sonra, “Hiçbir şey kararlaştırılmış değil. İmtiyazlı ortaklık da seçenektir” dedi. “Müslüman dünyası ve özellikle de Türkiye ile yakın ilişkiler bizim için ilginç bir şey” diyen Merkel, “Ancak bunun alacağı şekli, yani tam üyelik mi, imtiyazlı ortaklık mı olacağı konusunu halen tartışmaktayız” ifadesini kullandı.
3.İtalya Dışişleri Bakanı Franco Frattini, Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğini hedefleyen müzakere sürecinin devam etmesi gerektiğini söyledi. Berlusconi ile birlikte Prag’daki AB-ABD zirvesine katılan Frattini, “Önemli olan Türkiye ile müzakerelerin sürmesidir. Bunun için yıllarca zaman gerekebilecek olsa da, bu yürüyüş devam etmeli” dedi.
Frattini ne diyor; ““Önemli olan Türkiye ile müzakerelerin sürmesidir” diyor.. Ve devam ediyor; “Bunun için yıllarca zaman gerekebilecek olsa da, bu yürüyüş devam etmeli”.
Açık ve net bir şekilde “yıllarca sürecek bile olsa Türkiye’ye asla hayır denilmemeli, üye olamayacağı söylenilmemeli, oyalanmalı, koşumda tutulmalıdır. Hepimiz istediklerimizi ancak bu şekilde yaptırırız Türkiye’ye” düşüncesinin bundan daha berrak ve anlaşılır bir ifadesi olabir mi?
Sarkozy ve Merkel’in de söyledikleri zaten farklı değildir. Ama küstürmüş olmamak için, kapıyı kapattıklarını söylememek için “Üyelik değil de imtiyazlı ortaklık” kavramını öne çıkarmaktadırlar.
Obama da bizim tekrarlamaktan zevk duyduğumuz “Stratejik Müttefik” yerine “Model Ortaklık” deyimini kullanmamış mıydı.
Nisan başındaki bir haftalık siyaset-kültür tsunamisine son noktayı Fransa Dışişleri Bakanı Kouchner koydu.
“Ankara’nın Alman ve Fransız insiyatifi ile aday gösterilen Rasmussen’in adaylığına karşı çıkması, özellikle bize yönelik uygulanan baskı yöntemi karşısında büyük şoka girdim Nato Zirvesi sonrası Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemiyorum. Avrupa’ya kimin girip giremeyeceğine Amerikalılar karar veremez. Kendi evimizde biz sorumluyuz” dedi.
Avusturya Dişleri Bakanı Michael Spindelegger de benzer bir tavır sergileyerek “Türkiye’nin AB üyeliğine sadece AB’nin karar vereceğini” söyledi.
Şimdiye kadar mahcup bir tarzda dillendirilen ama artık açıktan açığa söylenmekten çekinilmeyen “tam üyelik karşıtlığı”nın ipuçlarını yine Obama’da bulabiliyoruz.
Bu arada Amerika’nın; kendisi kötü olmadan arzu ettiği dayatmalarını AB eliyle yaptırabilmek için Türkiye’nin AB üyeliğini hararatele desteklediğini de kaydedelim.
Obama ne demişti; “Türkiye’nin AB üyeliğinin İslâm dünyasına olumlu bir mesaj olacağını düşünüyorum”.
Merkel’in itirazı da işte tam bu noktada..
“Müslüman dünyası ve özellikle de Türkiye ile yakın ilişkiler bizim için ilginç bir şey” dedikten sonra “karşı oy”unu açıklıyor.
Kouchner da açık konuşuyor; “Türkiye’de güçlü bir laiklikten ziyade daha fazla dini bir yöne gidilmesi bende kaygı uyandırıyor” diyor.
Peki ama “Türkiye’nin üyeliği ile İslâm dünyasına iyi bir mesaj verileceğini” düşünen Obama; İslâm aleyhtarı karikatür krizini “ifade özgürlüğü” diye niteleyerek tepkilere neden olan Rasmussen’i neden destekliyor?
Rasmussen’in Genel Sekreterliği’nin, İslâm dünyasında, özellikle NATO’nun başının bundan sonra hayli sıkışacağı anlaşılan Pakistan-Afganistan coğrafyasında büyük tepki toplayacağını bilmiyor mu?
Peki acaba Sarkozy ve Merkel; üçüncü sınıf bir politikacı olan Rasmussen liderliğindeki bir NATO’nun Pakistan-Afganistan’da başarısızlığa uğramasını ve böylece AB’nin ABD aleyhine mevzi kazanmasını mı, planlıyorlar?
“NATO devrini tamamladı, başarısız olmalı ve yerine AB gücü kurulmalı”yı yaşayarak-yaşatarak mı göstermek istiyorlar ABD’ye?
Peki Türkiye, kendini NATO’da ne olarak görüyor?
“İslam ülkeleri”nin temsilcisi olarak gördüğü için mi Rasmussen’e tepki koyuyor?
Eğer öyleyse çekinceleri yerine getirilmediği halde vetosunu neden kaldırıyor?
“MEDENİYETLER İTTİFAKI”nda “hangi medeniyeti” temsil ediyor?
TÜRK Kültür ve medeniyetini ise; a) Azeriler ve KKTC neden toplantıda yok; b) Türk Kültür ve Medeniyeti batıda bu kadar rağbet görüyor ve taraf olarak kabul ediliyorsa neden AB’den dışlanıyor?
İslâm Kültür ve Medeniyeti’ni ise neden acaba bu projenin sahibi olan batılılar “eşbaşkan” olarak bir Arap ülkesini değil de Türkiye’yi seçiyorlar?
İslâm âleminin çoğunluğunu teşkil eden Araplardan bir ülke MEDENİYETLER İTTİFAKI’na neden ev sahipliği yapmıyor?
Bence bu sorulara Türkiye önce kendisi doğru cevap verip kimliğini belirlemeli sonra AB’de hangi pozisyonda yer alacağını-bulacağını-verileceğini düşünmelidir.
Hoş artık fark etmiyor.
AB, Türkiye’yi “tam üye” olarak kabul etmiyor. “İmtiyazlı ortak” olarak hazır-kıta; nöbetçi itfaiyeci görevlerini uygun görüyor.
Yolun sonu görünüyor.. 10/04/09
Hüseyin Mümtaz Bayazıtoğlu
1947 yılında Adapazarı’ nda doğdu. Giresun Merkez – Hacıhüseyin Mahallesi nüfusuna kayıtlıdır. Erzincan Askeri Lisesi(1965), Harbiye(1967) ve Zırhlı Birlikler Okulu’ nu (1968) bitirdi. Yurt içi ve dışında çeşitli kurslara katıldı. Yine yurt içi ve dışında rütbelerinin gerektirdiği kıt’a ve karargah görevlerinde bulunduktan sonra 1992 yılında Albay rütbesiyle emekli oldu.
<
p style=”margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt;” align=”justify”>
Kıbrıs Türk Tarihi Kurumu, Türk Ocağı, İLESAM üyesi ve Giresun 19 eylül Aydınlar Ocağı Başkanı olan Hüseyin Mümtaz evli, iki çocuk babasıdır.
<
p style=”margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt;” align=”justify”>Yurt içi ve dışında çeşitli bilimsel toplantılarda yayınlanmış bildirileri; çeşitli gazete (Son Havadis, Günaydın, Hergün, Ortadoğu, Yeni Mesaj, Birlik -KKTC) ve dergilerde (Tarih ve Toplum, Tarih ve Medeniyet, Yankı, Töre, Türk Kültürü, Türk Yurdu, Türk Edebiyatı, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Yeni Harman, Yeni Hayat) yayınlanmış makaleleri bulunmaktadır.
<
p style=”margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt;” align=”justify”>Yayınlanmış Kitapları :
Kıbrıs Güzeli Güzelleme mi İster? (Trabzon,1992)
Karadeniz Meydan Okuyor (Trabzon,1993)
Kıbrıs, Yeniden (Trabzon,1994)
Elen Irkının Kabusu Karadeniz (Trabzon,1997)
Karadeniz’ in Kitabı
-Birinci Baskı- (İstanbul,Ocak 2000)
-İkinci Baskı- (İstanbul,Ekim 2000)
Türkiye’ nin Sarkacı (İstanbul,Aralık 2000)
Asker’ in Koordinatları
(Toplumsal Dönüşüm Yay.,İstanbul,Mart 2000)
Kıbrıs’ ın Kitabı (IQ Yay.,İstanbul,Mart 2003)
Yeni Mütarekeler,, Yeni Kuvayi Milliyeler (Toplumsal Dönüşüm Yay.,İstanbul,Nisan 2003)
Karanlığa İki El Ateş (IQ Yay.,İstanbul,Nisan 2003)
Türkiye’ nin Koordinatları
(Toplumsal Dönüşüm Yay.,İstanbul,Şubat 2004)
Kıbrıs’ ın Çığlığı
(Toplumsal Dönüşüm Yay.,İstanbul,Şubat 2004)
Yüzbaşı Gibi
(Toplumsal Dönüşüm Yay.,İstanbul,Haziran 2004)
Bir yanıt yazın