Başbakan Erdoğan ve Fethullah Gülen arasında parlatılan dalaşma aralarında iş adamları,banka müdürleri,belediye başkanları,bakan çocuklarının da bulunduğu bir organize suç örgütünün soruşturulmasına varmıştır.
Soruşturmanın konusu;BM Güvenlik Konseyinin nükleer programından vazgeçmesi -aksi halde, gelirinin çoğunu petrolden sağlayan İran’ın merkez bankaları ile işlemlerinin askıya alınmasıyla fiziki ve psikolojik olarak çökertilmesini öngören kararının, Türkiye hükümetince by-pass edilmesinde,
Bir suç organizasyonuyla İstanbul’da bazı arazilerin usulsüz olarak imara açılması, kazanılan milyonlarca liralık rantın -bir bölümünün, iç edilmesi- diğer bölümünün, aklanıp dövize ve altına çevrildikten sonra İran’dan doğal gaz ve hampetrol ithalinde kullanılmasıdır.
*
Yaygın kanaate göre Başbakan Erdoğan bazı belge,ifade ve ilişkilerin deşifre olması halinde soruşturmanın oğullarına ve kendisine ulaşabileceği ihtimaline karşı tedbirler alıyor.
Ortada çok büyük yolsuzluk,rüşvet iddiaları ve bununla ilgili bir soruşturma varken,soruşturmanın yasalara ve hukuka uygun biçimde yürütülmesini önlemek ve olayın üstünü örtmek için elinden geleni yapıyor.
İnanılmaz bir keyfilikle Ceza Yargılama Yasası’nı hükümleri ve ilkelerini gözardı ediyor, büyük bir tasfiye operasyonu yapıyor, halkın bilgilenme kanallarını sansürlüyor.
*
Ya da ABD’nin Ankara Büyükelçisi Frank Ricciardone’yi operasyonun arkasındaki isim olarak sunup hedef haline getirince,üst düzey bir Dışişleri Bakanlığı yetkilisi, “ABD buna izin vermez. Biz tansiyonu yükseltmek istemiyoruz. Bunun sonuçları olur. Başbakan ve hükümetinin bu konudaki tonunu yumuşatmış olmasını ise bir süre daha takip edeceğiz” diyor.
AB ise Erdoğan’ın birliğin yargı bağımsızlığının garantisi olan kurallarını doğrudan ihlal ettiğini belirtiyor ve bunun Türkiye’ninüyeliği için en önemli koşullardan biri olduğunu hatırlatıyor.
Almanya, İngiltere ve ABD’nin önde gelen gazeteleri, Türkiye’deki yolsuzluk operasyonu ve hükümetin tutumuyla ilgili sert eleştiriler yayımlamayı sürdürüyor.
İşte Alman Frankfurter Rundschau gazetesinin sürmanşet yaptığı, “Erdoğan, yakalayın hırsızı diyen hırsız gibi ” başlığı, bu yazının da başlığıdır.
*
Başbakan Erdoğan’ın bütün endişesi bazı belge,ifade ve ilişkilerin deşifre olması halinde soruşturmanın oğullarına ve kendisine ulaşması mıdır?
Hepsi buysa -işte, örtbas ediyor ya! Ya da,başka ne olabilir ki?
*
Bu çağda,BM küresel hükümeti sağlamaya en elverişli bir kurum gibi görünmesine rağmen,dehşet sorunlarla karşılaşıyor.
Zengin ve yoksul arasında muazzam bir uçurum oluşmuştur,mülteci sayısı artıyor, Afrika’da, Ortadoğu’da, Kafkasya’da etnik ve mezhepsel gerilimler,Asya ve Afrika’da nüfus baskısı, yaygın silah ticareti, kitle imha silahları, uyuşturucu, soykırım, salgınlar, açlık, kirlilik ve terörizmin önü alınamıyor.
Dünya küçülürken BM bütün kazanımlarına rağmen bunlar ve daha bir çok sorunla başa çıkabilecek donanıma sahip görünmüyor, sorunların altında boğulurken
-eh! zengin patronlar da bir türlü merhamete gelmiyor…
Sonuçta küresel büyüme,istikrar ve güven bir türlü sağlanamıyor.
*
Halbuki, BM’nin kendine yöneltilen iktidarsızlık,verimsizlik,yolsuzluklar benzeri bütün eleştirilere rağmen getirileri, maliyetlerle karşılaştırıldığında çok daha fazladır.
Aslında devletlerin,firmaların ve örgütlerin temelinde yatan da bu fikirdir,devletin varlığının ve BM’in neden kurulduğunun ve rolünün niçin genişlemek zorunda olduğunun açıklaması da budur.
O yüzden BM -şimdi, bir ülkedeki sorunlar diğerine yayıldıkça, bir küresel hükümet gibi daha etkin olmaya -hatta, ulusal hükümranlığa fazla saygı göstermeden, üyelerin iç işlerine müdahale edebilir küresel bir organ olmaya evriliyor.
*
Pekiy,nasıl?
ABD’nin finansal krizi ardından gelişmiş ülkelerin zengin patronlarının bir türlü merhamete gelmemesi üzerine üretimin nasıl canlandırılacağı,istihdamın nasıl arttırılacağı konularında kamu müdahaleleriyle devletin likidite sağlamasının ötesinde,BM örgütünü de revize edecek bir çözüm gelişiyor.
Dünyada son 40 yılda kişi başına milli geliri belli seviyeye ulaşan gelişmekte olan ülkelerin teknolojik olarak gelişmemiş üretim biçimine bağlı kalmaları ve yurtiçi aktivitelerinin eksikleri, bu ülkelerin gelişmiş ülke kategorisine ulaşmalarını olanaksız kılıyor.
Yalnızca, küresel mal talebinin ve küresel büyümenin en önemli motoru ve dünyanın ikinci ekonomisi olan orta gelir düzeyli Çin’e şans tanınıyor, gelecek 15 yılda ortalama 5-6 oranında büyümesi halinde kişi başına gelirinin 20 bin dolar gibi yüksek bir düzeye çıkabileceği hesaplanıyor -ki, bu küresel büyümenin ve istikrarın başlıca umudu olarak görülüyor.
*
O yüzden, teknolojideki ilerlemesiyle enerji açısından kendine yeteceğini ve dünyaya enerji ihraç eden bir ülke olarak siyasi ve ekonomik gücünü konsolide edeceğini planlayan ABD -bir taraftan, küresel istikrar için Çin’i sürekli tatlı bir markajda tutuyor.
Öte taraftan,gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülke kategorisine ulaşamayacaklarından yararlanıyor;
Tek küresel sistem içinde yer alan ve onun çevresinde birbirine bağlı yapıda ve ilgileri farklı ülkelerin genel ekonominin gündemi içinde benzer yaklaşımlarda değil,kendilerine en uygun seçeneğin yükümlülüklerini üstlendikleri yeni bir liberal dünyayı ve yeni bir BM’i öneriyor.
*
ABD’nin küresel, Rusya ve Çin’in bölgesel liderler olarak 3.Dünya Savaşına yol açmadan,Suriye’de iç savaşın yayılma olasılığının önüne geçilmesi,Ortadoğu ülkelerinin kendi ekonomik ve demokratik kriterlerinde olgunlaşması ve ekonomilerinin bağlı olduğu petrol ve gaz akışının Hürmüz Boğazı ve Doğu Akdeniz su yollarından serbest olarak yapılması öngörülüyor.
Biricik hedef küresel büyüme yolunda İsrail-Filistin arasında barış,Suriye iç savaşının önlenmesi ve yeni Suriye’nin kurulmasından -giderek,diğer sorunların çözülmesi için yeni bir stratejik müttefiklik gelişiyor.
Bu küresel barış, istikrar ve gelişmeye katkı sağlamak iddiasıdır,yeni bir uluslararası hukukun BM merkezinden küresel sistem ağlarına yansıtılmasıyla yeni bir statünün oluşturulacağı anlamına geliyor.
*
BM merkezinde yeni statünün oluşturulmasında -başta, tüm suçu Suriye yönetimine yükleyerek mütemadiyen Ortadoğu gerginliğini tırmandırma girişiminde olmak üzere uluslararası tehdit unsuru da olan ideolojik İslamcılık ile mücadelede;
Başbakan Erdoğan ve Fethullah Gülen’in İslam ülkelerinde tüm müslümanların haklarını savunan dini bir çekirdek olmak kaydıyla,
Bir İslamcı kadro hareketiyle Türk Milleti çerçevesinde devletin elit kadroları tüm yapılardan silen, hareketini kısıtlayan ekonomik dengeleri yeniden düzenleyen ve devleti Osmanlı’nın İslam toplumlarındaki siyasal kültürün kurumları ve kültürel kodlarının sözde çağdaşlaşmasına yönelik politikalarıyla kurumsallaştırdığı, İslamcı Cihad’ı besleyen yapının ve öğretisinin sonuna gelinmiştir -işte, yavaş yavaş küresel bir ibret oluşuyor ve yeni bir statüye bağlanılmak üzere lağvediliyor.
Recep Tayyip Erdoğan ve Fethullah Gülen kaybettikleri bir savaşı sürdürürken, halkın onlara olan hışmı büyüyor,büyüyor,büyüyor…
25.12.2013