TÜRKİYEDE ENGİZİSYON DAVALARI

Çocukluk ve erken gençlik dönemimizde Fransız yazarlarından Aleksander Duma ile birlikte Michel Zevako’nun şövalye kitapları çok popülerdi. Özellikle Dartanyan, Pardayanlar, Kapitan veya Büritan isimli kahramanlar üzerimizde derin izler bırakırdı. Bu kahramanlarımızı en çok zorlayan kişi ve kurumların başında Hıristiyan Dünyasının ünlü dinsel mahkemeleri “Engizisyon” ve bu mahkemelerin hâkim ve savcıları gelirdi. Bu mahkemelerin düşman olarak seçtiği kişileri haksız çıkarmak için oynanan siyasi oyunlar ve çevrilen fırıldaklar okurlar olarak bizleri çileden çıkarır ama kitabı daha hırsla okumamızı sağlardı. Mahkeme hâkim ve savcılarının tamamen din adamlarından seçilmesi, suçlamaların dinsel esaslara dayandırılması, insanların bu mahkemelerin baskısı ile zorla Hıristiyanlaştırılması ve kendisini veya ailesini kurtarmak için bütün mal ve mülklerini Kiliseye bağışlama mecburiyetinde bırakılmaları, yakılmaları çok ürkütücü gerçeklerdi.

Bütün bu olayları okurken bir Müslüman çocuğu olarak Hıristiyanlıktan nefret eder ve bizim dinsel tarihimizde böyle yüz kızartıcı zorlamalar ve hatta Kilise gibi dev bir dinsel kurum mevcut olmadığı için gurur duyardık. Çünkü öğrendiğimiz kadarı ile İslam’da Din Adamı sınıfı mevcut değildi. Mevcut Din Adamı kadrosunun yaptığı iş hayrattandı.

Ama yaşadıkça insan çok enteresan olaylarla karşılaşıyor ve okudukça çok farklı şeyler öğreniyor. Mesela İslam’ın Din Kurucusu Kilise gibi belirli rütbe ve mevkilere sahip bir kurum oluşmasını reddetmesine rağmen, geçen yüzyıllarda bütün İslam Ülkelerinde devasa boyutlarda Din Adamı Kurumları oluşmuş ve üstelik ibadetle meşgul olma yerine ülkenin yönetimine ve hatta geleceğini yönlendiren kurumlar haline gelmişler. Bütün İslam ülkeleri içinde halkın siyasi ve sosyal yaşamında Din adamlarının etkinliğinin frenlendiği tek ülke Türkiye idi. Bizler ve ülkelerinde kendi halklarının da çağdaş ve özgür bir yaşama kavuşmasını hayal eden diğer Müslüman aydınlar, uzun yıllar Türkiye’nin diğer İslam toplumları için iyi bir örnek olduğuna inanıyorduk.

Türk Halkı tarafından AKP’nin iktidara getirilmesi ve geçen 11 yıla yakın bir süre içindeki uygulamaları ile birlikte bütün bu anlayışlar altüst oldu ve diğer İslam Ülkelerinin Laik Düzeni benimseyip Türkiye’ye benzemesi beklenirken, Türkiye Çağdaşlaşma ve dış dünya ile birlikte yaşama yürüyüşünü bırakıp diğer İslam ülkelerine benzemeğe başladı.

Seçimlerde büyük bir Halk desteği ile iktidara gelen AKP, iktidarı devraldığı ilk andan itibaren muazzam bir kadrolaşma hareketi gerçekleştirdi ve devletin bütün resmi kurumları Anti Laik kesimlerin eline geçti. Bunun için geçmiş yıllarda yapılan ön çalışmaların sonucunda yetişmiş elemanların seçimi sorun olmadı. Başta İmam Hatip Okulları, İlahiyat Fakültesi mezunları, Kuran Kursları öğretmen ve öğrencileri, çeşitli dinsel görevliler ve tarikat mensupları bu kadrolaşmanın ana elemanları oldular. Artık her hangi bir görev yerine adam seçme çok kolaylaştı. Yazılı ve sözlü sınavlar artık birer formalite haline geldi asıl seçimi bireyin bilgi ve becerisinden ziyade “İlahi Haklar Sistemine” duyduğu ilgi, yakınlık ve sevgi belirliyor.

Bütün bunların yanında kişinin ailesinin kadın fertlerinin tesettürlü veya en azından Türbanlı oluşu bazı görevlendirmeler için bizden-sizden anlayışı için en önemli işaret kabul ediliyor. Bu sınıflandırma 2014 yılına girmekte olan ülkemizde öylesine yaygınlaştırıldı ki, artık Türkiye’de Laiklikten bahsetmek bile suç telakki edilmeye başlandı. Bütün resmi organlar en başta da Demokratik yaşamın olmazsa olmaz kurumları kabul edilen tam bağımsız Yargı ve Basın Yayın Kurumları veya kısmen bağımsız olması gereken YÖK, TRT gibi kurumlar, başta Maliye, Adalet, Milli Eğitim Bakanlıkları olmak üzere bütün Bakanlıklar, hatta Silahlı Kuvvetler hepsi sanki Radikal Dincilerin emir kulları olmuşlar.

Tıpkı 100 yıl öncesinde olduğu gibi çağdaş yaşamı ve Demokratik Devrimleri savunacak kimse kalmamış gibi. Yine başta Ordu mensupları olmak üzere bir kısım aydın fikirli insan baskılara karşı koymağa çalışıyor

Türkiye’yi yönetenler sadece Ortadoğu’nun değil bütün dünyanın en seçkin Ordularından biri kabul edilen Türk Ordusuna hakaret etmek için oldukça seviyesiz, mesnetsiz saçma sapan iddialar ortaya atıyorlar. Bu arada direnmek isteyenler; Turkish Engizisyon savcıları tarafından tutuklanma isteği ile kendi seçtikleri mahkemelere gönderiliyor ve yine ayni grubun yargıçları tarafından suçu sonradan belirlemek üzere hemen hapse atılıyorlar.

Ergenekon ve Balyoz adı verilen, başı sonu belli olmayan ve adeta sonuçlandırmak için değil sonuçlandırmamak için lastik gibi uzatılan ve ağır hapis cezalarıyla sonuçlandırılan davalarla, ülkenin pek çok aydın fikirli insanı yıllar boyu demir parmaklıklar arkasında tutuluyor. Yargılamanın, savcılara verilen yüksek yetkilerin, hele Ordunun en seçkin sınıflarının uydurma olduğu Ay’dan bile fark edilen çirkin suikast iddiaları nedeni ile yapılan kozmik oda aramalarının tamamen Hükümet desteği ile yapıldığı o kadar belirli ki. Nitekim bazı büyük fikirli! Devlet adamlarımız büyük bir pişkinlikle, kendi silahlı kuvvetlerinin incineceğini hiç düşünmeden sırıtarak “Arı kovanına çomak soktuk” diye hem kendi askerini aşağılamak istiyor hem de bağımsız olduğunu her fırsatta iddia ettikleri “Yargı Bağımsızlığını” rafa kaldırdıklarını itiraf ediyor. Esas komik olan da bütün bu olayları soğukkanlılıkla ve adeta keyifle izleyen Başbakanımız sanki yargı elemanları kendileri tarafından özel olarak seçilmiyormuş gibi; “Konu yargıya intikal etmiş bırakalım bağımsız yargı kararını versin” sözleri ile adeta ironik bir tutum sergiliyor.

Hülasa Türkish Engizisyon mahkemeleri harıl harıl çalışıyorlar. Demokrasi, Radikal Dinci kesimlerin kalkanı gibi hoyratça kullanılıyor. Görülen Mücadele Hükümetle Ordu arasında gibi görünüyor. Hedefte Ordu olunca İhtilal, Demokrasiye müdahale edilecek iddiaları basın yayın organlarını adeta tekeline almış olan İktidar Partisinin beslediği yayınlar halkın ve hatta bir kısım aydınların desteğini sağlamak için yeterli oluyor. Görünüşe bakılırsa çoğunun bu gelişmelerden memnun göründükleri bile söylenebilir. Tablo büyük Atatürk’ün gençlere bıraktığı ünlü hitabesinde çizdiği tabloya o kadar benziyor ki.

Bize göre 2013 yılının Türkiye’sinde gerçek mücadele ne demokrasi, ne suikastlar ne de İhtilaller mücadelesidir. Ülkemizde gerçek mücadele ne yazık ki hala “İlahiyat” ile “Akıl ve Bilimin” mücadelesidir. Radikal Dinciler geçen 100–150 yıllık gelişmeleri bir tarafa atıp yeniden Osmanlının son günlerine dönebilme ve bütün Türkiye’de yeniden “İlahi Haklar Sistemini” yerleştirmeğe çalışıyorlar. Başta Türk Ordusu olmak üzere çağı yakalamaya çalışan Aydınlar da Atatürk ve arkadaşları tarafından bin bir müşkülatı alt ederek kurulmuş olan Özgürlükçü, Demokratik, Laik sistemin yok edilmesini önlemeye çalışıyorlar. Kimsenin şüphesi olmasın ki aydınlıklar, mutlaka bir gün karanlık güçlerin üstesinden gelecektir.

Dr. M. Galip Baysan


Yazıları posta kutunda oku