Öğretmen bir peygamberin cahil ümmeti: Müslümanlar!

Zavallı İslam Dünyası; asırlardır kan ve göz yaşı içinde yüzüyor! Kimisi “Allah’u ekber” diyerek birbirini boğazlıyor, kimisi de boğazlanmaktan korktuğu için yurdunu ve yuvasını terk edip başka din mensuplarına sığınmak için çabalarken denizlerde boğuluyor! Ölen de Müslüman, öldüren de! Kaçan da Müslüman, kaçıran da! Ve üstelik Müslümanlar, bütün bunları, sözüm ona din ve Allah adına yapıyorlar.

Ancak, din dedikleri İslam değil, kitap dedikleri Kur’an değil, Peygamber dedikleri Hz. Muhammed (s.a.v) değil! Sadece onların isimlerini kullanıyorlar. Aslında herkes kendi muhayyilesinde yaratmış olduğu dini yaşıyor. Yaşamakla kalmıyor, bir de bunu başkalarına dayatıyor. Zaten bütün kavga ve niza da buradan çıkıyor. Oysa “Ben Müslümanım” diyen herkes, gerçek Allah, gerçek Kur’an ve gerçek Peygamber etrafında toplansa hiç mesele kalmayacak, hiçbir maraza çıkmayacak.

Gelin görün ki; Müslümanlar cahil, Müslümanlar (af edersiniz) ahmak ve bir kısmı da apaçık sapıklık içindedirler! Onlara sorarsanız, Hz. Muhammed’in peygamberliği ile birlikte cahiliye dönemi bitmiştir. İslam Dini, insanları onurlu bir yaşama kavuşturmuştur! Oysa ne mümkün? İslam’ı yeterince anlayamadığımız ve hayatımıza gerçek İslam’ı tatbik edemediğimiz için cahiliye dönemi en canlı şekilde ve bütün hızıyla bugün de devam etmektedir.

Cahiliye döneminde Hz. Ömer’in, yeni doğmuş kızını diri diri toprağa gömdüğünü söyleyenler apaçık yalan söylüyorlar! Hem de utanmadan ve sıkılmadan. Zira Hz. Ömer, kadınlarının ve kızlarının bile neredeyse tamamı okuyan eğitimli bir aileye mensuptu. Kendisi eğitimli bir insan olarak diplomasi uzmanı olan Hz. Ömer’in kızı Hafsa okur-yazar durumda idi ki; kendisi daha sonraki yıllarda Hz. Peygamberle evlenmiştir. Ayrıca Hz. Ömer’in kız kardeşi Halime çok daha eğitimli bir hatun olarak, sonraki yıllarda Hz. Peygamber tarafından Müslüman kadınlara okuma yazma öğretmek için öğretmen olarak tayin edilmiştir. Yani Müslümanlar, hala Hz. Ömer’e iftira etmekle meşguldürler. Hz. Ömer’in, kızını diri diri toprağa gömdüğü düpedüz iftira. Ancak 2013’ün Türkiye’sinde ve İslam dünyasında kadınların ve kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü, küçük kızların taciz ve tecavüze maruz bırakıldığı gerçektir(1). Hem de sözüm ona dindar geçinen kocaman kocaman ve yaşlı, başlı adamlar tarafından(2).

Hz.Muhammed Okur-Yazardı!

Müslümanlar, dün ve bugün kendi cehaletlerine aldırmaksızın Hz. Peygamber’i okur-yazar olmayan bir deve çobanı olarak göstermekten asla imtina bile etmezler. Bu konuda ne utanırlar, ne de sıkılırlar. Bizzat Cenabı Allah tarafından eğitilen, öğretilen, bilgi ve donanım kazandırılan, ayrıca ahlakı Kur’an’la süslenmek suretiyle ümmetini eğitmek için bir anlamda bizzat Allah tarafından “ÖĞRETMEN” olarak tayin edilen bir kişiye “Ümmî idi. Yani anasından doğduğu gibi öylece kalmıştı. Okuma-Yazma bilmiyordu…” demekten bile çekinmez Müslümanlar. Yani onlar, “Kur’an bizzat Allah’ın kelamıdır. Hz. Peygamber’in bu konuda dahli yoktur” gerçeğini, gereksiz yere ispatlama derdine düşerek Hz. Peygamber’e “Okur-yazar değildi” demekten bile çekinmezler. Onların tek kaygısı, zaten Allah kelamı olan Kur’an’ın, Allah kelamı olduğunu ispat etmektir. Bir anlamda malumun ilamı için uğraşıp durmuşlardır asırlardır.

Oysa onlar bilmezler mi ki; Hz. Peygamber okur-yazar olmasa bile eğer arzu etseydi Kur’an’a yine müdahale edebilirdi! Zira O, Kur’an ayetlerini, “Bunlar Allah’ın sözleridir” diyerek ashabına tebliğ ediyor ve vahiy kâtiplerine yazdırıyordu. Yani bu konuda tek otorite idi ve söylediği sözler Müslümanlar tarafından asla sorgulanmıyordu. Bu durumdaki bir zatın, istemesi halinde Kur’an’a ilave veya çıkarma anlamında müdahale etmesi herhalde mümkündü. Dolayısıyla; Kur’an’ın Allah kelamı olduğunu ispat için Hz. Peygamber’in okur-yazar olmadığını iddia etmenin hiçbir anlamı yoktur.

Elbette Müslümanları Hz. Peygamber’in okur yazar olmadığı konusunda hüküm yürütmeye iten bazı ayetler vardır Kur’an’da. Mesela O’nun “Ümmî” olduğunu belirten ayetler vardır. Ancak ne var ki; “Ümmî” kelimesi sadece “okur-yazar olmayan” anlamına gelmemektedir. Fakat ne var ki; Müslümanlar kelimeyi genelde bu anlamda anlamış ve tarih boyunca da bu anlamda kabul etmişlerdir. Buna ilave olarak Kur’an’da Ankebût Suresi’nin 29. ayeti kerimesi de Müslümanları bu konuda tereddüde düşürmüş, hatta ikna edici olmuştur. Ayetin anlamı şöyledir:

“Sen bundan önce, ne bir yazı okur, ne de elinle onu yazardın. Öyle olsaydı, batıla uyanlar kuşku duyarlardı.”

Aynı ayetin anlamı bir başka mealde şöyle verilmiştir:

“Sen bundan önce herhangi bir kitap okumuyordun; onu sağ elinle de yazmıyordun. Eğer öyle olsaydı bâtıla saplananlar mutlaka kuşku duyacaklardı”

Diyanet’in mealinde ise ayetin anlamı şu şekilde verilmiştir:

“Sen şu Kur’an’dan önce hiçbir kitap okumuyor ve onu sağ elinle yazmıyordun. (Okuyup yazsaydın) o takdirde batıl peşinde koşanlar, şüpheye düşerlerdi.”

Ayetin anlamı üç aşağı beş yukarı bütün meallerde benzer şekilde verilmektedir. Ancak bütün meallerde ortak nokta “Bundan önce” diğer bir deyişle “Sen peygamber olmazdan önce” ya da “Sana Kur’an ayetleri gelinceye kadar” tabiridir. Yani ayet, Hz. Peygamber’in peygamberlikten önceki dönemine işaret etmektedir. Bu da, en azından bizim gibi insanlarda Hz. Peygamber’in, peygamberlikle beraber okur-yazar durumuna geçmiş olabileceği şeklinde bir düşüncenin doğmasına sebep olmaktadır.

Hele hele, Hz. Peygamber’in bilginin, ilmin ve öğrenmenin önemi üzerine söylemiş olduğu onca hadisi ve bu konuda sergilemiş olduğu tavır ve hareketleri, ayrıca “…(Resulüm) De ki; hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu…”(3) anlamına gelen ayet başta olmak üzere, bilginin ve öğrenmenin önemine dair Kur’an ayetlerini yan yana koyunca Hz. Peygamber’in, en azından peygamberlik ile birlikte okuma-yazma öğrenmediğini düşünmek akla ziyan bir durumdur.

Peygamber Konusunda Yalan Söylüyorlar!

Açıkça iddia ediyorum ki; Hz. Peygamber konusunda bugüne kadar biz Müslümanlara hep yalan söylemişlerdir! Çünkü bizim, bugüne kadar anlatılan şekilde bir peygamberimiz hiç olmamıştır. Elin Yahudi gâvuru, kendi krallarını (biz Müslümanlara göre peygamberlerini) öve öve bitiremezken, yere göğe sığdıramazken, biz on küsur asırdır kendi Peygamberimizi belki de farkında olmadan yerden yere vururuz. Mesela O’nun gençlik çağlarında oldukça sıradan ve silik bir genç olduğunu söyler dururuz. Oysa O, daha 17-18 yaşlarında iken Kâbe’nin onarımı sırasında hakemlik yapacak derecede saygın bir gençtir. Çünkü arkasında “Hılf’ul Fudûl” yani “Erdemliler İttifakı” adı verilen bir gençlik örgütü vardır.

Bu gençlik örgütü, bugünkü anlamda bir STK’dır ve Mekke’de asayiş ve adaleti sağlamayı kendilerine şiar edinmişlerdir. Haksızlıklarla mücadele etmekte ve bu anlamdaki olaylara direk müdahale etmektedirler. Mekkeli kodamanların başı olan Ebu Cehil, bir gün Mekke’ye gelen yabancı bir tüccardan mal satın almış ancak bedelini ödememiştir. Adam Hz. Peygamber’in de üyesi bulunduğu “Hılf’ul Fudûl” isimli örgüte başvurmuş, genç Muhammed yanına bir grup arkadaşını da alarak Ebu Cehil’in yakasına yapışmış ve adamın alacağını tahsil ederek kendisine teslim etmiştir.

Ebu Cehil bu olayı şu şekilde anlatmıştır: “Kapıma öyle vuruyorlardı ki; ev başıma göçecek zannettim. Kapıyı açtığımda karşımda Muhammed’i gördüm. Öfkeli bir deve gibi ağzından köpükler saçıyordu!”.

İslam Alimleri, Ebu Cehil’in kimliğini ve onun Hz. Muhammed’e olan düşmanlığını dikkate almaksızın onun sözlerini bile değiştirmişler ve şu hale çevirmişlerdir: “Kapıyı açtığımda karşımda Muhammed’i gördüm. Yanında ağzından köpükler saçan bir deve duruyordu!”

Bizim yalancı ve birbirinin kopyacısı Müslüman alimlere göre; Hz. Peygamber gençliğinde hiç bir savaşa katılmamış, amcalarıyla birlikte katılmış olduğu savaşlarda düşman hatlarından atılan okları toplayarak amcalarına vermiş ve genelde geri hizmetlerde bulunmuştur. Oysa yalandır bu tür bilgiler. Hz.Hatice gibi, o günün kervan sahibi zengin ve dul bir kadının gönlünü fethetmek, öyle kolay olmasa gerek. Oysa Hz. Muhammed, Mekke’nin parlak gençlerinden birisi olarak yirmili yaşlarda önce Hz. Hatice’nin kervanlarının başına geçiyor, sonra da oldukça zengin ve dul bir kadın olan Hz. Hatice tarafından eş olarak tercih ediliyor. Bunun aksini düşünmek, (la teşpih ve la tenzih) Güler Sabancı’nın Anadolu’da çobanlık yapan bir genç adamla evlenmesine benzer ki; buna inanmak akla ve mantığa aykırıdır.

Hz. Peygamber gençliğinde hiç savaşmamıştır diyenlere deriz ki; ya Hz. Muhammed gençliğinde ve peygamberliğinde bizzat savaşlara katılmıştır, ya da bugün Topkapı Sarayı’nda “Kutsal Emanetler” bölümünde bulunan ve Hz. Peygamber’e ait olduğu söylenen kılıç ve ok gibi savaş araç ve gereçleri Hz. Muhammed’e ait değildir! Bize göre; Hz. Muhammed, gençliğinde amcalarının yanında, peygamberliğinde ise ashabının yanında bizzat savaşlara katılmıştır ki; Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı gibi bazı araştırmacılar, Hz. Muhammed’in, katılmış olduğu savaşlarda “Kubbet’üt Türk” isimli bir Türk çadırını karargâh merkezi olarak kullandığını söylerler(4).

İslam’ın İlk Öğretmeni!

Hz. Muhammed, İslam’ın ilk öğretmenidir. Çünkü O’nun asli görevi tebliğ yani öğretmek idi. Dolayısıyla; O, kelimenin tam anlamıyla bir muallim, öğretici, yani öğretmen idi.

Bu sıfatıyla O, ashabın eğitilmesine ve bilginin yaygınlaşmasına büyük önem vermiştir. Öyle ki; Bedir’de esir alınan Müşrik askerleri bile kendilerinden maddi tazminat almak yerine, Müslüman çocuklarına okuma-yazma öğretmeleri karşılığında serbest bırakmıştır. O’nun Medine’de bulunan mescidi (Mescid-i Nebevi), bugünkü anlamda ilköğretim okullarından tutun da fakülte eğitime varıncaya kadar bir fonksiyon icra etmiştir. “Ashab-ı Suffe” denilen ve genelde kimsesiz ve fakir Müslümanlardan oluşan insanlar, Mescid’in etrafında bulunan hücrelerde eğitime tabi tutulmuş ve özel olarak yetiştirilmişlerdir. Buradan yetişen insanlar, İslam’ı tebliğ etmekle görevlendirilerek uzak diyarlara gönderilmişlerdir.

Ashab-ı Suffe, bir yönüyle bugünkü Vakıf üniversitelerine benzer şekilde örgütlenmişti. Bugünkü vakıf mütevellisine, rektöre ve dekana benzer görevleri yerine getiren insanlar vardı ve bu okul, bizzat Hz. Peygamber’in yakın gözetim ve denetimi altında faaliyette bulunuyordu.

Öğretmenler Hz. Peygamber’in Meslektaşıdırlar

Ne mutlu Türk öğretmenlerine ve Türk üniversite hocalarına ki; onlar Hz. Peygamber’in meslektaşıdırlar. Evet, Hz. Peygamber, yabancı devlet başkanlarına karşı İslam Devleti’nin başı, mescitte ashabın imamı, cephede İslam Ordusu’nun başkumandanı ve fakat O, en başta bir öğretici, yani öğretmendir. Bunu biz değil, bizzat kendisi söylüyor Hz. Peygamber’in. Çünkü bir hadisinde şöyle diyor Hz. Muhammed (s.a.v) “Ben ancak bir öğretmen olarak gönderildim”(5).

Ne mutlu o öğretmenlere ki; pirleri Hz. Muhammed, başöğretmenleri Mustafa Kemal Atatürk’tür. Bütün öğretmenlerimizin “Öğretmenler Günü” kutlu olsun. Bu vesileyle benim yetişmemde ve bugün için kendimde okuyucularımın karşısına çıkma cesareti bulmamda katkısı bulunan öğretmenlerimin ve üniversite hocalarımın ellerinden öpüyorum. Bunlardan vefat edenlere Allah’tan rahmet, yaşayanlara uzun ve sağlıklı ömürler diliyorum. Sağ olsunlar, var olsunlar…
__________________
1-http://video.sozcu.com.tr/2013/video/haber/kadinlari-diri-diri-gomduler.html,
-http://www.posta.com.tr/dunya/HaberDetay/Tecavuz-edip-diri-diri-gomduler-ama—.htm?ArticleID=202591,
-http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/5769/Bebegi_diri_diri_topraga_gomdu_.html#
2-http://www.hurriyet.com.tr/gundem/20939621.asp
3-Zumer: 39/9
4- Bu konuda hazırlamış olduğumuz kitabımız umarım yakında yayınlanarak önemli bir boşluğu doldurur. Yayıncımızdan ivedilikle ve önemle bekliyoruz.
5-İbn Mace, Mukaddime, 17

Mekke'nin yukarıdan panoramik görünüşü, Suudi Arabistan