Twitter’da Başladı Herşey (Benim Gezi’m 1)

Önce twitter’da çığlık çığlığa haykıran mesajlar belirmeye başladı. Taglerinden taglerine tıkladıkça karanlık bir korku tünelinde tanımadığım bir takım insanların seslerine kulak vererek yolumu bulmaya çalışıyormuşçasına, arasıra kendimi çimdikleyerek- olur a, belki şizofrenik bir beynin yazıp durduğu mesajlarda, onun yarattığı kabusta kayboluyorumdur- derinlere yuvarlandım. Gezi’de birşeyler oluyordu.

734369_10151398709243704_591968145_nSonra uykusuz geceler başladı. Varlığımı ekranda kaybettim günlerce, gecelerce. Brian bir haftalığına uzaklara gitmiş, ben oğlanla gündelik hayatıma bırakılmış, ama gündelik hayat arka planlarda bir yerde erimiş, yitmiş… Gezi’de birşeyler oluyor… Gazetelerde, televizyon kanallarında, hiçbir yerde bir kelime haber yok. Sadece twitter’da, o da kayıp ruhlardan mesaj okuma seansı gibi… Cümleler ardı ardına dökülüyor ekranıma, ama anlamı ne olabilir? Bir süre sonra facebook’un da orta yerinde zemin sanki altında olan bitenin fena buharlarından koyverdi kendini de birden belirdi o dehliz. Kedi, ayak, yemek, çiçek ve hatta çocuk resimleri kayboldu; yerlerini Gezi aldı.

Nöbetçi eczanelerin adresleri, gaza iyi gelecek ilaçlar, Gezi’de kalanların ihtiyaç listesi, gazdan kaçanlar için güvenli evler… Günlerce gecelerce bu mesajları yangına kova taşıyanların kurduğu etten zincir gibi ekrandan ekrana geçirdim. Yanılgılarım oldu; paniğe uğradığım, suçluluk duygusundan oturup hüngür hüngür ağladığım… Meğer verdiğim adresleri polis twitter’dan izleyip basıyormuş… İki kişinin daha öldürüldüğü doğru değil, mesajı geri alıyorum: lütfen yayın, paniğe kapılmayın, barışçıl gösterilere devam, dönmek yok ama polis katliam yapmamış o sokakta, sinirlerinize hakim olun, çekilin, kaçın, bu gece çok sertler, dikkat edin, başınıza kask takmadan sakın ola çıkmayın… Siz bu ülkeye ölü değil, diri lazımsınız…

Twitter’da beni takip edenler dalga dalga artmaya başladı- büyük ihtimalle saat farkının bana verdiği avantajdan- herkes uykudayken, okuldayken, işteyken, trafik tıkanıklığındayken ben binlerce kilometre uzaktan daha hızlı haber alır olmuştum. Bir yazdığımın yüzlerce kere paylaşıldığını farkedince takıntılı bir şekilde mesajlarımı paylaş tuşuna tıklamadan yeniden yeniden, belki yüz kere kontrol etmeye başladım. Acaba haber kaynağım doğru muydu, üzerinden zaman geçmiş, durum değişmiş olabilir miydi, herkesi bir tuzağa mı çekiyordum? Hırsları alevlendiriyor olabilir miydim? Mesajlar tam dozunda mıydı? Barışçıl direnişe devam, her mesajımda algılanabiliyor muydu? Her noktaya, virgüle, en ufak bir harfin anlam değişikliği yapabileceği korkusuyla detaylara beynim ağrıyana, endişeden midem bulanana kadar dikkat ediyordum.  Herbir kelime zor doğuma dönüştü- yüzlercesi, bilnercesi dökülüyor tuşlarımdan ama ah! Nasıl bir acıyla, nasıl bir titizlikle, her biri kırk kere geriye döne döne.

Bir gün o kapkara twitter dehlizinde kapkara bir haber geldi. Gezi’den de önce tanıdığım bir twitter arkadaşım direnişte ölmüş… Ne mesajla, ne zaman tanıştık, hiç hatırlamıyorum ki! Gençti, tertemiz ve heyecanlıydı.  Bulaşıcı bir gülümsemesi vardı profil fotoğrafında; her gördüğümde bana da bulaşan. Her bir mesajında yaşadığı yılların azlığının verdiği “ama nasıl olur” saflığı. Birbirimize 🙂 dolu şeyler yollardık. Ablacım, diye yazardı, ama nasıl olur???? 🙁 “Biraz daha yaşa buralarda, anlayacaksın güzel kardeşim. :)” yazardım cevap niyetine.

Adı Abdullah Cömert’ti.

(devamı var)

Önce twitter’da çığlık çığlığa haykıran mesajlar belirmeye başladı. Taglerinden taglerine tıkladıkça karanlık bir korku tünelinde tanımadığım bir takım insanların seslerine kulak vererek yolumu bulmaya çalışıyormuşçasına, arasıra kendimi çimdikleyerek- olur a, belki şizofrenik bir beynin yazıp durduğu mesajlarda, onun yarattığı kabusta kayboluyorumdur- derinlere yuvarlandım. Gezi’de birşeyler oluyordu. - 734369 10151398709243704 591968145 n

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir