Tatlı tatlı yemenin acı acı osurması olur!

 “Önceden yediğin hurmalar şimdi kıçını turmalar” diye bir atasözümüz vardır bizim. Sanal bir mutluluktan sonra başı dara düşen, yalancı bir bahardan sonra başında karla karışık fırtına esen, başı derde girip zorda kalanlar için söylenir bu söz.

Bu sözün bizim yörede ikinci bir versiyonu daha vardır; “Tatlı tatlı yemenin acı acı osurması olur” denir bu durumlara düşen adamlar için. “osurması” yerine “geğirmesi” veya “kusması” gibi kelimeler kullanıldığı da olur bazen.

Bu tür ata sözlerimiz, hemen her meslek ve her iş için geçerlidir. Örneğin Rumeli Holding ve Cem Uzan denilince benim aklıma hemen bu “Tatlı tatlı yemenin acı acı osurması olur” şeklindeki ata sözü gelir. İmar Bankası’nda ve Adabank’ta topladıkları mevduatları keyiflerine göre harcayan ve bu bankaları hortumlayıp içlerini boşaltarak kendilerine sahte cennetler yaratan “Uzan” ailesi, bu dümenleri ortaya çıkınca önce itibarlarını kaybettiler. Arkasından mallarını ve paralarını, en sonunda da büsbütün vatanlarını kaybedip “haymatlos” durumuna düştüler. Aynı şey, Hayyam Garipoğlu, Mehmet Emin Karamehmet, Erol Aksoy, Yahya Murat Demirel ve Dinç Bilgin gibi isimler için de geçerlidir. Bu isimlerin çoğu da son derece zor durumda sayılırlar. Muhtemelen aynı duruma gelecekte AKP iktidarının yarattığı zenginler de gireceklerdir. Zira burası Türkiye. Bu ülkede “keser döner sap döner, gün gelir hesap döner” çünkü.

Siyasi Yellenmeler!

“Tatlı tatlı yemenin acı acı osurması” sadece iktisadi hayatta yaşanan şeyler değildir elbette. Aynı durum politika ve politikacılar için de geçerlidir. Örneğin, birkaç sene önce peş peşe patlayan kaset skandallarıyla bir bir siyaset sahnesinden çekilen anlı şanlı politikacılar gördük milletçe. Onlar da yedikleri terü taze hurmaları(1), bir şekilde kusmak zorunda kaldılar. Ya da bu kart zamparalar, hurmaların tazeliğini görünce dalıyla budağıyla yemeye kalkıştıkları için, yedikleri hurmalar, kıçlarını tırmalayarak boyladı kanalizasyon kanallarını ya da foseptik çukurlarını…

Din Bezirgânlığı ve Toplumsal Yellenmeler!

Din üzerinden siyaset yapmak, dini siyasete alet etmek ve daha açık bir tabirle söyleyecek olursak; din bezirgânlığı yapmak, bu ülkede en genel geçer siyaset yöntemidir. Milli Görüş adı verilen görüşe ait partiler, bunu zaten hep yapıyorlar. Çünkü bu zihniyetin öncülü durumundaki “Hürriyet ve İtilaf Fırkası” ve bu partinin desteklediği Damat Ferit Paşa kabinesinin dayandığı temel argüman, kutsal din duygularıydı.

“Hürriyet ve İtilaf Fırkası” ile bu siyasi partinin uzantısı veya yan kuruluşu gibi çalışan “Teali İslam Cemiyeti” gibi sözüm ona bir STK olan derneklerin Milli Mücadele yıllarında oynadıkları yıkıcı rolü hemen hepimiz bilmekteyiz ki; İskilipli Atıf Efendi ve Mustafa Sabri Efendi gibi din adamları Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın sivil destekçileri arasındadır ki; bu derneğin, Milli Mücadele aleyhindeki bildirileri, İngiliz ve hatta Yunan uçaklarıyla cephe hattına atarak, Türk Askeri’nin kuvve-i maneviyesini bozmaya çalıştığı bilinmektedir. Şeyhülislam olarak hükümetin adamı olan Dürrizade Abdullah Efendi’nin, Milli Mücadele’nin önder kadroları hakkında vermiş olduğu idam fetvası ise zaten biliniyor.

Ne yazıktır ki; bu tür din adamları, bugünkü siyasi iktidarın beslendiği kaynaklar ve hatta iktidar mensupları tarafından bile birer kahraman, mazlum ve şehid olarak muamele görmektedirler. Belki şimdilik açıkça dillendiremiyorlar ama, onlardan bazılarını idam edenler de herhalde onların gözünde birer din düşmanı ve katildirler. Gerçi İskilipli Atıf Hoca’nın idam kararını veren Ankara İstiklal Mahkemesi Hakimi Ali Çetinkaya, Başbakan tarafından çoktan “Kel Aliço” olarak yaftalanmış bulunuyor.

Üzülerek söylemem gerekirse bu ülkede dini siyasete alet eden partiler, sadece Milli Görüş tandanslı partiler de değildir. Yeri geldiğinde bütün partiler aynı şeyi yapmaktadırlar. Hatta zaman zaman birbirlerinden rol çalmaya bile kalkışmaktadırlar bu konuda. Birkaç yıl önce Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilat Yasası’nın görüşülmesi sırasında bir kez daha görüldü ki; bütün siyasi partiler yeri gelmdiğinde topluma dindar görünme çabasına girişebilmektedirler. DİB Teşkilat Kanunu’nun, bütün siyasi partilerin konsensüsü ile çıkarıldığı bilinmektedir. AKP ve muhafazakar kimliği ile ön plana çıkan MHP bir yana, sözüm ona laikliğin ve Atatürk devrimlerinin yılmaz savunucusu olduğunu söyleyen CHP, hatta Başbakanın “ZERDÜŞT” olarak nitelendirdiği örgütün meclisteki uzantısı BDP bile alabildiğine din propagandası yapmıştır DİB Kanunu’nun çıkarılması sırasında.

Örneğin 3-4 bin civarındaki Vekil İmam’ın asaleten kadrolara geçirilmesi, CHP’li Mevlüt Aslanoğlu’nun verdiği önerge ile kabul edilmiştir. DİB kanunu görüşülürken en çok söz alanlardan birisi de yanlış bilmiyorsam MHP Antalya Milletvekili Mehmet Günal olmuştur. Sonunda ne mi olmuştur? Sonunda bir Şeyhülislamlık seviyesine yükseltilerek toplumsal etkisi arttırılan ve TV kanalı tahsis edilerek son derece güçlendirilen Diyanet İşleri Başkanlığı, tam anlamıyla iktidar partisinin arpalığı, camiler ise büsbütün iktidar partisinin propoganda merkezleri haline gelmiş bulunmaktadır. İktidarın en büyük destekçilerinden birisi ise bizzat Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’dir. Mehmet Görmez, hükümetin hemen her politikasını; mesela iktadıran Arap ve orta doğu politikasını, ayrıca “Barış ve Kardeşlik Projesi” adı altında yürütülen “Kürt Açılımı” politikasını her şekilde desteklemektedir.

Diyanet İşleri Başkanlığı’ndaki Ülkücüler ve Türk Milliyetçileri, hiç bir dönemde bugünkü kadar zulüm ve manevi işkence görmemişlerdir. Adeta hallaç pamuğu gibi atılmıştır ve pasifize edilip sindirilmişlerdir bu insanlar.

DİB Teşkilat Kanunu’nun çıkarılması sırasında zırt pırt kürsüye çıkıp konuşanlar, Diyanet-Vakıf Sen’den gelen bilgileri, sözüm ona kendi görüşleriymiş gibi kürsülerden haykıranlar, bugün Diyanet’teki Ülkücü kıyımı karşısında her nedense sessiz kalmayı tercih etmektedirler. Doğrusu bu ikiyizlülüğe isyan ediyoruz…

Tarikat ve Cemaatlerden Oy Devşirme Derdine Düşenlere

Milli Görüş dışında olmakla birlikte bir şekilde dini siyasete alet etmeye yeltenenler, bunun için ısrarla “Dindarlık” görüntüsü vermeye çalışanlar, tarikat ve cemaatlerden oy beklentisinin içine girerek muhtemel oy kaynaklarına “tarikat ve cemaatler hakkında yazı yazılmamasını ve tenkit yapılmamasını” sıkı sıkıya tembih edenler iyi bilsinler ki; bu hal ve gidiş hayra alamet değildir. Bu işi, yani din bezirganlığını dört başı mamur vaziyette yapan partiler zaten ortada iken, size kim rağbet eder a efendim! Asıl varken taklidine kim burun indirir?

Şurası iyi bilinmelidir ki; din bezirgânlığının, yani dini siyasete alet etmenin kaçınılmaz sonucu “Toplumsal Üfürme”dir. Yani “Toplumsal yellenme” demek istiyoruz. Peki, “Toplumsal Üfürme” ya da “Toplumsal Yellenme” nasıl olur? Gelin “Toplumsal Üfürme”nin ne olduğunu da “Mahallede zikir kavgası” başlıklı aşağıdaki gazete haberinden öğrenelim hep birlikte:

“Konya’da bir caminin bodrum katını kiralayan üzerlerinde siyah şalvar, yelek, beyaz gömlek ve yeşil takke bulunan Rabbani Tasavvuf Faruki İlim Derneği üyeleri ile mahalle halkı arasında iddiaya göre yatsı namazı sonrası zikir çekerken fazla gürültü yaptıkları gerekçesiyle kavga çıktı. Cami avlusunda başlayan ve sokağa taşan tekmeli, yumruklu kavgada iki kişi yaralandı. Gazetecilerin de görüntülediği kavga polisin müdahalesiyle sona erdi. Olay, dün saat 22.00 sıralarında merkez Karatay ilçesi Ali Ulvi Kurucu Caddesi üzerindeki Hacı Musa Faydası Çok Camii’nde meydana geldi. Rabbani Tasavvuf Faruki İlim Derneği, caminin bodrum katını 3 yıl önce cami derneğinden kiraladı. Bodrum katını temizleyerek ibadet yeri haline getiren dernek üyeleri, iddiaya göre haftanın üç günü yatsı namazları sonrası zikir çekmeye başladı.

Dernek üyeleri, geçtiğimiz Ramazan ayında da ibadet ettikleri yere hoparlör bağlattılar. Mahalle halkı da hoparlörden fazla ses çıkması üzerine dernek üyelerinin camiden çıkmalarını istedi. Geçen pazartesi günü bir grup dernek üyesi, bir market önünde kendilerine tepki gösteren mahalleli ile tekmeli yumruklu kavga etti. Marketin güvenlik kameralarına yansıyan kavga sonrası iki grup ayrıldı. Bu olayın ardından mahalle halkı, dün camiye giderek yatsı namazı sonrası tekrar zikir çekmeye başlayan dernek üyelerine tepki gösterdi. Dernek üyeleri ile mahalle halkı arasında çıkan tartışma kavgaya dönüştü. Cami avlusunda başlayan kavga kısa sürede cami dışına taştı. Gazetecilerin de görüntülediği tekmeli, yumruklu kavgada iki kişi yaralandı. Olay yerine çok sayıda polis sevk edildi. Mahalledeki kadınların da ayırmaya çalıştığı kavga polisin müdahalesiyle sona erdi.

Polis, cami bahçesinde yerde bir adet ruhsatsız tabanca ile 2 adet dolu kovan buldu. Haftanın üç günü hoparlörle zikir yapılması nedeniyle rahatsız olduklarını dile getiren mahalle halkı, kendilerini dinlemeyen dernek üyelerinin tepki gösterince şiddete başvurduğunu belirterek, mahallede bu kişileri istemediklerini söylediler. Kavgaya karışanlar, polis merkezinde ifade verdikten sonra serbest bırakıldı.”(2).

Sözüm, öteden beri dini siyasete alet edenlere ve siyasette din pastasından tırtıklamak isteyenleredir; bugün Konya’da veya yurdun başka bir yerinde “Allah’ü ekber” diyerek sille-tokat kavga edenler, tıpkı Suriye’de olduğu gibi yarın öbürgün “Allah’ü Ekber” diyerek birbirlerini öldürmeye başlarlarsa sorumlusu kesinlikle sizler olursunuz bilesiniz. Türkiye’deki bu “Toplumsal Üfürme”nin, önce “Toplumsal Tükürme”ye, arkasından da kitlesel katliamlara dönüşme riski her zaman vardır bunu sakın unutmayın. Bugün siyaset için din pastasını tatlı tatlı yiyor olabilirsiniz. Ancak bu tatlı tatlı yemelerin günü gelince acı acı osurması olduğunu sakın akıldan çıkarmayın. Çok gerilere gitmeye gerek yoktur; K.Maraş, Çorum, Sivas ve Erzincan(Başbağlar) olayları henüz unutulmuş değildir efendiler…
_____________

1-Hurma: Arapça’da “kadın” anlamına gelmektedir. Hatta biraz da “Hafif meşrep kadın” demektir. Bizim “Hurma” olarak isimlendirdiğimiz bu meyvenin adı Arapça’da “Temir” dir.

2-http://www.radikal.com.tr/turkiye/mahallede_zikir_kavgasi-1149227

 "Önceden yediğin hurmalar şimdi kıçını turmalar" diye bir atasözümüz vardır bizim. Sanal bir mutluluktan sonra başı dara düşen, yalancı bir bahardan sonra başında karla karışık fırtına esen, başı derde girip zorda kalanlar için söylenir bu söz. - basbaglar