1. Dünya Savaşı devam ettirilmek isteniyorsa yeni bir Erzurum Kongresi toplanmalı
Turhan FEYİZOĞLU
01.08.2005
24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması’nın 82. yıldönümü. Lozan Antlaşması için görüşmeler yapılırken dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, Türk İçişleri Bakanı İsmet İnönü’ye, “Siz bize bugün istemediğimiz bazı şeyleri kabul ettiriyorsunuz. Fakat, bize bu kabul ettirdiklerinizin hepsini yarın birer birer geri alırız”, demişti.
İsmet İnönü de, “O gün gelsin ne yapacağımızı o zaman düşünürüz”, karşılığını vermişti.
BBC ve Reuters, Temmuz 2005’te, Lozan Antlaşması’nın imzalandığı ayda, yine bir temmuz ayında, binlerce yıl birarada yaşayan insanlar arasındaki dostluğu-kardeşliği-akrabalığı yirmi yıl içinde kine-düşmanlığa dönüştüren terör çetesi PKK için “milis” sözcüğünü kullandı.
BBC ve Reuters, İngiltere’nin yarı resmî iki yayın kuruluşudur.
Bir terör çetesi için “milis” sözcüğünün kullanılması onun İngiliz devleti tarafından desteklenmesi anlamına gelir.
Bu da gösteriyor ki İngiliz devleti, açık-ça terör çetesi PKK’yı destekliyor, kullanıyor.
Sadece İngiliz devleti değil ABD de terör çetesi PKK’yı destekliyor, kullanıyor.
Bu şu anlama geliyor: 1923’te Lozan’da kabul ettiklerini 2005’te böyle gizli gizli haince, sinsice, bazı maşaları kullanarak Türkiye’den almaya çalışıyorlar.
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devletini paylaştılar ama yeterince paylaşamadıklarını düşündükleri için o dönem gerçekleştiremediklerini şimdi yapacaklarını sanıyorlar.
Yani, İngiltere ve ABD’nin 1915’te Birinci Dünya Savaşı döneminde Türkiye üzerindeki emperyalist amaçları 2005’te de devam ediyor.
O dönem istediklerinin hepsini gerçekleştiremediler. Bugün hepsini gerçekleştirmek istiyorlar.
O gün hepsini gerçekleştiremediler.
Çünkü, karşılarında, “Ya bağımsızlık ya ölüm”, diyerek milli bir şiarı dile getiren Mustafa Kemal ve onun örgütlediği halk vardı.
Kararlı olmak gerekiyor.
Mustafa Kemal kararlıydı.
Amacını gerçekleştirdi.
Bugün de o kararlılığa sahip olmak zorundayız.
Türkiye’de bugün Türkler, aynı Osmanlı dönemindeki gibi, baskı ve zulümle karşı karşıyadır. Türkiye’de, Türkler diğer vatandaşlar gibi özgür değiller.
Örnek vermek istiyorum.
4 Temmuz 2005 Pazartesi günü, Anıtkabir’e giden 1987 doğumlu Selman’la 1988 doğumlu Kadir, Anıtkabir’deki anı defterine, Mustafa Kemal Atatürk hakkında kötü sözler yazmış ve serbest bırakılmışlar.
Birisi, “Selamünaleyküm diyecem ama demiyorum. Senin tipini s…… . Senin kafana saç ektirecem.”, diye yazmış.
Diğeri de, “Seni gördüm, içim daha da kötü oldu …. Seni hiç gözüm tutmuyor.”, diye yazmış.
Ankara’da mahkemeye çıkartılan bu iki şahıs serbest bırakılıyor.
Böyle bir şey olabilir mi?
Böyle bir olay karşısında hangi devlet bu gibi suçluları serbest bırakabilir?
Hiçbir devlet bunu yapmazdı.
Bir diğer olay.
16 Temmuz 2005 Cumartesi günü, bazı kişiler, elinde megafonla bağırarak, Diyarbakır’da, “Irak benzeri bir federatif yapının Türkiye’de de kurulması”, için imza kampanyası başlatıyor.
Şimdi sorarsanız bu demokratik bir hak diyecekler.
Peki bazı vatandaşlar da böyle demokratik bir hakkı kullanıp aşağıdaki istekleri sıralayıp imza kampanyasına başlasalardı ne olurdu?
“Federatif bir yapıyı istemiyoruz. Bunu isteyenleri de istemiyoruz.
Asker ve polisleri öldürenleri istemiyoruz. Bu olayları kınamayanları da istemiyoruz.
Trenlere sabotaj düzenleyenleri istemi-yoruz. Bu olayları kınamayanları da iste-miyoruz.
Okullara sabotaj düzenleyenleri istemiyoruz. Bu olayları kınamayanları da istemiyoruz.
C-4 patlayıcı kullanıp sabotaj yapanları istemiyoruz. Bu olaylara karşı durmayanları da istemiyoruz.
Yollara mayın döşeyip güvenlik güçlerinin ölmesine sebep olanları istemiyoruz.
C-4 patlayıcı ve mayın üretip, bunları maşalarına kullandıranları istemiyoruz. Bunlara karşı çıkmayanlarıda istemiyoruz.
Mazot kaçakçılığı yapanları istemiyoruz. Mazot kaçakçılığı yapsın diye ürettikleri kamyon ve otobüslerin benzin-mazot deposunu iki-üç misline çıkartan üretici firmaları istemiyoruz.
Dört ya da beş kadınla evlenip en az 40 tane çocuk sahibi olup, sonrada çocuklarının isimlerini unutanları ve devletten para isteyen yüzsüzleri istemiyoruz.
Çok çocuk sahibi olup da sonra çocuklarını yoksulluk adı altında dilendirenleri, sokaklara terkedenleri istemiyoruz.
Hiç çalışmayan ve sonrada maaşımız az diyip eylem yapan bankamatik memurlarını istemiyoruz.
Bağ-Kur ve SSK’dan sahte evraklarla emekli olup maaş alanları istemiyoruz.
Elektiriği kaçak kullananları istemiyoruz.
Devletin maaşını alıp devlete karşı eylem ve bölücülük yapan memurları istemiyoruz. (Devlete karşı eylem yapmak istiyorlarsa kendi güçleriyle-imkanlarıyla yapsınlar. Devletin maaşıyla devlete karşı eylem yaptıklarını söyleyip sonra da hava atmasınlar).
AB’nin parasıyla beslenen devrimcileri, devrimcilik yapanları istemiyoruz.
AB’nin pasaportuyla Türkiye’de devrimcilik yapanları ve AB’den maaş alan devrimcileri, AB’nin pasaportunu taşıyan devrimcileri-solcuları istemiyoruz.
Kaçak ilaç imal edip insanların ölümüne yolaçanları istemiyoruz.
Yiyecek-içeçek maddelerinde sahtecilik yapanları istemiyoruz.
Irak’tan kim kaçakçılık yaparsa yapsın istemiyoruz. Ve Irak’ın Türkiye sınır bölgelerindeki bütün sınır kapılarının kapatılmasını istiyoruz.
Kendisine devrimci deyipte Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden İstanbul’a çocuk getirip gaspçılık – kapkapçılık – hırsızlık yaptıranları istemiyoruz.
Hazine arazilerini işgal edip gecekondu yapan çeteleri istemiyoruz.
Sokakları, caddeleri ve meydanları işgal edip seyyar satıcı kılığında dolaşan çeteleri istemiyoruz.
Korsan kitap basıp, dağıtanları ve yazarları ölümle tehdit edenleri istemiyoruz. Buna karşı olmayanları istemiyoruz.”
Bir kısım vatandaş, elinde hoparlör metropol kentlerin en merkezi yerlerinde yu-karıdaki istekleri sıralayıp imza kampanyası başlatsa ne olur?
Demokratik bir hak kabul edilir mi?
Londra Belediye Başkanı Ken Livingstone’ın BBC’nin Radyo 4’üne yaptığı açıklamada, 7 Temmuz 2005’teki bombalı saldırılarla ilgili olarak, “Hiç şüphe yok ki, 1. Dünya Savaşı’ndan sonra Araplara özgür olacaklarına dair sözlerimizi tutup işlerine karışmasaydık, petrol akışını iade etmek yerine sadece satın alsaydık bunlar olmazdı”, dedi.
Bu yazıyı yazdığım sırada Birinci Dünya Savaşında olduğu gibi emperyalist güçlerin kucaklarına oturttuğu-desteklediği maşalar tarafından öldürülen vatandaşlarımız oldu.
İngiltere ve ABD gibi emperyalist güçler, Türkiye üzerindeki oyunlarına devam ediyorlar.
Üsteğmen Hulki Beydili, Er Erkut Yılmaz, Er Bülent Kıyanç, Teğmen Tuna Kara, Astsubay Kenan Taşan, İngiliz ve ABD’nin kullandığı maşalarca haince-alçakça öldürüldüler.
Öldürülenler, bizim şehidimiz ve kahramanlarımızdır.
Onlar Türk devrim tarihinde hiçbir zaman unutulmayacak.
Şair Nazım Hikmet’in “Kurtuluş Savaşı Destanı” adlı şiirinde belirttiği gibi emperyalizme ve uşaklarının yaptıklarına:
“Yetti gayri.”, diyoruz.
Erzurum Kongresi’nin 86. yıldönümündeyiz.
Erzurum Kongresi’nde Türk Kurtuluş Savaşı’nın kararları alınmıştı.
Mustafa Kemal, orada, “Ya bağımsız-lık, ya ölüm”, demişti.
Şimdi yeni bir Erzurum Kongresi yapılmalı, ve orada aynen Birinci Kurtuluş Savaşı’nda alınan kararlar gibi kararlar alınmalı, emperyalizme ve uşaklarına karşı gereken yanıt verilmelidir.
Şimdi de çözüm bu.
Bir yanıt yazın