Sayın Başbakan iki gün önce İzmir’de yapmış olduğu konuşmada dedi ki; “Bekâra karı boşamak kolaydır”. Başbakan niçin söyledi bu sözü? İsrail ile ikili ilişkilerin kesilmesini dile getirenlere cevap olsun diye. Oysa Sayın Başbakan da pek ala biliyor ki; Türkiye’de aklı başında hiç kimse İsrail ile ikili ilişkilerin kesilmesini istemiyor. Bunu söyleyenler kahrından söylüyorlar. Sayın Başbakan’ın İsrail’i ve Gazze’yi ağzına pelesenk etmesinden ve bu konuyu tamamen seçmen tabanına mesaj vermek için kullanmasından rahatsız oldukları için “Madem öyle, haydi İsrail ile olan ikili ilişkileri kes veya asgariye indir de senin ciddiyetini o zaman görelim” demeye getiriyorlar lafı.
Türkiye’de İsrail ile ikili ilişkilerin kesilmesini ciddi ciddi isteyenler yok mudur? Elbette vardır. Kimler onlar? Büyük ölçüde AKP’nin seçmen tabanı ile uluslar arası siyasetten anlamayan ve günü birlik yaşamaya alışmış diğer yığınlar. Zaten Sayın Erdoğan da İzmir’de katılmış olduğu toplu açılış töreninde bu kategorideki vatandaşların Gazze’yi işgal eden İsrail’le ilişkilerin kesilmesini istemeleri üzerine, söylemiş bu sözü.
Ayrıca aynı konuşmasında şu sözü de söylemiş Başbakan “Güçlü haklıdır değil, haklı güçlüdür anlayışındayız”. Eğer aklı başında olanlar, dünya siyasetinden az çok anlayanlar ve orta doğudaki siyasi dengeler hakkında az buçuk bilgisi olanlar da İsrail ile ilişkilerin kesilmesini isteselerdi, en başta TBMM’de 360 üyeli Türkiye-İsrail dostluk grubundaki AKP’liler istifa ederlerdi. Ancak liderlerinin söylemlerinin aksine, AKP’liler, bu grubu terk etmediler! Terk etmediler ve akıllılık ettiler! İsrail ile ikili ilişkileri kesince ne olacak? Bu durumda İsrail üzerinde daha mı etkili olacaksınız? Zaten ne etkinliğiniz var ki? İlişkiler devam ettikçe hiç olmazsa yan yana gelip meseleleri ilk ağızdan konuşma imkânınız vardır. Arap asıllı din kardeşlerinize bu şekilde çok daha faydalı olacağınız ortada iken, neden durduk yerde İsrail ile ilişkileri keseceksiniz?
4 Ocak 2009 tarihli “Gazze Bombacıları Konya’da mı Eğitiliyorlar?” başlıklı yazımızda şöyle demiştik: “Sayın Başbakan’ın, Suriye, Ürdün, Suudi Arabistan ve Mısır’a neden gittiğini hâlâ anlamış değilim. Bu ülkelere, 5’li ittifak kurarak İsrail’e savaş açmayı teklif etmediyse! Acaba böyle gereksiz bir seyahati neden yaptı Sayın Başbakan? İsrail, sanki bu ülkeleri ipliyor mu da bu ülkelere gitti Sayın Başbakan. Bu seyahatin tek sebebi olabilir, o da parti tabanına şirin görünmek ve siyasi mesaj iletmek. Yukarıdan beri anlattıklarımızdan çıkarılacak netice şudur: İslam ülkeleri de dâhil olmak üzere; kayda değer hiçbir dünya ülkesi, Gazze’deki olayları ciddiye almıyor. Ya da ciddiye alıyor ama HAMAS’ı ve HAMAS’a prim veren Filistin halkını pek masum görmüyorlar! Olayın encamı, şimdilik böyle görünüyor… Sizler, dünya ekonomisinin %25’ini tek başına elinde tutan ABD ve %44’ünü elinde tutan AB ikna edilmedikçe, dünya olaylarına etki edemeyeceğinizi ne zaman öğreneceksiniz? Ne zaman öğreneceksiniz ve Suriye, Ürdün, Suudi Arabistan ve Mısır gibi kıytırık ülkelerden medet ummayı ne zaman bırakacaksınız?”(bkz. .
1.1.2009 tarihinde kaleme aldığımız “Ama Hangi Filistin ve Abraham’ın Kanlı Mirası!” başlıklı yazımıza ise 5 Ocak günü “Böyle Dünya Devleti Olunmaz” başlıklı şu yorumu eklemiştik:
“… Bakınız, sizin bu aymazlığınız yüzünden İsrail, Türkiye’nin arabuluculuğunu bile kabul etmiyor. İsrail yöneticilerinin yerine siz olsanız; hakkınızda ‘İsrail, devlet terörü uyguluyor’, ‘İsrail, Türkiye’ye ayıp etmiştir’, ‘Zulüm ile âbâd olunmaz’, ‘Zalimler akıttıkları kanda boğulacaktır’ ve ‘Alma mazlumun âhını çıkar aheste aheste’ diyen bir insanı tarafsız kabul edip, böyle bir insanın arabuluculuğunu, hakemliğini ve âkil adamlığını kabul eder misiniz? Eğer bu soruya ‘EVET’ diyorsanız, biliniz ki siz büyük bir yalancısınızdır. Bir tarafta Türkiye-İsrail Askeri Eğitim İşbirliği Anlaşmaları imza edip, Gazze’ye bomba yağdıran İsrailli pilotları Konya’da eğiteceksiniz, bir yandan da Çağlayan’da sürü sürü kalabalıkları toplayıp İsrail’e toplu lânetler okutacaksınız. Hadi ordan! Size kim inanır? Ancak Kadir İnanır…”(bkz. .
…
Eğer ukalalık yaptığımı düşünmezseniz, zamanın beni ne kadar haklı çıkardığını söylemek istiyorum. Çünkü dün Mısır’ın Şarm El-Şeyh kentinde toplanan İsrail-Filistin ateşkes görüşmelerinde dünyanın belli başlı ülkeleri vardı, ancak biz yoktuk! Vardık da yoktuk diyelim. Şahsen, Şarm El-Şeyh’te dün yapılan toplantıda Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül’ün yerinde olmayı asla istemezdim! Sayın Gül’ün orada gayet iğreti olarak oturduğu, huzursuz olduğu her halinden belliydi çünkü. Adeta “Sizin burada ne işiniz var? Derhal burayı terk ediniz” denilmeyi bekleyen bir insan tavrı vardı yüz çizgilerinde! Sanki kabahat işlemiş bir çocuk gibi oturuyordu N.Sarkozy’nin yanında! BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon’un, 16 Ocak günü Ankara’ya yapmış olduğu ziyarette Sayın Cumhurbaşkanı’nı ve Türkiye’yi Şarm El-Şeyh’e lütfen davet ettiği Sayın Gül’ün masadaki tavrından açıkça belli oluyordu. Zaten böyle olduğu, akşam saatlerinde kesin olarak ortaya çıktı. Çünkü İsrail, zirveye katılan diğer ülke liderlerini İsrail’e akşam yemeğine davet ettiği halde, Sayın Cumhurbaşkanını çağırma gereği bile duymadı…
4 Ocak tarihli yazımızda demiştik ki; “Sizler, dünya ekonomisinin %25’ini tek başına elinde tutan ABD ve %44’ünü elinde tutan AB ikna edilmedikçe, dünya olaylarına etki edemeyeceğinizi ne zaman öğreneceksiniz?” Peki, Şarm El-Şeyh’teki ateşkes görüşmelerine kimler katıldı? Daha doğrusu kimler ateşkese karar verdi? Hele bir bakalım; BM genel Sekreteri ve İsrail olarak ABD, İngiltere Başbakanı Gordon Brown, Almanya Başbakanı Angela Merkel, İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi, İspanya Başbakanı Jose Luis Rodriguez Zapatero ve AB’yi temsilen Çek Başbakan Mirek Topolanek. Demek ki neymiş? ABD ve AB istemeden dünyada yaprak bile kımıldamazmış! Demek ki; AB’ye girmek iyi bir şeymiş! Tabi eğer alırlarsa…
Aklımın almadığı bir şey var; Şarm El-Şeyh’teki toplantıya neden Başbakan değil de Cumhurbaşkanı gitti? Öyle ya (Hüsnü Mübarek ve Nicolas Sarkozy’nin, zirvenin kotarıcıları sıfatıyla orada bulunduklarından hareketle) Fransa ve Mısır bir yana, Ürdün ve Filistin dışında başbakanların temsil edildiği bir toplantıya Cumhurbaşkanı değil, Başbakan’ın katılması gerekirdi. Üstelik Sayın Başbakan bu konuya çok daha fazla angaje olmuştu. Ancak, Sayın Abdullah Gül Şarm El-Şeyh’teki toplantıda soğuk terler dökerken, Sayın Başbakan Belçika’nın Hasselt kentinde başına toplamış olduğu gurbetçilerle vakit geçirmeye ve moral bulmaya çalışıyordu! Başbakan burada yaptığı konuşmada şu anlamda sözler söyledi; “İki saat önce haber aldım, Hamas da ateşkesi kabul etmiş durumda. Şarm El Şeyh’teki toplantı, bizim Suriye, Ürdün, Suudi Arabistan ve Mısır’a yaptığımız seyahatlerde üzerinde durduğumuz noktalar doğrultusunda devam ediyor…” . Allah’tan Sayın Başbakan “Ben zirvede görüşülecek konuları Abdullah bey kardeşime dikte ettirdim! O da dünya liderlerinin eline tutuşturdu! Görüşmeler benim çizdiğim rota üzerinde devam ediyor!” demedi. Maazallah bir de öyle deseydi büsbütün yanmıştık…
***
Gazeteci Mehmet Barlas geçtiğimiz günlerde yayınlanan “Yorum Farkı” isimli programların birisinde dedi ki; “1967’deki Arap-İsrail savaşının ilk günü İsrail her taraftan Araplarca sarılmış durumdaydı. İsrail yeniliyordu. Türkiye bunu görünce Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdülnâsır’a ‘Bu konuda Türkiye Mısır’ın ve Arap aleminin yanındadır’ anlamında bir mesaj gönderdi. Ancak mesaj Kahire’ye ulaşıncaya kadar savaş tersine döndü ve Araplar yenildi. Türkiye’nin mesajı, Araplar yenilgiyi kabul ettikten sonra Nâsır’ın eline ulaştı. Mesajı okuyan Mısır Devlet Başkanı, ‘Yahu şu Türkler ne iyi insanlar. Sürekli yenilenin yanında yer alıyorlar!’. Mısır ile Türkiye arasındaki dostluğun temeli, işte bu gecikmiş mesajla atılmıştır…”.
Güler misin, ağlar mısın? Türk dış politikası, genelde işte böyle tesadüfler üzerine yürütülmektedir tarih boyunca. Türkiye, yakın geçmişte Fransa’ya destek vererek Cezayir’i, Muhammed Salih’e destek vererek Özbekistan’ı, ortaokul mezunu olan General Dostum’a destek vererek Afganistan’ı, Halit Meşal’i Ankara’da ağırlayıp Hamas’a destek vererek de Filistin’i kaybetmiştir. Bunlarla da yetinmeyen Türkiye, dünyanın gözden çıkardığı ve “Darfur Bölgesi’nde işlendiği iddia edilen savaş suçlarıyla ilgili olarak Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcısı tarafından, hakkında tutuklama emri çıkarılan” Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşir’i bile Ankara’da ağırlayarak, uluslararası güvenilirliğini çoktan kaybetmiş durumdadır.
Allah’tan Haydar Aliyev akıllı ve büyük bir siyasetçi idi de Azerbaycan’ı henüz kaybetmedik! Yoksa Haydar Aliyev gibi kurt bir siyasetçiye karşı Elçibey ve onun izinden gidenlere destek veren Türkiye’nin, Azerbaycan’ı kaybetmesi içten bile değildi. Eğer uluslar arası gücünüz ve saygınlığınız yoksa işiniz büyük ölçüde tesadüflere kalmış demektir. Bu bakımdan Sayın Başbakan’ın dün Belçika’nın Hasselt kentinde bir kez daha dile getirdiği “Güçlü haklıdır değil, haklı güçlüdür anlayışındayız” sözü, dünya gerçekleriyle ve fiili durumla asla bağdaşmamaktadır. Ne dün, ne de bugün…
Bir yanıt yazın