GİDE GİDE GELDİK “HALKLAR”A

untitled

GİDE GİDE GELDİK “HALKLAR”A

Hüseyin MÜMTAZ

 

                “Restorasyon dönemleri” ve “tarihdaşlık” kavramları ile düşünce ufkumuza büyük keşifler armağan eden Dâvutoğlu, iflâsının trajedisini “Halklarla sıfır sorun” noktasına rücu ederek yaşadı.

“Anadolu Platformu” tarafından “sekizincisi” düzenlenen “Anadolu Buluşmaları-Değişen Dünya ve İslâm Sempozyumu”nda konuşan Dâvutoğlu; “komşularla sıfır sorun” derken, aslında “halklarla sıfır sorun” demek istediğini ifade buyurmuş.

Ateşin üzerinde kızarmakta olan kazdan gelen yanık kokularını duyuyor musunuz?

Devlet ve hükümet yetkilileri ile kavgalı olmadığımız, hadi biraz yumuşatalım; yakın ilişkiler içerisinde bulunduğumuz herhangi bir sınır komşumuz var mı?

“Son komşumuz”u biliyorsunuz; “Rojava”..

Rojava’da “hâkim” PYD’nin Eşbaşkanı Salih Müslim, Ankara’da büro açabileceklerini söylemiş. Müslim, Türkiye ile görüşmelerinin sürmesi halinde, ileride İmralı’daki terörist ile görüşmek için de bir talepte bulunabileceğini belirtmiş..

Ankara ise “temkinli” yaklaşmış,”Proje özerklik ilanının ön adımı ise kabul edilemez” mesajı vermiş.

Ön adım değil ise “kabul edilebilir” yâni..

CNN Türk’e konuşan Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ise, “Bu tür ön dayatmalar geçiş sürecine uygun olmadığı gibi, ilave istikrarsızlık getirir” görüşünü savunurken, “Ama Suriye’de parlamento kurulana kadar sadece eğitim ve sağlık gibi günlük ihtiyaçları karşılamak için oluşturulan geçici yönetimler ise, bu bizim için anlaşılır” demişler.

Milliyet’in haberine göre ise, “yetkililer”; “PYD Ankara’da temsilcilik açmayı teklif edecek” iddiaları için “geçmiş görüşmelerde böyle bir teklif gündeme gelmiş değil.. Gelecek görüşmelerde dile getirilirse konuşulur” demekle yetinmişler.

Olur efendiler.. Çok da iyi olur.

PYD dediğiniz nedir? PKK’nın Suriyelisi..

Geçtiğimiz aylarda Ankara’ya “davet edip” görüştüğümüz Salih Müslim de onun Öcalan’ı..

Yâni Suriyeli PKK Ankara’da büro açacak, İmralı’ya “nezaket ziyaretinde” bulunacak, Rojava’da, yâni “Dördün ikincisi”n de de “bağımsızlık” ilân edecek..

“Dördün birincisi” neresiydi?

Özal zamanında tesis edilen ve “uçuşa yasak” bölge diye İncirlik’ten kalkan Amerikan uçaklarınca güya Saddam’dan “korunan” “36’ıncı paralel”i unuttunuz mu?

Şimdinin “Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi” canım.. “President”i de Barzani.

“Rojava”yı da Esat’tan “koruyoruz”..

Kalıyor geriye “dördün diğer ikisi”..

Allah kerim..

Şimdi kimse kendini kandırmasın.. Birinci Dünya Savaşı sonrasının bölgede; “lüzumu halinde ileride kullanılmak üzere” “etnisiteyi bölerek” çizilen Sykes/Picot haritaları sadece raf ömrünü doldurmuştur; son kullanma tarihinde “güncelleme” gerekmektedir ki yeni bir tasnife; din/mezhep ayrışmasına gerek duyulmuştur.

BOP’lar, GOP’lar, Rice/Ralph Peters haritaları; Sykes/Picot’un sadece ambalajı değiştirilerek piyasaya sunulmuş yeni versiyonudur.

Bir de, ilk dünya savaşı zamanının “üretici” firması el değiştirmiş; İngiliz/Fransız patronun yerine Amerikalı geçmiştir.

Amerika, “zemini yerküre tavanı ise yıldızlarla süslü cennetin seması” olan evrene düzen getirmek üzere “Tanrı tarafından” görevlendirilmemiş miydi?

“Manifest Destiny”i ne çabuk unuttunuz?

Yine Manifest Destiny’e göre “Kuzey Amerika’nın fethi; Kızılderililer, ormanlar ve yaban öküzlerinin imhası, bataklıkların kurutulması ve nehir yataklarının değiştirilmesi, iş gücü ve doğal kaynakların sürekli olarak sömürülmesine dayanan bir ekonomi oluşturulması insan değil, Tanrı tarafından” emredilmemiş miydi?

Kerry, Suriye ile ilgili olarak; “Amerika kendi kararını, kendi takvimine göre alır, kendi değerlerine ve çıkarlarına göre belirler” diye konuşmamış mıydı?

Yâni “Kızılderililer ve yaban öküzleri” ve Afganlar, Pakistanlılar, Iraklılar, Suriyeliler…pekalâ imha edilebilir..

Bu görev Amerika’ya “Tanrı tarafından” verilmiştir.

Amerika “kendi kararını kendi değerlerine, kendi çıkarlarına ve kendi takvimine göre” belirler.

Siz canınız sıkmayın, kendinizi üzmeyin, fazla da kafa yormayın.

“Halklar” demiştik, değil mi?

Kosova ve Sırbistan’daki Sırplar, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sırp krallığını yendiği 1389 Kosova Savaşı’nın yıldönümü münasebetiyle her 28 Haziran günü Gracanica Manastırı’nda Vidovdan’ı (Aziz Vitus Günü) kutlamıyorlar mı?

Kosova’da Osmanlı Sırp’ı yendiyse Sırplar neyi kutluyorlar dersiniz?

Ya Bulgarlar?

Bulgaristan da bu yıl “Osmanlı egemenliğinden kurtuluşun 135. Yıldönümünü” kutladı. 3 Mart 1878 yılında Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu, iki devlet arasındaki savaşı sonlandıran ve Üçüncü Bulgar Krallığı’nın 1908 yılında kurulması için önkoşulları oluşturan Ayastefanos (Yeşilköy) barış antlaşmasını imzalamıştı.

Her 3 Mart’ta da Bulgaristan ve Rusya’da, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda hayatını kaybeden askerler anılıyor. Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da Meçhul Asker anıtı önünde bayrak töreni yapılıp, anıta çiçek ve çelenkler konulur. Moskova’da da “Kurtarıcı Mesih Katedrali”nde Bulgar sanatçılarının katılımıyla konserler  düzenlenir…

Peki Balkan Devletleri’nin; bu yıl bir de Osmanlı’nın Avrupa’daki varlığına son veren Balkan Savaşları’nın 100. yıldönümünü kutlamakta olduklarını biliyor muydunuz?

Deniz Berktay, Kiev’den yazıyor;

“Son olarak, Balkan devletlerinin Osmanlı’dan alınan toprakları aralarında paylaştıkları 10 Ağustos 1913 tarihli Bükreş Anlaşması nedeniyle, Rusya’da da çeşitli yayınlar yapıldı, o dönem derinlemesine tartışıldı. Balkan Savaşları, bizim tarihimizde, daha sonraki felaketlerin (Anadolu’nun ve İstanbul’un işgali) gölgesinde kalsa da, ulusal kimliğimizde tartışmasız önemli yere sahip. 1912’de, Rusya’nın girişimiyle, dört Balkan devleti (Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan ve Karadağ) aralarındaki çekişmeleri bırakıp Osmanlı’ya karşı anlaşırlar. O tarihte Balkanlar’ın yüzde 55’i hâlâ Osmanlı’nın elindedir ve Osmanlı Avrupası, İstanbul’dan kalın bir şerit halinde, Balkanlar’ın ortasından geçip bugünkü Arnavutluk’u da kapsayarak Adriyatik’e ulaşmaktadır. ……

Oysa ki, II. Abdülhamit’in darbe paranoyasıyla yıllarca atalete sürüklediği Osmanlı ordu ve donanmasına karşılık, Bulgarlar, Alman subaylar tarafından eğitilmiştir. Sonuçta, savaşın çıkışından yaklaşık iki hafta sonra, Bulgarlar hızlı bir hamleyle Ege Denizi’ne inip Selanik ve Makedonya’daki Osmanlı kuvvetlerinin (Batı Ordusu) İstanbul’la bağlantısını keser; o taraftakiler artık kendi kaderleriyle baş başadır. Osmanlı kuvvetleri, Bulgarların bile umduğundan daha dayanıksız çıkmıştır…..

Bu savaşta –düşman-, büyük devletler değil, Osmanlı’dan daha dün bağımsızlığını kazanmış devletler ve hâlâ Osmanlı vatandaşı olan gayrimüslimlerden oluşan gönüllü birliklerdir. Türk nüfusla ast-üst ilişkisinin bir anda değişivermesi, -dünkü efendi-nin -yeni fatihler-in insafına kalması, sivillere yönelik şiddeti korkunç derecede artırır ve daha önce görülmemiş oranda katliam ve tecavüzler, bu savaşta görülür. ….

Fakat, -dünkü reaya- tarafından darmadağın edilen Osmanlı Ordusu, 1913’te İttihat ve Terakki’nin yönetime gelmesiyle, yepyeni bir yapıya dönüştürülecek ve aynı asker ve subaylar, iki yıl sonra, Çanakkale’de, devrin en güçlü ordularına karşı destanlar yazacaktır. Mehmet Akif’in Safahat’ta Çanakkale’deki askerler için yazdığı -Asım’ın nesli, diyordum ya, nesilmiş, gerçek/İşte çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek- mısralarında, iki yıl önce -namusun çiğnetilmesi-ne duyulan tepki de kendisini hissettirir. Kaybedilen topraklarda, Türk ve Müslüman nüfusun oranı, gayrimüslimlerinkine yakındır. Bu nedenle, nüfusun bir yarısı için bu savaşlar Osmanlı’dan kurtulmak demek iken diğer yarısı için, -vatanından olmak- veya -yabancı egemenliğine girmek- demektir. Sonuç olarak, Balkan Savaşları dönemine iyi bakmak gerekir; hem ulusal kimliğimizin nasıl şekillendiğini görmek için, hem de gerçeğin her zaman mutlak olmayacağı, hangi milletten olduğumuza, kim olduğumuza ve nerede durduğumuza bağlı olarak değişebileceğini görmek için”.

Hani “idare” ile değil “halklar”la “sıfır sorun”du?

Kuzeyde ve güneyde bütün devletler ve halklar; yâni cümle komşular çeşitli vesilelerle Osmanlı’yı “kutluyorlar”.

Sizce “hayırla” mı yâd ediyorlar?

Demek ki kerameti kendinden menkul bir “tarihdaşlık” sarkacında savrulmamak için tarihi doğru gözlükle ve iyi okumak lâzım hem de Manifest Destiny’nin ne demek istediğini iyi çözümlemek.. 12 Eylül 2013

 

 

57’İNCİ ALAY HER YERDE

HEPİMİZ 57’İNCİ ALAYIN NEFERİYİZ

 

 


Yazıları posta kutunda oku