Önce MUAZZEZ ILMIYE CIG KIMDIR ?
From Wikipedia, the free encyclopedia
Muazzez İlmiye Çığ (born June 20, 1914 in Bursa) is a Turkish archaeologist and Assyriologist who specializes in the study of the Sumerian people. In 2005, she published a book arguing that the headscarf did not originate in the Muslim world but was worn by five thousand years ago by Sumerian priestesses who initiated young men into sex. As a result, she and her publisher were charged with “inciting hatred based on religious differences”.
Çığ’s case went to trial on November 1, 2006. She denied the charges, saying: “I am a woman of science … I never insulted anyone”.[1] The trial lasted less than an hour and she was acquitted.
In addition to her archaeological work, Çığ is a prominent advocate for secularism in Turkey.
Researcher and writer (b. 20 June 1914, Bursa). She has also written under the pseudonym Muazzez Çığ. She is the wife of Topkapı Museum Director M. Kemal Çığ. She started her primary education in Çorum and completed in Bursa (1925). She graduated from Bursa Teacher Training School for Women, 1931) and Ankara University, Faculty of Language, History and Geography, Department of Sumerology (1940). She worked as a Sumerologist and cuneiform expert at the İstanbul Archeological Museums and retired in 1972.
Her articles have been published in many reviews and newspapers such as Belleten and Bilim ve Ütopya. She is an honorary member of German Archeology Institute and İstanbul University Institute of Prehistoric Sciences.
WORKS:
STUDY-RESEARCH: Kur’an, İncil ve Tevrat’ın Sümer’deki Kökeni (The Origins of the Koran, the Bible and the Torah in Babylon, 1995), Sümerli Ludingirra (Babylonian Ludingirra, a retrospective science-fiction, 1996), İbrahim Peygamber (The Prophet Abram, according to Babylonian writings and archeological findings, 1997), İnanna’nın Aşkı (The Love of İnannma, the Belief and the Holy Marriage in Babylon, 1998), Hititler ve Hattuşa (The Hittites and Hattuşa, as written by Ishtar, 2000), Ortadoğu Uygarlık Mirası (Civilization Heritage in the Middle-East, 2002).
CHILDREN’S LITERATURE: Zaman Tüneli ile Sümer’e Yolculuk (Time Tunnel and the Journey to Babylon, 1993). She has also translated from English.
__________________________________________________________________________________________________
From: MUAZZEZ ILMIYE CIG
Sent: Sunday, January 04, 2009 9:27 AM
Ben de dayanamayip Özür dileyenler için bir kaç satir yazdim. Bakalim nasil bulacaksiniz?
Saygilar, Muazzez |
ÖZÜR DİLEYENLER
Aydın geçinen, ama aydınlığın yanından bile geçmeyen bazı şahısların Ermenilerden özür dilemeye kalktıklarını duyunca ne kadar şaşırdım!! Hele içlerinde hiç tahmin etmediğim kimseleri görünce nasıl şaşmam!? Herhalde özür dileyenlerin aileleri onları öldürdü, evlerinden, yerlerinden göç etmeye zorladı ki, böyle bir harekete geçtiler. Başkalarının ve özellikle Devlet’i ilgilendiren bir konuda, Devlet namına konuşmaya kimsenin hakkı yok! Bu şahıslar ya hiç tarih okumuyorlar (ki, tarih bilmeyen zaten kültürlü sayılamaz) ya da bildikleri halde –kim bilir nasıl bir yarar uğruna– uyruğu olduğu Devlet’i küçük düşürmekten çekinmiyorlar.
Özellikle son zamanlarda dış kaynaklar (çoğunlukla Ermeni kaynakları) gösterilerek konuşmalar yapıldı, İngilizce ve Türkçe pek çok kitap yazıldı. Bunların en önemlilerinden biri de Sayın Şükrü Server Aya’nın Genocid of Truth kitabı, Bunun Türkçesi de yayınlandı.
En son, avukat Sayın Gülseren Aytaş’ın yazdığı Ermeni Talepleri ve Türkiye’nin Hakları (Derin Yayınları, 2008) adlı eser, gayet sade bir dil ile hukuken Ermenilerin bizden bir şey istemeye hakları olmadığını, en azında onların bizden özür dilemesi gerektiğini –hukuksal belgelere dayanarak– yazmış. Onun kitabından öğrendiğimize göre, Ermeniler Osmanlı Devleti’nin güçten düşmesini fırsat bilerek ve dış güçlerin de desteği ile 1878 yılından sonra çeteler, partiler kurarak ülkede çeşitli isyanlar çıkarmış, katliamlar yapmışlar. Yalnız 1895 yılında 27 olay çıkarmışlar. Bu olaylara katılmayan Ermenileri bile öldürmüş, işyerlerini evlerini yakmışlar (s.47). Bu olayları yapanların cezalanmalarını ise, dış güçler araya girerek derhal önlemişler. (Sonra da isyancı başı İngilizler tarafından kaçırılmış.) İsyanda yaktıkları Ermeni köylerini Amerika onartmış; ama Türk köylerine hiçbir şey yapmamışlar. 1896 da Van’da Osmanlı Bankası’nı bombalamışlar. Sonra da Van’ı yakıp yıktılar, içindekileri öldürdüler. Suçlular hep dış güçler tarafından korunuyor.
Osmanlı Devleti 1915 yılına kadar Ermeni isyanlarıyla uğraşıyor… Ermeniler, 1915’ten itibaren Osmanlı devleti ile savaşanların tarafına geçerek yüz yıllardan beri birlikte yaşadığı ve kendilerine büyük dostluk gösteren Türk halkını öldürdüler! Rus, İngiliz, Fransız askerlerinin kıyafetine girip binlerce Türk’ü öldüren ve camilere doldurulup yakan (Ardahan’da gördüm) Ermeniler, bizden özür dilemeli: Aslında bizim onları suçlamamız gerek! Bana bir yabancı gazeteci, ünlü yazarımız Orhan Pamuk’un ağzını kullanarak, “Siz bir milyon Ermeni öldürmüşsünüz.” dedi. Ben de ona, “1000 yıl onlarla beraber oturduk. Eğer o zaman onları öldürmeye kalksaydık, bugüne bir tek Ermeni kalmazdı. Sizin ülkenizde yaşayan insanlardan bir grup, ülkenize saldıran düşmanlarla birleşip sizleri öldürmeye kalksa siz ne yapardınız?” deyince de adam bir yanıt veremedi ve sadece “Hım…” demekle yetindi. Devletin uyruğu olup devlete başkaldıranlar idam edilir. Onların bu vahşetine, hıyanetine karşı yine de hepsini hudut harici etmemiş, sürmemiş Devlet… Yurtiçinde haklarını koruyarak yer değiştirtmiş, o kadar…
Sayın Avukat Gülseren Aytaş’ın büyük bir titizlikle –resmi kaynaklar göstererek– yazdığı kitabının 55. sayfasından (“Genelkurmay Başkanlığı Arşiv Belgeleri’yle Ermeni faaliyetleri 1914-18” bölümü) aldığım bir yazıyı buraya geçiriyorum: “Harp bölgelerine yakın yerlerde oturan Ermenilerin bir kısmının, Osmanlı hududunu (sınırını) düşman devletlere karşı korumaya çalışan ordumuzun harekâtını zorlaştırdıkları, erzak ve askeri malzeme nakliyatını güçleştirdikleri, düşmanla işbirliği yapmak ve birlikte hareket etmek emelinde oldukları, yurtiçinde askeri kuvvetlere ve masum halka silahlı saldırı düzenledikleri, düşmanın deniz kuvvetlerine malzeme sağladıkları, müstahkem mevkileri düşmana göstermeye cesaret ettikleri tespit edilmiştir. Bunun için, isyancı unsurların hareket sahasından uzaklaştırılmaları gerekmektedir. (…) köy ve kasabalarında oturan Ermeniler Güney vilayetlere acil olarak sevk edilecektir. Göçmenlerin taşınmaları ve yeni yerlerine yerleşmeleri sırasında güvenlik ve iaşelerinin sağlanacağı, emlak ve arazi dağıtılacağı, kalan menkullerinin ve taşınmaz mal ise değerlerinin kendilerine verileceği…”
Bu ne büyük adalettir!.. Batı’da olsalardı hepsi kılıçtan geçirilir veya hudut harici edilip Ermenistan’a sürülürlerdi. İşin ilginç yanı, yerleştirildikleri güneyde de boş durmamışlar (bu kez Kurtuluş Savaşı’nda), Fransız ve İngilizlerle bir olup dünya kadar insanımızı öldürmüşlerdir. Türk ordusu kazanmaya başlayınca da kendilerine bir şey yapılacak korkusu ile 4000 Ermeni Suriye’de Lazkiye Limanı’na kaçıp onlara yardım edeceklerine söz veren Fransız gemilerini beklemişlerdir. Altı ay boyunca hiçbir Fransız gemisi onları almayınca hastalananlar, ölenler olmuş… Altı ay sonra ancak bir Mısır gemisi onları alıp Mısır’a götürmüş. Geride kalanlara ise, Türkiye Cumhuriyeti herhangi bir ceza vermemiş ve bulundukları yerde yaşamalarını sağlamıştır. Bu ne büyük adalettir!
Başbakanlık arşivindeki belgelere göre, Ermeniler tarafından 1910-1922 arasında 525 bin 955 Türk öldürülmüştür! Yüzyıllardan beri uyruğu olduğu Devlete başkaldırıp oturdukları topraklarda komşularını vahşice öldüren, yerini-yurdunu yakan bir halktan özür dileyenler; ancak ve ancak onlar kadar suçlu satılmışlardır! Onların yaptıkları bu büyük hata için milletimizden özür dilemeleri gerek. Diğer taraftan asıl Ermenilerin bize binlerce defa özür borcu vardır!
Muazzez İlmiye Çığ
1 Ocak 2009
Bir yanıt yazın