Bütün bu göçlerle birlikte Türklerin İran coğrafyasına köklü bir şekilde yerleşmeye başlamaları İslâmiyeti kabullerinden sonra, yani 8. yüzyılın başlarından itibaren mümkün olmuştur. Başka bir ifade ile Türklerin günümüz Ortadoğu coğrafyasında, aynı amanda İran’da etkili bir şekilde yerleşmeye başlaması Kadisiye, Celûle ve Nihavent savaşlarını kazanarak İran’ı baştanbaşa adımlayan Arapların 643 yılından itibaren Ceyhun nehrini aşıp Türk yurtlarına akınlarda bulunmasından sonradır. Kısa sürede Türk ülkelerini fethetmeye başlayan Arap valiler, ciddî bir harbe girmeden, yağmalarda ele geçirdikleri veya sulh yoluyla kendilerine katılan Türklerden bir kısmını süratle İslâm hâkimiyeti altındaki bölgelere, bu arada İran coğrafyasına sevk ve iskân etmişlerdir (Cöhce 2001: 139; Togan 1970: 174; Yıldız 1976: 3; Barthold 1981: 233; Kitapçı 1987: 24). Ne var ki Araplar, başta İran ve Azerbaycan olmak üzere fethettikleri Türk yurtlarının ahalisinden medenî seviyece aşağı olduklarından onlara İslamdan ve Arapçadan başka hiçbir şey verememişlerdir. Hâlbuki Araplar Türklerin çok iyi kurulmuş devlet sisteminden faydalanarak, onlardan önce bu ülkelerde mevcut olan adet ve ananeleri kendi ihtiyaçlarına uygun hâle getirmişlerdir (Bünyadov 2005: 82).
Henüz 674 yılında Basra valisinin emrinde Buhara’dan getirilen 4 bin Türkten oluşan bir okçu birliğinin olması, daha sonra halife Mutasım’ın 7 bin askerden oluşan muhafız birliğinin ekserisinin Türk olması binlerce Türkün bu coğrafyaya getirildiğinin işaretleridir. Türkistan’dan getirilen bu Türkler sadece İran coğrafyasının Türkleşmesini değil, aynı zamanda orta doğunun ve daha ötelerin de Türkleşmesini ve Türk yönetimine girmesini sağlayacaktır. Mısır’da Tolunoğulları ve Ihşidiler Devletlerini bunlar kuracaklardır. Babek isyanını bastıran Afşin (Bünyadov 2005: 82), Ermenistan’ı hâkimiyeti altına alan Boğa el-Kebir, Abbasi imparatorluğunun gerçek hâkimi Boğa el-Şarabi, Müslüman birliklerini Mısır’a götüren Raşid el-Türki, Yemen ve Horasan valisi Itak, Kahire’deki Tolunoğulları hanedanının kurucusu Bin Tolun Türkistan’dan getirilen Türklerdendir (Roux 2007: 182 vd.). Bu yerleşme Samanoğulları (900-999) ve Gazneliler (955-1191) döneminde iyice gelişerek devam etmiştir. Samanoğullar’nın Mâverâünnehir ile Horasan ve Orta İran’a hâkim olmaları; Karahanlılar’ın Mâverâünnehir’i ele geçirmeleri, İran’da yaklaşık dokuz asır devam edecek olan Türk yönetiminin ilk habercisi olmuştur (Özgüdenli 2000: 397). Nihayet İran, Selçuklular eliyle daha 11. yüzyılın başlarında, Anadolu’dan önce tam bir Türk yurdu hâline gelmiştir (Turan 2003: 103-195). Esasen Horasan haricinde Rey, Tebriz ve Urmiye yöresi de Selçuklulardan önce tam manasıyla bir Türk yurdu haline gelmiş ve bu şehirlerden Tebriz ile Urmiye, Türkmenlerin Anadolu’ya yaptıkları akınların merkez üssü görevini yerine getirmiştir (Cöhce 2004: 125-131).
Başlangıçta, Pers boylarından birine dayanan Akamenidler (M.Ö.553-330), (Diakov-Kovalev 1987: 243-253; Wiesehöfer 2003:25-158) yerli halkların Helenizme karşı bir tepkisi şeklinde ortaya çıkan Parthlar (Wiesehöfer 2003:173; Demircioğlu 1987: 406) (M.Ö.140-227) ve Sasaniler’in (Bausani 1990: 77-95; Christensen 1936; Wiesehöfer 2003: 219-316) (M.S. 224-641) Akdeniz kıyılarından İndus nehrine kadar uzanan sahada meydana getirdiği Pers kültürü ile şekillenen İran coğrafyası, (Bausani 1990: 77-95) 639 yılında başlayan İslâm-Arap istilasından sonra çok daha geniş bir imparatorluğun parçası haline gelmiştir (Arnold 1982: 209- 221). Bölgede Arap halifelerinin yönetimi altında, özellikle de 692-945 yılları arasında Arabistan’ın ticaret ve kabile kanunları, Helen kültürünün felsefesi, Suriye ve İran’ın mimarisi, Hindistan’ın astrolojisi, tıp, müzik ve matematiğinin birleşmesiyle kozmopolit bir kültür oluşmuştur (Hodgson 1995: 379-415; Canfield 2005: 11).
Yalnız, 9. yüzyıldan itibaren Karahanlıların yayılmaya başladığı Horasan ve Maveraünnehr bölgesindeki Türklerin de iştirakiyle yeni bir sentez teşekkül etmeye başlamıştır (Necef 2005: 233-322; Canfield 2005: 11; Hunkan 2007: 128- 270). Bu sentez zamanla daha da gelişecek ve Türkler tarafından komşu bölgelere taşınarak sonuçta 19. yüzyıla kadar Batı, Orta ve Güney Asya’nın üst ve yönetici sınıflarının hâkim kültürü haline gelecektir (Canfield 2005: 15) . Kendilerini bu kültürün asıl hamisi sayan Türklerin yönetimde söz sahibi olmaya başlaması ve nihayet Gaznelilerin ortaya çıkmasıyla (Merçil 1989; Palabıyık 2002; Bosworth 1963; Bosworth 1977) beraber dönemin İran şehirlerinde melez bir toplum teşekkül ederken kırlık alanda Türk nüfus artmaya başlamıştır. Bu arada etnisite ve mezhepten kaynaklanan farlılıklar da belirginleşmiştir (Canfield 2005: 22; Barthold 1930: 54). Bu yapı içerisinde yeniden şekillenmeye başlayan kültür, İslâm kültürünün Türk-İran varyantının ilk hâli olan melez bir niteliği haizdir. Bu kültürün, İran kökenli bir tahsilliler (yazıcılar) geleneğinin merkezinde yer alması “Farisî”, kuşaklar boyunca Türk kökenli yöneticiler tarafından himaye edilmesi de “Türklük” özelliğinin deliliydi. İslamî erdem, kalıcılık ve mükemmeliyet düşüncesi ise bu kültürün elit tabakasını oluşturan Müslümanların dinî ilişkilerinde olduğu kadar toplumsal meseleler bakımından da geçerli bir söylemdir ki, bu da onun “İslamî” yönünü göstermekteydi (Canfield 2005: 28). Bu unsurların İslamî bir toplum içinde bir araya gelmesinin İslam dini üzerindeki etkisi de büyük oldu. Bundan sonra İslam, kökenlerinden yani Arap geçmişinden ayrıldı. Çok daha zengin, uyum yeteneği daha yüksek, evrensel bir kültür haline geldi.
Çeşitli dinlere açık olan ve uzunca bir süre İslâma geçmeyi reddeden Harzemşahlar, 9. yüzyıldan itibaren yavaş yavaş İslâm dairesine girmişler ve Türkleşmişlerdir. Onların döneminde İran coğrafyası iyi bir refah düzeyine ulaşmıştır. Ticaret, kültür ve bilim hayatı çok gelişmiştir. Hiçbir yerde olmadığı kadar büyük adamlar doğmuştur. İbni Sina, Birunî, Matematikçi Eratî, Nişaburlu filozof Talabî gibi Horasanlı tarihçi Nesavî’nin çalıştığı kütüphane de burada bulunuyordu (Roux 2007: 202).
Prof. Dr. Ali. Kafkasyalı ”İRAN TÜRKLERİ” Kitabından alınmıştır. / TURKİSHFORUM – ABDULLAH TÜRER YENER
Bir yanıt yazın