Sefa Yürükel
- GİRİŞ
Küresel su kaynakları ve deniz yetki alanları üzerindeki anlaşmazlıklar, son yıllarda uluslararası güvenlik, ekonomi ve diplomasi açısından en önemli konular arasında yer almaktadır. Su kaynaklarının sınırlı olması ve birçok nehrin, gölün veya akiferin birden fazla devletin sınırları içinde yer alması, sınır aşan sular konusunda ciddi gerilimlere yol açmaktadır (Wolf, 1998). Benzer şekilde, münhasır ekonomik alanlar (MEA) deniz yetki alanlarının belirlenmesi ve enerji kaynaklarının paylaşımı açısından ülkeler arasında çatışmalara neden olmaktadır (Beckman & Davenport, 2012). Bu durum, özellikle Doğu Akdeniz, Güney Çin Denizi ve Arktik bölgelerde yoğunlaşan anlaşmazlıklarda belirgin hale gelmiştir (Yiallourides, 2021; Sun, 2022).
Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (UNCLOS) ve 1997 BM Sınır Aşan Sular Sözleşmesi gibi uluslararası hukuk mekanizmaları bu tür anlaşmazlıkların çözümüne yönelik çerçeveler sunmaktadır (Birleşmiş Milletler, 1982; 1997). Ancak, bu sözleşmelerin uygulanmasındaki zorluklar ve devletlerin jeopolitik çıkarları nedeniyle çözüm süreçleri karmaşık hale gelmektedir (Salman, 2007).
- SINIR AŞAN SULAR: KÜRESEL BİR SORUN
2.1. Hukuki Çerçeve ve Uluslararası Anlaşmalar
Sınır aşan sular, birden fazla ülkenin sınırları içinde yer alan nehirler, göller ve yer altı su kaynaklarını kapsamaktadır. Bu tür su kaynakları, dünya üzerinde suyun sınırlı bir kaynak olması ve büyüyen nüfus ihtiyacıyla giderek daha büyük öneme sahiptir. Sınır aşan suların yönetimi, bu su kaynaklarına sahip olan devletler arasında anlaşmazlıklara yol açabilmektedir (Gleick, 2014). Bu anlaşmazlıklar, suyun kullanım hakları ve paylaşımı üzerine gerilimler oluşturabilmektedir. Bu nedenle, bu tür su kaynaklarının yönetimini düzenleyen hukuki çerçevelerin ve uluslararası anlaşmaların varlığı önemlidir.
Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen 1997 Sınır Aşan Su Yollarının Kullanımı ve Korunmasına İlişkin Sözleşme (BM Sınır Aşan Sular Sözleşmesi), sınır aşan su kaynakları konusunda uluslararası düzeydeki en kapsamlı belgelerden biridir. Bu sözleşme, devletlerin sınır aşan su kaynaklarını “hakkaniyet ve sürdürülebilirlik ilkelerine uygun olarak kullanmalarını” öngörmektedir (Birleşmiş Milletler, 1997). Aynı zamanda, su kaynaklarının korunmasını ve bu kaynakların gelecekteki nesiller için sürdürülebilir bir şekilde kullanılmasını teşvik etmektedir. Ancak, bu sözleşmeye birçok ülke taraf olmamış ve uygulamada çeşitli zorluklar yaşanmıştır. Bu durum, özellikle su kıtlığına ve bölgesel su savaşlarına yatkın bölgelerde daha belirgin hale gelmektedir.
Helsinki Kuralları (1966) ve Berlin Kuralları (2004) gibi uluslararası düzenlemeler, sınır aşan suların paylaşımı konusunda devletler arasında anlaşmazlıkların çözülmesine yönelik hükümler sunmaktadır. Helsinki Kuralları, özellikle Uluslararası Su Yolları üzerinde adaletli ve eşit bir paylaşım ilkesini benimsemiştir ve 1966 yılında Dünya Su Konferansı’nda kabul edilmiştir. Bu kurallar, suyun her iki taraf için de adil bir şekilde kullanılmasına olanak tanır ve suyun kirlenmesini engellemeyi amaçlar. Berlin Kuralları ise, daha modern ve bölgesel düzeydeki su paylaşım sorunlarını ele alarak, günümüzün su yönetimi sorunlarına çözüm getirmeyi hedeflemiştir (Salman, 2007).
Bir diğer önemli düzenleme ise Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (UNCLOS)’tur. Bu sözleşme, deniz sınırları ve su yolları üzerinde devletlerin hak ve sorumluluklarını belirlerken, sınır aşan su kaynaklarıyla ilgili de kapsamlı hükümler içermektedir. UNCLOS, özellikle denizlerdeki su yollarının uluslararası taşıma için kullanılmasını ve çevreye zarar vermemeyi sağlayacak şekilde düzenlenmesini amaçlamaktadır (Birleşmiş Milletler, 1982). Bu sözleşme, deniz sınırlarını ve su yollarını düzenleyerek, denizlerdeki ekonomik çıkarların adil bir biçimde paylaşılmasını sağlamayı hedefler.
1997 BM Sınır Aşan Sular Sözleşmesi, özellikle devletlerin sınır aşan su yollarından eşit derecede yararlanma hakkını savunmaktadır. Bu bağlamda, suyun kullanılmasında “eşit fayda sağlama” ilkesi öne çıkmaktadır. Ancak, bu sözleşmenin yalnızca su yolları üzerinde değil, aynı zamanda suyun korunması ve yönetimiyle ilgili çeşitli hükümleri de içermesi, onu önemli bir araç haline getirmektedir. Bununla birlikte, uygulamada karşılaşılan sorunlar ve taraf ülkelerin çıkar çatışmaları nedeniyle, sözleşmenin tam anlamıyla uygulanabilirliği konusunda tartışmalar devam etmektedir (Gleick, 2014).
Sonuç olarak, sınır aşan su kaynaklarının yönetimi, yalnızca bölgesel değil, küresel bir sorun haline gelmiştir. Uluslararası hukukun sunduğu çerçeveler, bu sorunları çözmeye yönelik önemli bir araçtır, ancak uygulamadaki zorluklar ve uluslararası iş birliğindeki eksiklikler, bu çerçevelerin etkinliğini sınırlamaktadır. Bu nedenle, taraf devletlerin daha fazla iş birliği yapması, anlaşmazlıkların çözülmesinde daha esnek ve etkili çözümler geliştirmeleri büyük önem taşımaktadır.
2.2. Örnek Olaylar: Sınır Aşan Sular Üzerindeki Anlaşmazlıklar
Sınır aşan sular üzerindeki anlaşmazlıklar dünyanın birçok bölgesinde jeopolitik gerilimlere neden olmaktadır. Bu bölümde, en önemli su krizlerine ve bu krizlerin uluslararası hukuk çerçevesinde nasıl ele alındığına odaklanılacaktır.
2.2.1. Nil Nehri Anlaşmazlığı
Nil Nehri, Mısır, Sudan ve Etiyopya başta olmak üzere 11 ülkenin su ihtiyacını karşılayan kritik bir su kaynağıdır. Büyük Etiyopya Rönesans Barajı (GERD) projesi, özellikle Mısır ve Etiyopya arasında büyük bir diplomatik krize yol açmıştır (Öztürk, 2020). Mısır, Nil’in su akışının azalacağını ve tarımsal üretimin olumsuz etkileneceğini savunurken, Etiyopya barajın enerji üretimi açısından hayati olduğunu vurgulamaktadır (Gleick, 2014).
Birleşmiş Milletler ve Afrika Birliği gibi uluslararası kuruluşlar bu sorunun çözümü için çeşitli arabuluculuk çabaları yürütse de, su paylaşımına ilişkin 1929 ve 1959 tarihli anlaşmaların güncellenmemesi nedeniyle hukuki belirsizlikler devam etmektedir (Birleşmiş Milletler, 1997; Salman, 2007).
2.2.2. Ortadoğu: Fırat ve Dicle Nehirleri
Türkiye, Suriye ve Irak arasında paylaşılması gereken Fırat ve Dicle Nehirleri, Ortadoğu’da su kaynakları üzerinden yaşanan en önemli anlaşmazlıklardan biridir (Kaya, 2021). Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) kapsamında inşa ettiği barajlar, Suriye ve Irak tarafından su akışını azaltan ve tarım sektörünü olumsuz etkileyen bir hamle olarak değerlendirilmiştir (Kibaroglu, 2021).
Bu çerçevede, Türkiye su kaynaklarını egemenlik hakkı kapsamında değerlendirirken, Suriye ve Irak su kullanımında hakkaniyet ilkesinin ihlal edildiğini öne sürmektedir. Uluslararası hukukun bu konuda bağlayıcı bir karar sunamaması, sorunun çözümünü zorlaştırmaktadır (Wolf, 1998).
2.2.3. Güney Asya: Ganj ve Brahmaputra Nehirleri
Hindistan ve Bangladeş arasında Ganj Nehri’nin kullanımıyla ilgili uzun süredir devam eden anlaşmazlıklar bulunmaktadır. 1996 yılında imzalanan Hindistan-Bangladeş Ganj Su Anlaşması, Ganj Nehri’nin belirli dönemlerde paylaşımını düzenlemeyi amaçlamıştır (Mekonnen & Hoekstra, 2016). Ancak, iklim değişikliği ve artan su tüketimi nedeniyle Bangladeş, Hindistan’ın belirlenen su miktarını serbest bırakmadığını iddia etmektedir.
Brahmaputra Nehri konusunda ise Çin, Hindistan ve Bangladeş arasında yeni bir su paylaşım sorunu ortaya çıkmaktadır. Çin’in bu nehir üzerinde büyük baraj projeleri geliştirmesi, Hindistan’ın su akışının azalacağından endişe duymasına neden olmuştur (Turton, 2003).
2.3. Hidro-Hegemonya ve Su Politikaları
Sınır aşan suların yönetimi yalnızca hukuki ve diplomatik meselelerle sınırlı değildir; aynı zamanda güç dengeleriyle de şekillenmektedir. Hidro-hegemonya teorisi, su kaynaklarına sahip ülkelerin, bu kaynakları siyasi baskı aracı olarak kullanma eğiliminde olduğunu öne sürmektedir (Zeitoun & Warner, 2006).
Örneğin:
• Türkiye, Fırat ve Dicle üzerindeki su kontrolünü jeopolitik bir avantaj olarak kullanmaktadır (Kibaroglu, 2021).
• Mısır, Nil Nehri üzerindeki tarihi haklarını gerekçe göstererek Etiyopya’ya karşı uluslararası baskı kurmaktadır (Öztürk, 2020).
• Çin, Brahmaputra Nehri üzerindeki baraj projeleriyle Hindistan üzerindeki etkisini artırmaktadır (Mekonnen & Hoekstra, 2016).
Bu bağlamda, hidro-hegemonya politikalarının, sınır aşan sular konusundaki diplomatik çabaları daha da karmaşık hale getirdiği söylenebilir.
- MÜNHASIR EKONOMİK ALAN ANLAŞMAZLIKLARI VE DENİZ YETKİ ALANLARI
Sınır aşan suların yanı sıra, münhasır ekonomik alanlar (MEA) üzerindeki hak iddiaları da uluslararası ilişkilerde önemli krizlere yol açmaktadır. MEA, kıyı devletlerine denizlerde 200 deniz miline kadar ekonomik yetki alanı tanıyan bir kavramdır (Birleşmiş Milletler, 1982; Beckman & Davenport, 2012). Ancak, kıyıdaş ülkeler arasındaki sınırların belirlenmesi konusunda ciddi ihtilaflar bulunmaktadır.
Bu bölümde, Doğu Akdeniz, Güney Çin Denizi ve Arktik bölgesinde yaşanan MEA anlaşmazlıkları ele alınacaktır.
3.1. Hukuki Çerçeve ve Uluslararası Mahkeme Kararları
1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi (UNCLOS), MEA sınırlarını belirlemeye yönelik temel uluslararası hukuk metnidir (Birleşmiş Milletler, 1982). Ancak, ülkeler arasındaki kıta sahanlığı ve kara suları sınırlandırması konusundaki anlaşmazlıklar, UNCLOS’un uygulama süreçlerinde zorluklara neden olmuştur.
3.1.1. Uluslararası Mahkemeler ve Deniz Yetki Alanı Anlaşmazlıkları
• Gulf of Maine Davası (ABD-Kanada, 1984) → ICJ tarafından çözüme kavuşturulan bir sınır anlaşmazlığı örneğidir (McDorman, 2005).
• Karadeniz Kıta Sahanlığı Davası (Romanya-Ukrayna, 2009) → ICJ tarafından verilen karar, deniz yetki sınırlandırması konusunda önemli bir emsal teşkil etmiştir (Tanaka, 2018).
• Güney Çin Denizi Tahkim Davası (Filipinler-Çin, 2016) → PCA’nın Çin’in hak iddialarını hukuka aykırı bulduğu kritik bir karardır (Gao, 2019).
3.2. Doğu Akdeniz Krizi: Türkiye-Yunanistan Anlaşmazlığı
Doğu Akdeniz’deki MEA anlaşmazlıkları, özellikle Türkiye, Yunanistan, Güney Kıbrıs ve diğer bölge ülkeleri arasında ciddi bir jeopolitik rekabet doğurmuştur (Papadimitriou, 2021). Yunanistan ve Güney Kıbrıs, UNCLOS’un 200 deniz mili sınırlarını esas alarak deniz yetki alanlarını genişletmeye çalışırken, Türkiye “Mavi Vatan” doktrini çerçevesinde bu iddialara karşı çıkmaktadır (Karakoç, 2023).
Bu anlaşmazlık, enerji kaynaklarının paylaşımı ve askeri gerilimler açısından büyük önem taşımaktadır (Yiallourides, 2021).
3.3. Güney Çin Denizi ve Çin’in Hak İddiaları
Çin, Güney Çin Denizi’nde “Dokuz Çizgi Doktrini” ile geniş bir deniz alanı üzerinde hak iddia etmektedir (Wang, 2023). Filipinler, Vietnam ve diğer ASEAN ülkeleri, Çin’in bu hak iddialarına karşı çıkmakta ve uluslararası hukuka aykırı olduğunu savunmaktadır (Sun, 2022).
2016 yılında Lahey’deki Daimi Tahkim Mahkemesi (PCA) Çin’in iddialarını reddetmiş olsa da, Çin mahkeme kararlarını tanımadığını açıklamıştır (Gao, 2019).
- ÇÖZÜM ÖNERİLERİ VE ULUSLARARASI İŞ BİRLİĞİ
Sınır aşan sular ve münhasır ekonomik alanlar üzerindeki anlaşmazlıklar, yalnızca ulusal politikalarla çözülemeyecek kadar karmaşık ve çok boyutludur. Uluslararası hukukun daha etkin uygulanması, diplomatik mekanizmaların geliştirilmesi ve teknolojik çözümler bu tür ihtilafların çözümüne katkı sağlayabilir.
Bu bölümde, su krizleri ve deniz yetki alanı anlaşmazlıklarının çözümüne yönelik diplomatik, hukuki ve teknolojik öneriler ele alınacaktır.
4.1. Diplomatik Mekanizmalar: Diyalog ve Arabuluculuk
Diplomasi, su paylaşımı ve deniz yetki alanları konusunda uzun vadeli ve sürdürülebilir çözümler geliştirmek için en önemli araçlardan biridir. Başarılı diplomatik süreçlere örnek olarak:
• Mekong Nehri Komisyonu (MRC): Mekong Nehri’ni paylaşan ülkeler (Kamboçya, Laos, Tayland ve Vietnam) arasında iş birliği mekanizması oluşturmuştur (Pohl et al., 2014).
• Indus Su Antlaşması (1960): Hindistan ve Pakistan arasında uzun süredir devam eden su anlaşması, üçüncü taraf arabuluculuğunun önemini göstermektedir (Wolf, 1998).
Önerilen Diplomatik Çözümler:
• Birleşmiş Milletler çatısı altında uluslararası su paylaşımı konferanslarının düzenlenmesi
• Bölgesel iş birliği mekanizmalarının güçlendirilmesi (örneğin, Afrika’da Nil Havzası Girişimi’nin genişletilmesi)
• Üçüncü taraf arabuluculuğu ve uzlaştırıcı mahkemelerin daha aktif rol oynaması
4.2. Hukuki Reform ve Bağlayıcı Anlaşmalar
Uluslararası hukuk çerçevesinde, özellikle sınır aşan sular ve deniz yetki alanları konusunda daha bağlayıcı anlaşmalara ihtiyaç duyulmaktadır.
Mevcut Uluslararası Sözleşmeler ve Eksiklikler:
• 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi (UNCLOS): Deniz yetki alanlarının belirlenmesi için temel hukuki çerçeve sunmaktadır, ancak Çin ve Türkiye gibi bazı ülkeler, belirli hükümlerini kabul etmemektedir (Tanaka, 2018).
• 1997 BM Sınır Aşan Sular Sözleşmesi: Su paylaşımı konusunda önemli ilkeler getirse de, Türkiye gibi bazı önemli ülkeler bu sözleşmeye taraf olmamıştır (Birleşmiş Milletler, 1997).
Önerilen Hukuki Reformlar:
• Deniz yetki sınırlandırmalarında Uluslararası Adalet Divanı (ICJ) ve Daimi Tahkim Mahkemesi’nin (PCA) daha aktif rol alması
• UNCLOS’un modern enerji ihtiyaçlarına ve bölgesel çatışmalara uygun şekilde revize edilmesi
• Bağlayıcı uluslararası su paylaşımı anlaşmalarının artırılması ve daha fazla ülkenin bu anlaşmalara taraf olması
4.3. Teknolojik Çözümler: Su Yönetimi ve Deniz Kaynaklarının Korunması
Teknolojik ilerlemeler, su krizlerini azaltmak ve deniz kaynaklarını sürdürülebilir şekilde yönetmek için önemli bir rol oynayabilir.
4.3.1. Su Yönetimi ve Verimli Kullanım
• Ters Osmoz Teknolojisi: Tuzlu suyun tatlı suya çevrilmesini sağlayan bu yöntem, su kıtlığı çeken bölgelerde önemli bir çözüm olabilir (Allan, 2001).
• Akıllı Tarım ve Sulama Sistemleri: Damlama sulama ve su tasarruflu tarım yöntemleri, su kaynaklarının daha verimli kullanımını sağlayabilir (Mekonnen & Hoekstra, 2016).
4.3.2. Deniz Kaynaklarının Çevresel Yönetimi
• Balıkçılık ve deniz ekosistemlerinin korunması için uluslararası denetim mekanizmaları oluşturulmalı
• Petrol ve doğalgaz sondaj faaliyetlerinde çevre dostu teknolojilerin kullanımı zorunlu hale getirilmelidir (UNESCO, 2019).
- SONUÇ
Sınır aşan sular ve münhasır ekonomik alanlarla ilgili anlaşmazlıklar, 21. yüzyılın en büyük jeopolitik meydan okumalarından biri olmaya devam etmektedir. Nil Nehri, Fırat-Dicle Havzası, Güney Çin Denizi ve Doğu Akdeniz gibi bölgelerde yaşanan ihtilaflar, uluslararası hukukun ve diplomatik mekanizmaların etkinliğini test etmektedir.
Bu çalışmada, sınır aşan sular ve deniz yetki alanlarıyla ilgili mevcut hukuki çerçeve ele alınmış, önemli örnek olaylar incelenmiş ve çözüm önerileri sunulmuştur. Sonuç olarak:
1. Uluslararası hukukun güçlendirilmesi ve UNCLOS gibi sözleşmelerin bağlayıcılığının artırılması gerekmektedir.
2. Diplomatik iş birliği mekanizmalarının güçlendirilmesi, arabuluculuk ve çok taraflı müzakerelerin teşvik edilmesi önemlidir.
3. Teknolojik yenilikler sayesinde su krizlerinin azaltılması ve deniz kaynaklarının sürdürülebilir şekilde kullanılması gerekmektedir.
Gelecekte, bu tür anlaşmazlıkların önüne geçebilmek için uluslararası toplumun daha etkin, kapsayıcı ve sürdürülebilir iş birliği modelleri geliştirmesi kaçınılmazdır.
Kaynakça:
Allan, J. A. (2001). The Middle East water question: Hydropolitics and the global economy. I.B. Tauris.
Beckman, R., & Davenport, C. (2012). The South China Sea disputes and law of the sea. The Hague Academy of International Law.
Birleşmiş Milletler. (1982). United Nations Convention on the Law of the Sea (UNCLOS). United Nations.
Birleşmiş Milletler. (1997). Convention on the Law of the Non-Navigational Uses of International Watercourses. United Nations.
Gao, Z. (2019). The South China Sea dispute and international law: A critical analysis of the 2016 arbitral award. Edward Elgar Publishing.
Gleick, P. H. (2014). The world’s water 2014-2015: The biennial report on freshwater resources. Island Press.
Kibaroglu, A. (2021). The politics of water: The politics of the water in the Middle East. Routledge.
Karakoç, M. (2023). Mavi Vatan: Türkiye’nin deniz yetki alanları. Nobel Yayıncılık.
Mekonnen, M. M., & Hoekstra, A. Y. (2016). Four billion people facing severe water scarcity. Science Advances, 2(2), e1500323.
McDorman, T. L. (2005). The Gulf of Maine case and the law of the sea. Ocean Development & International Law, 36(4), 345-368.
Papadimitriou, A. (2021). Greek-Turkish relations: The geopolitical and legal challenges of the Eastern Mediterranean. Springer.
Salman, S. M. A. (2007). The Helsinki Rules, the Berlin Rules, and the UN Watercourses Convention: Perspectives on international water law. International Journal of Water Resources Development, 23(4), 625-640.
Sun, X. (2022). The South China Sea dispute and its impact on international relations. Cambridge University Press.
Tanaka, Y. (2018). The international law of the sea. Cambridge University Press.
Turton, A. R. (2003). The political economy of water scarcity in the Indian subcontinent: Conflict, cooperation and the environmental dilemma. Springer.
Wang, J. (2023). The South China Sea dispute: The politics of sovereignty and the law of the sea. Oxford University Press.
Wolf, A. T. (1998). Conflict and cooperation along international waterways. Water Policy, 1(2), 251-265.
Yiallourides, C. (2021). Geopolitics and energy in the Mediterranean: A new regional order. Palgrave Macmillan.
Zeitoun, M., & Warner, J. (2006). Hydro-hegemony: A framework for analysis of transboundary water conflicts. Water Policy, 8(5), 439-463.
Bir yanıt yazın