İran, değişik dönemlerde doğudan gelen Türklere yurt olduğu gibi (Turan 2003: 206-231) Anadolu’dan da Türk göçleri ile sürekli beslenmiştir (Sümer 1999: 177).
İlhanlı, Karakoyunlu ve Akkoyunlu dönemlerinde nispeten küçük gruplarla başlayan bu olgu, Şah İsmail’in İran’a hâkim olmasından sonra büyük kitlelerin göçü şeklinde tezahür etmiştir (Sümer 1992: 19).
Moğollar fethettikleri bu coğrafyaya İç Asya Türklerini bilhassa Uygur Türklerini getirirler. İbn Esir’in yazdığına göre Moğol ordusunun yarısından çoğu Türk’tür. Cuveynî ve Reşid gibi pek çok tarihçiye göre Hülâgü Han ile birlikte İran’a 2 milyon Türk gelmiştir (Heyet 2004: 11). Getirilen bu Türkler ile yerli göçebe Türkler kısa sürede kaynaşırlar. Hatta yönetimde bulunan ve sayıları az olan
Moğollar bile Türkleşir (Sümer 1957: 439). Cengiz çağı, pek çok coğrafyada olduğu gibi İran coğrafyası ve Orta Doğunun da Türkleşmesini teyit etmiştir (Golden 2002: 243, 245; Roux 2007: 271).
Bazı Fars “tarihçilerin” ve Farsların sözcülüğünü yapan Kesrevî, Ahmedî Girvî gibi Azerbaycanlı “bilim adamları”nın iddia ettiği gibi ne İran Türkleri Moğollar tarafından Farsların Türkleştirilmesi ile meydana getirilmiş ne de İran Türklerine Türk dili Moğollar tarafından öğretilmiştir6.
Timur’un, 1392 yılında Horasan’dan girerek beş yıl içerisinde
Mâverâünnehir’den Akdeniz’e kadar uzanan bu coğrafyayı işgal etmesi, 1402’de Ankara Savaşı’nda Yıldırım Bayezid’i esir alarak Anadolu’daki Türk birliğini bozması, bununla İstanbul’un alınmasının elli yıl gecikmesi, Altın Ordu devletini yıkarak Rusları “esaretten” kurtarması, kötü sonucu hâlâ devam eden büyük hatalar olmuştur (Kurat 2002: 138). Altın Ordu devletinin yıkılmasının üzerinden yarım asır geçmeden Ruslar Karadeniz’e ulaşmış, Ejderhan’ı alıp Kafkasya’ya inmiş ve Orta Asya’ya doğru yayılmışlardır (Uzunçarşılı 1972: I/301; III/33 vd.; Özdek 1990:
249).
Erdebil’in Türk asıllı ünlü şeyhi Şeyh Safiyüddin’in torunu Haydar ile
Akkoyunlu Devleti hükümdarı Uzun Hasan’ın kızı Halime (Âlemşah) Begüm’ün evliliğinden 1487’de dünyaya gelen Şah İsmail’in (Sümer 1992: 15), Anadolu Türk boylarından topladığı 7 bin, bazı kaynaklara göre 12 bin kişilik ordu ile Şirvan üzerine yürümesi, arkasından Akkoyunlu hükümdarı Elvend Mirza’yı yenerek Azerbaycan’a hâkim olması (Uzunçarşılı 1975: II/225 vd.; Aşurbeyli 2006: 305) ve 1502’de Tebriz’de şahlığını ilân etmesi, Türk tarihinin en büyük kırılma noktalarından biri olmuştur.
Safevî devleti, Anadolulu göçebe ve köylü Türkler tarafından kurulmuştur. Bu Anadolulu kurucu halk, Şah İsmail’in dedesi Şeyh Cüneyd tarafından hazırlanmış, babası Şeyh Haydar tarafından teşkilatlandırılmış, İsmail tarafından da harekete geçirilip Safevî devleti kurulmuştur (Sümer 1992: 202) Safevî devletinin kurulması
İran’da hâkimiyetin bir Türk hanedanından diğerine geçmesinden başka bir şey değildir. Safevî devletini kuran ve devam ettirenler tamamen Türk boylarıdır. Rus tarihçisi Pétruşévski (1898-1977) de İran Tarihi adlı eserinde (Pétruşévski, İran Tarihi, II/501) Safevî Devleti’nin Fars millî devleti değil, Türk millî devleti olduğunu yazmaktadır (Mirehmedî 1369/1991: 38).
Dandanakan’da Selçukoğulları Tuğrul ve Çağrı Beylerin Gazneli hükümdarı Sultan Mesud’la; Ankara Ovası’nda, Timur’un Bayezid’le; Otlukbeli’nde, Fatih Sultan Mehmet’in Uzun Hasan’la yaptığı talihsiz savaşlar gibi, Türk’ün Türk’e karşı savaştığı bir savaş da Çaldıran Savaşı’dır. 23 Ağustos 1514 günü Hoy yakınlarındaki
Çaldıran Ovası’nda iki Türk hakanı ve iki büyük Türk ordusu karşı karşıya gelir.
Yavuz Selim’in yüksek silâh gücü ve disiplinli ordusu karşısında fazla dayanamayan Şah İsmail savaşı kaybeder. Yavuz Selim Tebriz’e girer, (15 Eylül 1514) buraya kadar olan toprakları ülkesine katar ve Tebriz’deki ilim adamı, sanatkâr, şair/âşık, tüccar kimselerden 1000 aileyi Anadolu’ya sevk eder (Uzunçarşılı 1975: II/269). Bu ilim adamı ve sanatkârlar, Osmanlı coğrafyasında dil, edebiyat, müzik, resim, minyatür, halı, mimari ve pek çok bilim dalının gelişmesine büyük katkıda bulanacaklardır.
Şah İsmail’in genç yaşta ölümünden sonra Safevî tahtına on yaşında bulunan en büyük oğlu Tahmasb getirilir. Kanunî’nin küçük oğlu Bayezid’in 12 bin kişilik ordusu ile Şah Tahmasb’a sığınması (1559), Kanunî’nin ısrarlı isteği üzerine Tahmasb’ın Şehzade Bayezid’i dört oğlu ile birlikte boğdurtması hadisesi, Osmanlı-
Safevî ilişkilerini farklı boyutlara taşımıştır (Turan Ş. 1997: 112-135; Uzunçarşılı 1975: II/407).
Safevî Türk hükümdarları içerisinde 1587’de tahta çıkan I. Şah Abbas’ın sonuç itibariyle Safevî Devletini yıkıma götürecek iki uygulaması olacaktır. Bunlardan biri Osmanlı baskısından uzak kalmak için başkenti Kazvin’den İsfahan’a nakletmesi (Yazıcı 1966: X/56), bununla birçok Türk kültür kurumunun sıfıra indirgenmesi;
ikincisi ise devletin aslî kurucu unsuru olan Türkleri yönetimde etkisiz hâle getirmesidir (Roux 2007: 415; Sümer 1992: 148). Şah Abbas’ın hassa ordusunu Gürcü ve Çerkezlerden oluşturması, hatta Safevî ordularının başına Ermeni asıllı Allahverdi Han’ı getirmesi, Ermeni, Gürcü, Çerkes soyundan köleleri önemli
mevkilere tayin etmesi, buna karşı çıkan Türkmen reislerini öldürtmesi (Hammer 1992: V/106), dolayısıyla Türk olmayan unsurların başa çekilmesi şeklindeki siyaseti Safevî Türk Devleti’nin çöküşünü hazırlamıştır (Roux 2007: 415; Sümer
1992: 148). Şah Abbas’ın ölümü esnasında görev başında bulunan 93 emirden 48’i Türk değildir (Sümer 1992: 148,156).
[13:06, 24.12.2024] Araz. Güney Azerbaycan:
Prof. Ali. Kafkasyalı ”İRAN TÜRKLERİ” Kitabından alınmıştır./ TURKİSHFORUM -ABDULLAH TÜRER YENER
Bir yanıt yazın