Prof. Ali. Kafkasyalı ”İRAN TÜRKLERİ” Kitabından alınmıştır. 14. Bölüm

Prof. Ali. Kafkasyalı ''İRAN TÜRKLERİ'' Kitabından alınmıştır. 14. Bölüm - turer yener

Prof. Ali. Kafkasyalı ”İRAN TÜRKLERİ” Kitabından alınmıştır. 14. Bölüm

Türk milletinin en orijinal sanat ürünlerinden biri olan halı16 sanatı, dünya
medeniyetine Türklerin hediyesidir. “Halının vatanı olarak 30 ile 45 kuzey arz
dereceleri arasında kalan ve bütün Asya’yı kuşatan bölge kabul edilmektedir. Burası
ise Türkistan bölgesidir.” (Yetkin 1991: 189; Atalay 1967: 6 vd.). Rus arkeolog
Sergei İvanovich Rudenko Altay Dağları’nda, Pazırık mevkiindeki kazılarda
bulduğu halının M.Ö. 5. yüzyıla ait olduğunu bildirmektedir. Çin kaynakları da
kadim devirlerde Hoten’de halı dokunduğunu yazmaktadır. Bilim adamları
arasındaki ortak kanaate göre Halı, Türkistan’da Türkler tarafından miladî üçüncü
yüzyıldan önce dokunmaya başlanmıştır (Sümer 1984: 44 vd.).
Halı dokumacılığı Selçuklu Türkleri ile birlikte Orta Asya’dan batıya doğru
yayılmıştır.
Türkiye Türk halı sanatını, Türkiye’den daha kadim Türk yurdu olan İran Türk
halı sanatından ayrı değerlendirmek mümkün değildir. Anadolu’ya gelen Türklerin
ekserisi bu coğrafyayı istasyon yaparak gelmiştir. Daha sonraki devirlerde
Anadolu’dan İran coğrafyasına veya yine İran coğrafyasından Anadolu’ya yapılan
Türk göçleri de hesaba katılırsa pek çok konuda olduğu gibi halı sanatı sahasında da
etkileşimin büyük oranda olduğu anlaşılır.
İran coğrafyasında Kaşkay, Şahseven, Afşar, Halaç, Türkmen, Karapapak gibi
göçeri veya yarı göçeri Türk toplulukları ile yerleşik hayatta bulunan Güney
Azerbaycan Türklerinin halı ve halıdan yastık, minder, terki heybesi yaptıkları
bilinmektedir. Safevîler döneminde hemen her sanat dalında olduğu gibi halı
sanatında da büyük gelişme görülmüştür. Tebriz, Erdebil, Şamahı, Gence, Guba,
Şirvan, Muğan, Kazak ve Berde şehirleri halıcılığın merkezi olmuştur. Bu
merkezlerde dokunan halılar “Kafkas Halısı” adı ile dünyanın en uzak saray, köşk ve
müzelerinde haklı yerlerini almıştır.
Son araştırmalar mimari sanatının, İran coğrafyasına ve Kafkaslara Türkistan ve
Uygur medeniyetinden geldiğini göstermektedir. Ancak binlerce yıllık tarih içinde
Türkistan ve diğer Türk yurtlarının uğradığı işgaller, yıkımlar ve ihmaller Türk
mimari eserlerinden fazla örnek kalmasına imkân bırakmamıştır. Fakat Türklerin
İslam dairesine girdikten sonraki dönemine ait İran Türk mimari sanatının
özgünlüğünü ve gelişimini izlemek mümkündür.
Türkistan’daki süreç gibi İran ve Kafkasya’da da Türk mimari sanatı İslam
dininin yayılması ile birlikte gelişmeye başlamıştır. İlk önce dinî karakterli binalar
yapılmıştır. Türk mimarisi diğer Müslüman ülkelerle birlikte dinî mimariye önem
vermiştir. Her ne kadar aynı dinin mensubu olmanın yaptığı etki ile İslam ülkelerinin
mimarilerinde konu benzerliği görülse de daha orta asırlardan itibaren Orta Asya, Hindistan, Azerbaycan, İran, Türkiye, Suriye, Irak, Mısır, Magrib ülkeleri ve diğer
Arap ülkelerinin özgün mimarileri de gelişmiştir. Bahsi geçen ülkelerin o dönem
mimari eserlerine bakıldığında bu durum açıkça görülmektedir. Saydığımız bu
ülkelerin hepsinde aynı dönemde camiler, kümbetler, abideler inşa edilmiştir. Fakat
hiçbirinin mimari tarzı, minaresinden kubbesine, iç mekânlarından dış mekânlarına
kadar aynı özellikte değildir.
Orta asırlarda faaliyet gösteren en önemli mimari mekteplerinden biri Tebriz
Mimari Mektebi’dir.
Türk mimari üslûbunda yapılan ilk Türk medresesi de Selçuklu Sultanı Tuğrul
Bey tarafından şimdiki İran’ın Nişapur şehrinde 1046’da yaptırılmıştır. Daha sonra
Tus, Basra, İsfahan, Herat, Belh, Bağdat, Hargirt ve Rey gibi şehirlerde de önemli
Türk mimari eserleri olan medreseler inşa edilmiştir. Ancak Rey (Tahran) ve
Nargirt’teki medreselerin dışında hiç biri günümüze ulaşamamıştır. Medrese
mimarisi de Selçuklular zamanında Irak, Suriye, Mısır ve Anadolu’ya yayılmıştır
(Aslanapa 1992: 318).
İran coğrafyasında Kervansaray mimarisi de Türkler tarafından inşa edilmiştir.
İlk kervansaraylardan olan Tus-Serahs yolu üzerindeki “Ribat-ı Mahi” Gazneli
Sultan Mahmud tarafından 1019-20 yıllarında yaptırılmıştır. İran coğrafyasında
bulunan ve Selçuklulardan kalan bir kervansaray da “Meşhed Serahs yolu üzerinde
bulunan ve 1114-15 yıllarında yapılan “Ribat-ı Şerif”tir(Aslanapa 1992: 324 vd.).
Türk milleti tarihi, dili, edebiyatı, kültür ve sanat varlıkları ile bir bütündür.
Türk milleti bu gün dağınık durumdadır. Türk milletinin bu parçalarından birini ele
alarak bütün Türk dünyası hakkında hüküm yürütmek maksadı temin etmez. Türk
milletin diğer parçalarına da tanımak gerekir. Ali
İran Türklüğü bu bakımdan incelenmeye ve bilinmeye layık en önemli Türk
boyudur, onların yaşadığı ülke bilinmesi ve incelenmesi gereken en önemli Türk
ülkesidir. ali.
Tarihî, kültürel ve coğrafî bakımdan dünya haritasında fevkalâde önemli bir yer
tutan Azarbaycan ve İran coğrafyası, dil, edebiyat, sanat ve Türk kültürü bakımından
da Türk dünyası içerisinde önemli bir varlığa sahiptir. Binlerce yıl önceden bu
coğrafyada Türk dili, edebiyatı kültürü neşvünema bulmuştur. Türk dünyası
dolayısıyla dünya medeniyetine onlarca büyük edebiyatçı, bilim adamı, sanatçı
yetiştirmiştir. Ali
İran Türk ediplerinin çok önemli bir meziyetlerine de işaret etmek
gerekmektedir. O da şudur ki İran Türk edipleri, hatta bütün Müslüman Türk
dünyasının Türk müellifleri eserlerini iki veya üç dilde, Arapça-Türkçe, Farsça-
Türkçe, Arapça-Farsça veya her üç dilde yazmışlardır. Bu durum dünyada yegâne
Türk Müslümanlara mahsustur. Bu da Türk ediplerinin gönül zenginliğini, güçlülüğünü ve düşünce derinliklerini göstermektedir. İmadeddin Nesimî (1370-1404), Ali Şir Nevâî (1441-1501), Şeyh İbrahim
Gülşenî (1427 – 1533), Muhammed Fuzûlî (1494-1556), Muhammet Bağır Halhalî
(1829-1891), Hekim Muhammet Hideci (1853-1928) ve Hacı Şeyh Zeynalabidin
İman (Mecnun) (d. 1892) gibi pek çok Türk edibi eserlerini üç dilde yazmışlardır.
Nesimî 25 bin beyitlik divanını Türkçe, 2 bin beyitlik divanını Farsça, bin
beyitlik divanını Arapça yazmıştır. Fuzûlî 19 eserini üç dilde yazmıştır. (Kerimî
1382/2003: 21)
İran, coğrafî yönden, Türkmenistan, Afganistan ve Pakistan’dan başlayarak
bütün Türk ülkeleri ile hatta Hindistan, Çin gibi diğer ülkeler ile Türkiye, dolayısıyla
Avrupa arasında çok önemli bir köprü durumundadır.
Kitabın konusu
Sovyet tarihçileri, Curzon, Skays gibi İngiliz askerî tarihçileri bazı hususları
abartmışlar bazı hususları da görmezden gelmişlerdir.
1908 Settar Han, 1918-1920 Şeyh Muhammed Hiyabanî, yine aynı dönemde
Mehmed Emin Resulzadı bağımsızlık harketine ve 1941-46 Pişeverî bağımsızlık
hareketine yeteri kadar hatta hiç yer vermemişlerdir.
Büyük güçlerin baskısı ve güdülemeleri sebebiyle Türkiye Türk tarihçilerinin
çoğu da bu hususta kalem oynatmamışlardır.

Prof. Ali. Kafkasyalı ”İRAN TÜRKLERİ” Kitabından alınmıştır. / TURKİSHFORUM – ABDULLAH TÜRER YENER

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir