BOP, Erdoğan ve Türkiye: Bir İhanet Sürecinin Analizi

Türkiye’deki siyasal yapıyı ve bölgesel dinamikleri derinden etkileyen Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), ülkemizin bağımsızlık ve bütünlüğünü hedef alan bir projedir. Recep Tayyip Erdoğan’ın BOP eş başkanlığı, bu tehlikeli sürecin Türkiye’deki uygulayıcı ayağını net şekilde ortaya koymaktadır. Erdoğan’ın, AKP’nin kuruluşundan itibaren uluslararası güçlerin ajandasına hizmet ettiği, Washington ve Tel Aviv tarafından oluşturulan politikaları hayata geçirdiği açıkça görülmektedir. Bu süreçte TSK, muhalif siyasetçiler, sanatçılar ve aydınlara yönelik kumpaslarla ülke içindeki direniş odakları sistematik biçimde tasfiye edilmiştir. - sefa yurukel

Türkiye’deki siyasal yapıyı ve bölgesel dinamikleri derinden etkileyen Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), ülkemizin bağımsızlık ve bütünlüğünü hedef alan bir projedir. Recep Tayyip Erdoğan’ın BOP eş başkanlığı, bu tehlikeli sürecin Türkiye’deki uygulayıcı ayağını net şekilde ortaya koymaktadır. Erdoğan’ın, AKP’nin kuruluşundan itibaren uluslararası güçlerin ajandasına hizmet ettiği, Washington ve Tel Aviv tarafından oluşturulan politikaları hayata geçirdiği açıkça görülmektedir. Bu süreçte TSK, muhalif siyasetçiler, sanatçılar ve aydınlara yönelik kumpaslarla ülke içindeki direniş odakları sistematik biçimde tasfiye edilmiştir.

BOP ve Erdoğan’ın Rolü

Büyük Ortadoğu Projesi, ABD ve İsrail’in bölgedeki çıkarlarını genişletmek ve Ortadoğu’yu kendi hedefleri doğrultusunda yeniden şekillendirmek için tasarlanmıştır. Erdoğan’ın “BOP eş başkanıyım” sözleri, bu projedeki aktif rolünü ve bağlılığını net şekilde ortaya koymaktadır. Erdoğan liderliğindeki AKP hükümeti, Türkiye’nin stratejik kaynaklarını ve coğrafi avantajlarını, BOP hedeflerine hizmet eden politikalarla heba etmiştir.

AKP’nin kuruluş süreci, doğrudan yabancı güçlerin kararı altında şekillendirilmiştir. Namık Kemal Zeybek, AKP’nin kuruluşunda ABD ve Batı’nın belirleyici bir rol oynadığını şu sözlerle açıklamaktadır: “AKP, Türkiye’nin çıkarlarını değil, Büyük Ortadoğu Projesi’nin hedeflerini gerçekleştirmek üzere dizayn edilmiştir. Partinin programı dahi Washington’dan gelen yönlendirmelerle oluşturulmuştur.” Aynı şekilde Abdulrahim Karslı da AKP’nin kuruluş aşamasında ulusal çıkarların tamamen göz ardı edilerek yabancı güçlerin talimatlarının hayata geçirildiğini şöyle vurgulamaktadır: “AKP’nin ortaya çıkışı, küresel bir projenin parçasıdır. Partinin lider kadrosu, özellikle BOP hedefleri doğrultusunda özenle seçilmiş ve bu doğrultuda desteklenmiştir.”

Recep Tayyip Erdoğan’ın diplomasının sahte olduğu iddiaları, hem hukuki hem de siyasi meşruiyet tartışmalarını derinleştirmiştir. Türkiye’yi yönetme iddiasında bulunan bir kişinin, anayasal gereklilik olan diploma koşulunu yerine getirmemiş olması ve bu konudaki belgelerin şeffaf şekilde ortaya konulamaması, anayasa suçu işlediğini açıkça göstermektedir. Bu durum, sadece hukukun üstünlüğüne değil, devletin meşruiyetine de ağır bir darbe indirmiştir. Abdurrahman Dilipak bu konuda şunları ifade etmektedir: “Diploması dahi olmayan birinin ülkeyi yönetmesi, sadece siyasi değil, aynı zamanda hukuki bir skandaldır. Erdoğan’ın sahte belgelerle bu göreve gelmesi, hem milletin iradesine hem de anayasal düzene karşı işlenmiş bir suçtur.”

17-25 Aralık ve Yolsuzluk Gerçekleri

17-25 Aralık 2013’te patlak veren yolsuzluk soruşturmaları, Erdoğan ve yakın çevresinin ulusal çıkarlar yerine kişisel menfaatlere dayalı bir yönetim anlayışını benimsediğini ortaya koymuştur. Bu süreçte sızdırılan tapeler ve belgeler, Erdoğan’ın halkın kaynaklarını nasıl kendi çıkarları doğrultusunda kullandığını kanıtlamaktadır. Yolsuzluk operasyonlarının bastırılması ve delillerin ortadan kaldırılması, Erdoğan’ın adalet sistemine yönelik açık bir müdahalesi olarak tarihe geçmiştir.

Abdurrahman Dilipak, bu dönemde Erdoğan’ın BOP doğrultusunda hareket ettiğini şu şekilde ifade etmektedir: “Erdoğan, BOP’un eş başkanı olarak hareket ederken, hem ulusal kaynakları yabancı sermayenin hizmetine sunmuş hem de yolsuzluklarla devleti güçsüzleştirmiştir. Bu yolsuzluklar, aslında Türkiye’yi bölgesel bir aktör değil, küresel projelerin basit bir taşeronu haline getirmiştir.”

TSK’ya ve Ümit Özdağ’a Kumpaslar

Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki hükümet, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni hedef alan kumpaslarla ülkenin savunma sistemini kırmıştır. Ergenekon ve Balyoz davaları, FETÖ ile iş birliği yapılarak TSK’ya yönelik bir tasfiye operasyonu olarak yürütülmüştür. Bu süreçte, ordu içinde BOP’a karşı direniş gösteren tüm unsurlar etkisiz hale getirilmiştir.

Ümit Özdağ, bu ihanet sürecinin diğer bir hedefi olmuştur. Özdağ, hem TSK içindeki stratejik yapılanma hem de milli politikaların korunması adına yürüttüğü çalışmalardan dolayı Erdoğan ve FETÖ ortaklığının hedefi haline getirilmiştir. Şimdi de muhalefet liderlerinden Özdağ’a yönelik kumpaslar, düzmece deliller ile düzmece dava ve tutuklama, ulusal güvenlik hassasiyetlerinin Erdoğan tarafından sistematik olarak baltalandığını bir kez daha gözler önüne sermektedir. Namık Kemal Zeybek, bu kumpasların Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesine vurulan en büyük darbelerden biri olduğunu ifade etmiştir.

Sanatçılara ve Muhaliflere Yönelik Baskılar

Erdoğan yönetimi, sadece TSK’yı ve muhalif siyasetçileri değil, aydınları, sanatçıları ve akademisyenleri de hedef almıştır. Eleştirel düşünceyi susturmak için yapılan sistematik baskılar, Türkiye’nin demokrasiye ve ifade özgürlüğüne olan inancını zayıflatmıştır. Sanatçılara yönelik uygulamalar, Erdoğan’ın hukuku ve insan haklarını tamamen hiçe sayan yönetim anlayışının bir yansımasıdır.

Halkın ve Bürokratların Rolü

Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı ve birliği için halkın örgütlü bir mücadele vermesi artık zorunluluktur. Bürokratlar, anayasal düzeni korumak ve devleti yeniden hukuk ekseninde yapılandırmak adına tarihi bir sorumluluk taşımaktadır. Erdoğan’ın anayasal düzeni yok sayarak devleti kişisel bir şirket gibi yönetmesi, milletin geleceği için büyük bir tehdittir. Bu nedenle, halkın ve devlet kurumlarının Erdoğan ve çevresine karşı etkili bir şekilde harekete geçmesi gerekmektedir.

Sonuç

Recep Tayyip Erdoğan, BOP eş başkanı olarak Türkiye’nin ulusal çıkarlarını tamamen hiçe saymıştır. TSK’ya ve Ümit Özdağ gibi milli politikaları savunan isimlere yönelik kumpaslar, bu ihanetin en açık göstergesidir. Erdoğan’ın diplomasının sahte olduğu gerçeği, onun sadece anayasal suçlar işlediğini değil, aynı zamanda devletin meşruiyetini de açıkça ihlal ettiğini göstermektedir. Erdoğan ve ona destek veren Bahçeli, Hakan Fidan ve İbrahim Kalın gibi isimler, anayasal düzeni ve ulusal güvenliği yok sayarak devlete ihanet etmiştir. Bu isimlerin bir an önce yargılanması, Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesi için hayati öneme sahiptir.

Kaynakça
1. Abdulrahim Karslı, Hukuk ve Demokrasi Üzerine Düşünceler, 2020.
2. Namık Kemal Zeybek, Türkiye’nin Stratejik Derinliği ve Bağımsızlık Mücadelesi, 2015.
3. Abdurrahman Dilipak, “BOP ve Türkiye”, Yeni Akit Gazetesi, 2008.
4. 17-25 Aralık Yolsuzluk Soruşturmaları Belgeleri ve Ses Kayıtları (2013).
5. Ergenekon ve Balyoz Davaları İddianameleri ve Savunmaları.
6. Ümit Özdağ, Türkiye’nin Geleceği ve BOP’a Direniş, 2016.
7. Büyük Ortadoğu Projesi: ABD’nin Bölgesel Hedefleri, İstanbul Stratejik Araştırmalar Merkezi, 2007.
8. Namık Kemal Zeybek, “AKP ve Yabancı Güçlerin Etkisi”, Stratejik Analiz Dergisi, 2014.
9. Abdurrahman Dilipak, “Sahte Diplomalar ve Meşruiyet Sorunu”, Yeni Akit Gazetesi, 2010.

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir