Türkiye, tarihinin en kritik dönemlerinden birini yaşıyor. Hukukun üstünlüğü, ifade özgürlüğü ve siyasal çoğulculuk gibi demokrasinin temel taşları, iktidarın otoriterleşme eğilimleri altında sistematik olarak tahrip ediliyor. Bu süreçte muhalif liderlere, sivil toplum kuruluşlarına ve bağımsız hukukçulara yönelik baskı politikaları, iktidarın kendi çıkarlarını koruma adına Türkiye’yi bir korku rejimine sürüklediğini açıkça ortaya koyuyor.
Son olarak, Zafer Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın tutuklanması, bu baskıcı düzenin ne kadar ileri gittiğini gösteren çarpıcı bir örnek oldu. Hukukun siyasallaştırıldığı, delillerin üretildiği ve suçların uydurulduğu bu süreç, sadece bir kişiye değil, tüm Türkiye toplumuna yapılmış bir saldırıdır. Ümit Özdağ’ın tutuklanması ve ardından gelen tepkiler, iktidarın muhalefeti susturma stratejisinin açık bir göstergesi olarak karşımızda duruyor.
Siyasi Operasyonların Gölgesinde Türkiye
Ümit Özdağ’ın avukatı Sevdagül Tunçer, durumu özetlerken yıllar önce FETÖ’nün kumpas davalarında kullanılan yöntemlerin aynısının bugün de devrede olduğunu vurguladı: “Delil üretildi, suç uyduruldu. Uygulamaların önden geldiği, sözde hukukun arkadan geldiği bir süreç yaşıyoruz.” Bu sözler, Türkiye’nin hukuki sisteminin nasıl araçsallaştırıldığını ve iktidarın elinde bir silaha dönüştüğünü gözler önüne seriyor.
Tarihi Silivri Cezaevi, bu tür hukuk dışı operasyonların simgesi haline gelmiş durumda. Zafer Partisi’nin Silivri önünde gerçekleştirdiği nöbetler ve ilçe başkanlık toplantılarını burada yapma kararı, halkın direnişinin ne kadar güçlü olduğunu göstermesi açısından önemli bir sembolizme sahip. Ancak bu direniş, sadece Zafer Partisi’nin değil, Türkiye’de demokrasiye inanan herkesin sorumluluğudur.
Türkiye’nin BOP’la uyumlu Suriye Politikası ve İçeriye Yansıyan Baskılar
Ülkenin Suriye politikasında da benzer bir çelişki hâkim. ABD’nin BOP planı çerçevesinde desteklediği PKK’nın bölgede güçlenmesine karşı verilen sözde mücadele, iktidarın içerideki baskı politikalarını örtbas etmek için kullandığı bir başka perde arkasını oluşturuyor. Hem BOP planın içinde olup PKK’lılara ve liderine af hemde “Terörsüz Türkiye” sloganlarıyla, Türkiye’nin bölgesel güvenliğini sağlama iddiası dile getirerek Türkiye de BOP çu rejim değişikliği adlı bir gerçek gizlenmeye çalışıyor. Ancak içeride, kendi halkına karşı uygulanan baskılar, iktidarın aslında iki aydır uydurduğu “kardeşlik” ve “barış” gibi kavramları siyasi manipülasyon aracı olarak kullandığını açıkça gösteriyor.
Barolar ve Toplum Direnişte
Ümit Özdağ’ın tutuklanmasına karşı 63 baronun ortak bildirisi, Türkiye’nin hukuk camiasının vicdanını temsil ediyor. Ancak bildiride imzası bulunmayan Güneydoğu ve Doğu Anadolu barolarının üzerindeki baskı dikkat çekiyor. İktidar ve PKK’nın örtük iş birliği, bu bölgelerde adalet savunucularının sesini kısmak için devreye sokulmuş durumda. Baroların üzerinde hem iktidarın sindirme politikası hem de PKK’nın baskısı açık bir tehdit oluşturuyor. Bu ikili kıskacın sonucu olarak bölge barolarının büyük kısmı ortak bildiriye imza atamamış durumda. Muhalefeti bölme ve sindirme politikalarının bir uzantısı olarak, barolar dahi kutuplaştırılmaya çalışılıyor.
Zafer Partisi Gençlik Kolları Genel Başkanı Mustafa Can Küçük’ün “Artık Oğuz uyandı!” çağrısı, gençlerin bu mücadelede ne kadar kararlı olduğunu gösteriyor. Ancak bu kararlılık sadece bir siyasi partinin mücadelesi olarak kalmamalı; Türkiye’nin her kesiminden insanın ortak bir direnişi olmalıdır.
BOP çu İktidarın Terör Politikası ve Toplumun Mücadelesi
BOP çu AKP ve MHP ittifakı, uzun süredir muhalifleri “terörist” yaftasıyla hedef alıyor. Ancak asıl terör, hukukun, adaletin ve demokrasinin gasp edilmesidir. Bugün iktidar, kendi otoritesini korumak adına sistematik bir “devlet terörü” uyguluyor. Bu durum, sadece muhaliflere değil, Türkiye’nin geleceğine yönelik bir tehdittir.
İktidarın siyasi terörüne karşı direniş büyüyor. Silivri önünden yükselen sesler, sadece bir liderin değil, adaletin ve demokrasinin de kurtuluşu için atılmış bir adımdır. Türkiye, bu karanlık dönemi aşacaksa, baroların, sivil toplumun ve halkın dayanışmasıyla bunu başaracaktır.
Artık denildiği gibi “Oğuz uyanmıştır.” Ve bu uyanış, Türkiye’nin yeniden bir hukuk devleti olmasının ilk adımıdır.
Bir yanıt yazın