Sefa Yürükel
Diktatörlük rejimlerinde korku, iktidarın en etkili araçlarından biridir. Türkiye’de, Erdoğan-Bahçeli iktidarının, muhalif kesimlere karşı hukuku ve anayasayı göz ardı ederek kurduğu polis devleti mekanizması, toplumda geniş çaplı bir korku atmosferi yaratmaktadır. Bu atmosfer; hapis cezaları, mallara el koyma, işten çıkarma, muhalif basın-yayın organlarının susturulması ve bireylerin açlıkla tehdit edilmesi gibi psikolojik ve fiziksel şiddet yöntemleriyle pekiştirilmektedir. Ancak bu tür rejimlerde korkunun kırılması ve toplumsal dayanışma ruhunun yeniden inşası, bireysel ve kolektif direniş için hayati önemdedir.
Korkunun Sosyopsikolojik Temelleri
Korku, otoriter rejimlerin bireyler üzerinde hâkimiyet kurmak için kullandığı temel bir araçtır. Hannah Arendt’e göre, totaliter rejimlerin başarısı, bireyleri yalnızlaştırmak ve onları kendi korkularıyla baş başa bırakmak üzerine kuruludur. Sosyal dayanışma mekanizmalarının parçalanması, bireylerin yalnızlık hissini derinleştirir ve direniş kapasitesini düşürür. Aynı şekilde, Fransız filozof Michel Foucault, iktidarın bireyleri sürekli gözetim altında tutarak bir “disiplin toplumu” yarattığını belirtir. Bu da bireylerin, yalnızca dışsal baskılarla değil, içselleştirdikleri korkularla da hareket etmelerine neden olur.
Ancak, korkunun kırılabilmesi için bireylerin bu yalnızlık hissini aşması ve dayanışma ruhunu yeniden kazanması gerekir. İnsan psikolojisi üzerine çalışan Viktor Frankl, en zor koşullarda bile anlam arayışının bireyleri hayatta tutan temel bir unsur olduğunu vurgular. Bu bağlamda, otoriter rejimlere karşı direniş de anlamlı bir kolektif mücadeleye katılım yoluyla bireylere umut ve güç kazandırabilir.
Dayanışma ve Direnişin Gücü
Dikta rejimlerinde korkunun yenilmesinde en etkili araç, dayanışmadır. Sosyal psikolog Albert Bandura, bireylerin kendi güçsüzlük algılarını topluluk desteğiyle aşabileceğini belirtir. Özellikle otoriter rejimlerde, bireyler arasında kurulan dayanışma bağları, yalnızlık hissini azaltır ve korkunun etkisini zayıflatır. Türkiye’de son yıllarda artan baskılara rağmen, farklı muhalif grupların bir araya gelerek oluşturduğu dayanışma ağları, bu direnişin örneklerinden biridir.
Antropolog James Scott, baskıcı rejimlerde “gündelik direniş” pratiklerinin önemine dikkat çeker. Açık bir başkaldırının mümkün olmadığı durumlarda, bireylerin küçük ölçekli ve gündelik direniş biçimlerine yönelmesi, uzun vadede iktidarın meşruiyetini sarsabilir. Örneğin, Türkiye’de insanların sosyal medyada anonim hesaplarla seslerini duyurması, rejimin baskısına rağmen alternatif bir kamusal alan yaratma çabasının göstergesidir.
Korkunun Kırılma Anı
Korkunun kırılma anı, genellikle bireylerin “kayıp korkusu”nu aşarak kolektif mücadelede yer almayı tercih ettiği kritik bir dönüm noktasıdır. Slavoj Žižek, korkunun bir yanılsama olduğunu ve bireylerin korkuya teslim olmaktan vazgeçtiğinde, iktidarın elindeki en güçlü aracı kaybedeceğini savunur. Bu tür rejimlerde korku, yalnızca bireylerin kendilerini tehdit altında hissetmesine değil, aynı zamanda dayanışma içinde hareket etme yeteneklerini kaybetmesine de dayanır. Ancak korkunun kırıldığı noktada, bireyler dayanışma ağları aracılığıyla yalnız olmadıklarını fark eder ve rejimin meşruiyetini sorgulamaya başlar.
Burada temel sorun, otoriter rejimlerin korkuyu bireyler üzerinde nasıl bir kontrol mekanizması olarak kullandığı ve bunun nasıl aşılabileceğidir.
Türkiye gibi ülkelerde muhalefetin susturulması, bireylerin özgüvenini zedelemekte ve kolektif eylemliliği zorlaştırmaktadır. Ancak, tarih boyunca birçok örnek, dayanışma ve direnç ruhunun bu tür rejimleri aşmada kritik bir rol oynadığını göstermektedir.
Psikolojik Direncin İnşası
Psikolojik direnç, korkuyu yenmenin temel taşlarından biridir. Bu süreç, bireylerin korkularıyla yüzleşmesi ve bu korkuların gerçeklikten ne ölçüde beslendiğini sorgulamasıyla başlar. Psikolog Carl Rogers’a göre, insanlar otantik bir hayat sürdüklerinde daha güçlü ve cesur hissederler. Bu da bireylerin, rejimin kendilerine dayattığı “itaatkar birey” modelini reddetmeleriyle mümkün olur. Örneğin, baskı altında kalan bir gazeteci ya da akademisyen, susturulmaya çalışıldığında direnç göstermeyi seçerse, bu yalnızca kendi psikolojik özgürlüğünü değil, aynı zamanda toplumun genel direniş ruhunu da besler.
Bir diğer önemli faktör ise travma sonrası büyümedir. Otoriter rejimlerin baskısı altında bireyler ve topluluklar travma yaşasa da, bu travmalardan öğrenerek daha güçlü bir mücadele bilinci geliştirebilirler. Psikolog Richard Tedeschi’ye göre, travma sonrası gelişim süreci, bireylerin daha anlamlı hedefler belirlemesine ve kendilerini kolektif mücadeleye adamalarına olanak tanır.
Korkunun Kolektif Olarak Yenilmesi
Korkunun bireysel düzeyde aşılması kadar, toplumsal düzeydeki etkilerinin de kırılması önemlidir. Bu süreçte medyanın ve sanatın rolü büyüktür. Örneğin, baskı rejimlerine karşı üretilen filmler, kitaplar ve müzikler, toplumun bilinçlenmesine ve korkunun etkisini kaybetmesine katkıda bulunur. Bertolt Brecht’in dediği gibi, sanat yalnızca gerçekliği yansıtmaz; onu değiştirmenin bir aracı da olabilir.
Türkiye örneğinde, baskılara rağmen alternatif medya organlarının ortaya çıkması ve bu platformlarda gerçeklerin dile getirilmesi, korkunun etkisini kırmada önemli bir işlev görmüştür. Ayrıca, Gezi Parkı protestoları gibi toplumsal hareketler, bireylerin korkuyu yenerek nasıl kolektif bir güç haline gelebildiğini göstermiştir. Bu tür hareketler, dayanışma ağlarını güçlendirerek topluma korkuyu aşma konusunda ilham verir.
Siyaset Bilimi Perspektifinden Direniş
Siyaset bilimi, otoriter rejimlerin uzun vadede meşruiyetlerini kaybetmeye mahkum olduğunu savunur. Antonio Gramsci, hegemonya kavramıyla, bir rejimin yalnızca baskıyla değil, aynı zamanda ideolojik rızayla ayakta kaldığını belirtmiştir. Ancak toplumun büyük bir kısmı bu rızayı geri çektiğinde, otoriter rejimler kaçınılmaz bir şekilde zayıflar.
Türkiye’de, rejimin otoritesine duyulan güvensizliğin artması, bu hegemonik düzenin kırılmaya başladığını göstermektedir.
Bu bağlamda, Türkiye’deki muhalefetin çeşitli kesimlerinin bir araya gelerek oluşturduğu ittifaklar, korkuyu kolektif bir direnişle aşmanın mümkün olduğunu kanıtlamaktadır. Ancak bu süreç, yalnızca siyasi aktörlerin değil, aynı zamanda sivil toplum kuruluşlarının, entelektüellerin ve bireylerin dayanışmasını da gerektirir.
Sonuç: Umut ve Mücadele
Dikta rejimlerinde korkuyu yenmek, bireylerin ve toplumun birlikte hareket etmesiyle mümkün olabilir. Türkiye’de olduğu gibi, baskıcı bir rejimin hâkim olduğu durumlarda, yalnızca bireysel cesaret değil, aynı zamanda toplumsal dayanışma da büyük önem taşır. Psikoloji, siyaset bilimi ve antropoloji gibi disiplinlerden edinilen bilgiler, bireylerin nasıl direnç geliştirebileceği ve bu direncin toplumsal düzeyde nasıl bir hareketlilik yaratabileceği konusunda rehberlik sunmaktadır. Nihayetinde, korkuyu yenmenin yolu, dayanışma ruhuyla bir araya gelmek ve özgürlük mücadelesini kolektif bir bilinçle sürdürmektir.
Diktatörlük rejimlerinde korkuyu yenmek, bireysel cesaretten çok kolektif bir çabaya dayanır. Türkiye örneğinde olduğu gibi, hukukun çiğnendiği ve baskının yoğunlaştığı dönemlerde, dayanışma ağlarının güçlendirilmesi ve bireylerin yalnız bırakılmaması, korku atmosferinin kırılmasında hayati bir rol oynar. Psikoloji, sosyoloji, felsefe ve siyaset bilimi alanlarındaki çalışmalar, bu mücadelede bireylerin ve toplulukların nasıl dayanıklılık geliştirebileceğine dair önemli ipuçları sunmaktadır. Bu nedenle, korkunun aşılması ve özgürlük mücadelesinin sürdürülmesi, yalnızca bireysel değil, aynı zamanda toplumsal bir bilinçlenmeyi de gerektirir.
Kaynakça
Kaynakça (Güncellenmiş)
• Arendt, H. (1951). The Origins of Totalitarianism.
• Bandura, A. (1986). Social Foundations of Thought and Action: A Social Cognitive Theory.
• Brecht, B. (1936). Writing the Truth: Five Difficulties.
• Foucault, M. (1975). Discipline and Punish: The Birth of the Prison.
• Frankl, V. (1946). Man’s Search for Meaning.
• Gramsci, A. (1971). Selections from the Prison Notebooks.
• Scott, J. C. (1985). Weapons of the Weak: Everyday Forms of Peasant Resistance.
• Tedeschi, R. G., & Calhoun, L. G. (1996). The Posttraumatic Growth Inventory: Measuring the Positive Legacy of Trauma.
• Žižek, S. (2008). Violence: Six Sideways Reflections.
Bir yanıt yazın