Site icon Turkish Forum

Güney Azerbaycan’da milli felsefe tarihi ve sosyal düşünce

Bugüne kadar, 19. ve 19. yüzyıllar boyunca, Türk felsefesi ve sosyal fikirleri sadece kavramsal araştırmalarda yer almamıştır. Bu sadece akad. Heather Hüseynov, 19. yüzyılda Kuzey Azerbaycan ile ilgili Türk felsefesi ve sosyal görüşü hakkında, çevrenin dini, felsefi, sosyal ve siyasi yönlerini tam olarak kapsamayan ve bazı aydınların mirasına dokunmayan bir kitap yazdı. Tıpkı Firavun'un damadı H. Hüseyinova'nın "Azerbaycan Türklerinin Edebiyatı" adlı eserini yazdığı gibi, bu eser bir bakıma 19. ve 19. yüzyıllardaki Türk felsefe tarihimiz ve sosyal görüşümüzle ilgilidir. Ancak eseri ise felsefe tarihi ve kamuoyu ile doğrudan ilgili değildi. - Atropatena guney azerbaycan tarihi

Bugüne kadar, 19. ve 19. yüzyıllar boyunca, Türk felsefesi ve sosyal fikirleri sadece kavramsal araştırmalarda yer almamıştır. Bu sadece akad. Heather Hüseynov, 19. yüzyılda Kuzey Azerbaycan ile ilgili Türk felsefesi ve sosyal görüşü hakkında, çevrenin dini, felsefi, sosyal ve siyasi yönlerini tam olarak kapsamayan ve bazı aydınların mirasına dokunmayan bir kitap yazdı. Tıpkı Firavun’un damadı H. Hüseyinova’nın “Azerbaycan Türklerinin Edebiyatı” adlı eserini yazdığı gibi, bu eser bir bakıma 19. ve 19. yüzyıllardaki Türk felsefe tarihimiz ve sosyal görüşümüzle ilgilidir. Ancak eseri ise felsefe tarihi ve kamuoyu ile doğrudan ilgili değildi.

Doğru, daha sonra 20. yüzyılda Kuzey Azerbaycan’daki felsefe tarihi ve sosyal fikirlerle ilişkilendirildi. Firavun Köceri, Midhat Ağamirov, Ziyad Gogolov ve diğerleri de birçok eserler yazmışlardır. Bunlar arasında Z. Gogolov Sovyet Azerbaycan’da felsefe ve sosyal düşüncenin bir dönemi (1920-1970) hakkında bir kitap yazmıştır. Ya da Firavun’un oğlu Köçerli, Mehbali Kasımov, Midhat Ağamirov, Zümrüd Guluzadə, Solmaz Rzaguluzadə ve diğerleri 19. ve 19. yüzyıllarda bireysel entelektüellerimizin dünya görüşlerini incelediler. Ancak 19. ve 19. yüzyıllarda Kuzey Azerbaycan’ın felsefe ve sosyal fikirlerinin tarihini kapsayan bir eser ortaya konmamıştır.

Bağımsızlığımızın yeniden kazanılmasından (1991) sonra ilk zamanlardan 18. yüzyıla kadar Azerbaycan felsefesi ve sosyal fikirleri bir bütün olarak incelenmiştir. Bununla birlikte, 19. ve 19. yüzyıllara kadar uzanan felsefe ve sosyal fikirler tarihi henüz ayrı ayrı (güney, kuzey Azerbaycan) incelenmemiştir. Ayrıca, ister Sovyet döneminde ister bağımsız Azerbaycan döneminde olsun, Kuzey Azerbaycan’ın felsefesi ve sosyal fikirleri kapsamlı bir şekilde incelenmiştir, ancak Güney Azerbaycan’ın felsefesinin ve sosyal görüşünün tarihi için aynı şeyi söyleyemeyiz. Tabii ki, her iki dönemde de Güney Azerbaycan’ın felsefi ve sosyal tarihi periyodik olarak ele alınmış, bazı tezler, planlar ve eserler yayınlanmıştır. Her halükarda, Güney Azerbaycan’ın Türk felsefe tarihi ve sosyal görüşünün incelenmesi, Kuzey Azerbaycan’da aynı konuların incelenmesinin gölgesinde kalmıştır.

Güney Azerbaycan’ın Türk felsefesinin ve sosyal düşünce tarihine baktığımızda oradaki durumun Kuzey Azerbaycan’dakinden çok daha sorunlu olduğunu görüyoruz. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, 1935 yılında tamamlanan “Kutsal Yazılar Üzerine Görüşler” kitabı, en eski dönemlerden 20. yüzyılın başlarına kadar Tüm Azerbaycan’da yaşamış aydınların isimlerinden oluşmaktadır. Elbette, bu kelimeyle, değerli bir disiplin parçasının değerini hiçbir şekilde azaltmak gibi bir niyetimiz yok. Sadece bu parçanın konumuzla önemli ölçüde daha az doğrudan ilgili olduğu gerçeğini ifade etmek istiyoruz.

Şöyle ki, 19. ve 19. yüzyıllarda Güney Azerbaycan’da sadece genel (Tüm Azerbaycan) ve özel (Güney Azerbaycan) değil, Türk felsefesi ve sosyal fikirleri üzerine de eserler bulunabilir. Güney Azerbaycan’da son iki yüzyıl sadece Türk felsefesi ve sosyal düşüncesi üzerine ayrı ayrı çalışmalar olmuştur. Kuşkusuz, Güney Azerbaycan’da felsefenin ve sosyal fikirlerin tarihimiz hakkında daha derin ve kapsamlı araştırmalarda yer almaması bir tesadüf değildi ve bu konuda Azerbaycan Türk halkına yönelik Şovinci baskınlar ve zulümler önemli rol oynamıştı.

Ayrıca, son iki yüzyıl içinde Azerbaycan halkı, tek bir millet ve Azerbaycan Türkleri birbirlerinden ayrılmak zorunda kalmış ve bunun sonucunda yeni kavramlar ortaya çıkmıştır (Kuzey Azerbaycan, Güney Azerbaycan vb.). Aslında bizim kuzey ve güney Azerbaycan dediğimiz kavramlar tek ve tam bir Azerbaycan’dan başka bir şey değildir. Bu anlamda, iki Azerbaycanlı aydının (biri bağımsız, diğeri İran adlı bir ülkenin parçası olarak) felsefi ve sosyal-politik görüşmelerini incelemek doğaldır, ancak mevcut gerçekleri de göz önünde bulundurmak zorundayız.

Son iki yüzyılda, özellikle son yüzyılda felsefi ve sosyal-siyasi sorunlar ortaya çıkmış, ayrıca Kuzey Azerbaycan’daki aydınlar ile güneydeki aydınların görüşleri arasında benzerlikler ortaya çıkmıştır. Öte yandan bu farklılıklar, yalnızca dünyadaki geleneksel, yeni felsefi okullar tarafından değil, aynı zamanda yaşamak zorunda bırakıldıkları rejimlerin siyasi ve felsefi doğasına karşı olumlu ya da olumsuz tepkileri tarafından da yönlendirilmiştir. Tüm bunlar Azerbaycan aydınlarının felsefi ve sosyal görüşleri üzerinde derin bir etki yaratmamış, ancak dünya görüşlerinde bazı farklılıklara yol açmıştır.

Her halükarda Kuzey Azerbaycan’daki aydınların ve güneydeki aydınların görüşlerinde felsefe, sosyal-siyasi sorunlar ve dinler arasındaki farklılıklar görülmelidir. Örneğin, Kuzey Azeri Türk besteci ile Sovyetler Birliği’nde yaşayan Güney Azerbaycanlı Türk ziyaretçi arasındaki ilişki farklı görünebilir. Yani birincisi, Sovyetler Birliği’nin sömürgesi olan Sovyet Azerbaycan’a gelen bir Azeri ziyaretçinin materyalist tutumu, diğeri ise İran’a ya da radikal Molla İran’a gelen bir Türk ziyaretçinin materyalist yaklaşımıdır. Aynı konuyu İslam, milliyetçilik, demokrasi, sosyal demokrasi ve diğer fikirler için de söyleyebiliriz. Kuşkusuz Azerbaycan Türk aydınları (ister kuzeyden ister güneyden olsun) aynı çatı altında yaşamadıkları gerçeğinden etkilenmişler ve çok farklı kültürlere ve felsefelere kaçmak zorunda kalmışlardır.

Bu bakımdan 20. yüzyıl boyunca Güney Azerbaycan’ın Türk felsefesi ve kamuoyu Batı kültüründen, Batı felsefesinden (sosyal-deomkraizm, liberalizm vb.), İran kültüründen, İranlılıktan ve İslam felsefesinden büyük ölçüde etkilenmiştir. Nitekim 20. yüzyılda Azerbaycan aydınlarının mirası Türk dünya görüşlerine, Türk kültürüyle birlikte Batı Avrupalılaşmaya, İran ve İslam şiirine yönelik tutumlara vb. dayanıyordu. Eğer öyleyse, Azerbaycanlı aydınlar son yüzyıllarda, özellikle 20. yüzyıla kadar, Türk felsefesini, İslam’ı ve İslam felsefesini uzlaştırmak için çalışmışlar, çeşitli dini, felsefi ve siyasi felsefeler ise son yüzyılda önemli bir felsefi ve sosyal-politik sorun olmuştur.

İlk olarak Batı kültürünü, Batı felsefesinin Güney Azerbaycan Türk felsefesi ve sosyal düşüncesi içindeki yeri ve rolünü incelemeye çalıştık. Batı kültürü, Kuzey Azerbaycan’daki aydınlarımız gibi, Kuzey Azerbaycan’daki aydınlarımızın zihinleri ve yaratıcılıkları üzerinde derin bir etkiye sahip olmuştur. Özellikle Avrupa’da, sosyalizm, sosyal-deomkratikizm, demokrasi ve liberalizm gibi eğilimler 20. yüzyılın başlarında tüm dünyaya yayıldı. Açıkça görülüyor ki, Güney Azerbaycan’da Batılı mezhepler arasında sosyal demokratizm daha çok rağbet görmeye başladı.

Bu bakımdan uzun bir süre Güney Azerbaycan’ın sosyal demokrat hareketi felsefesi ve sosyal kanaati birçok Türk aydınının dünya görüşünde önemli bir faktör olmuştur. Batı kültürüne, hatta sosyal demokrat harekete meyilli aydınlarımız (S.M. Hiyabani, T.Rufat, T.Arani, S.C. Balık, M.Biriya vb.) bu değerleri zaman zaman gereğinden fazla idealize etseler de, Türk ve biraz da İslami düşünceden tamamen sapmamışlardır. Bununla birlikte, bir bütün olarak sosyal demokrat dönem, ulusal ve dini kökenlerin gelişmesinde önemli bir faktör olmuştur ve Güney Azerbaycan aydınları derinden etkilenmiştir. Kuşkusuz, sosyal demokratizmle karşılaştırıldığında, Rusya’da biraz farklı biçimlerde ortaya çıkan Marksizm-Leninizm, ulusal ve dini konulara daha radikal bir yaklaşımda da önemli bir rol oynamıştır. Zira Azerbaycan’ın kuzeyinde Sovyet Rusya’nın Marksist-Leninist ideolojisi uzun zamandan beri öne çıkan bir özellik olmuştur.

Doğru, birçok nedenden dolayı Sovyetler Birliği, Güney Azerbaycan’da Marksist-Leninist fikirleri vaaz ederken çok derine inemedi. Her halükarda Kuzey Azerbaycan’ın işgalinden sonra burada bir işçi sınıfı sınıfı yaratan Sovyet Rusya, bunu Güney Azerbaycan’da uygulayamadığı için bazı farklı adımlar atmak zorunda kalmıştır. Bu demektir ki, Güney Azerbaycan’daki Batı kültürü ve sosyal demokrat hareket Kuzey Azerbaycan’daki süreçlerden biraz farklıdır. Bu nedenle, Sovyetler Birliği’nin ideolojisi ve onun hamileri Güney Azerbaycan’da Batı kültürünün gelişmesinde ve Sovyetler Birliği ideolojisinde kilit rol oynamıştır.

Demek istediğimiz, sosyal demokrat hareketle bağlantılı olan, ancak daha sonra daha çok Demokrat olarak tanınmaya başlayan Azerbaycan Türkü aydınlarının, bir yandan Sovyet ideolojisinin ve İran arkeolojisinin baskısı altında görüşlerini yükseltmeye çalıştıklarıdır. Kuşkusuz, bu iki yabancı güç arasında savaşmak zorunda kaldıkları için isteksiz dünya görüşlerinde anlaşmazlıklar belirgindir. Bu nedenle, sosyal demokrasi ve demokrasiye dayanan Azerbaycan halkının, genel olarak İran halkının hak ve özgürlükleri için savaştığını iddia ettikleri için, İslam’ı ve Türklüğü dikkate alma olasılıkları daha yüksekti.

Şimdi Türkçe adeta sırtı dayalıyken, İslam sosyal demokrasinin yaygınlaştırılmaya çalışılıyor. Her halükarda, ulusal demokratlar, sosyal demokrasinin etkisi altında ve Marksizm-Leninizm’in baskısı altında, esas olarak Azerbaycan kimliğini teşvik ederek Türklük konusunu gündeme getirmediler. İslam konusunda, ulusal demokratlar konuya daha sadık kaldılar ve Azerbaycan halkının ulusal haklarına ve haklarına odaklandılar. Sovyetler Birliği’nin baskısı altında böyle bir tavır alan Ulusal Demokratlar, ülkenin demokratikleşmesini ve federe olmasını da talep ettiler, 1935’ten sonra sözde İran hükümetinin toplamının büyük ölçüde ötesinde değil.

Bu bağlamda, buradaki çalışmamızda, ulusal demokratik ve siyasal-felsefi fikirleri daha da fazla ortaya koymaya çalıştık.

Güney Azerbaycan’ın Türk felsefesi ve sosyal görüşü konusunda, milli felsefemizde İran kültürünün ve İranlılığın etkisini olduğu kadar milli felsefeyi de incelemeye çalıştık.

Daha önce de belirtildiği gibi, ulusal felsefe ve kamuoyu, İran ve İslam’da olduğu gibi 20. yüzyılda da yansıtıldı. Aslında, ulusal felsefe ve kamuoyu, 19. yüzyıldan beri yaygın olan Batı kültürü, Batı felsefesi, İrancılık ve İslam ile uyumlu hale getirilemez. Çünkü son iki yüzyılda milli felsefemiz ve kamuoyumuz söz konusuysa, Batı kültürü ve Batı felsefesi Batı felsefesine karşı savaşmıştır, ancak bunun tarihi İran ve İslam’la ilgili olarak daha eskidir.

Ek olarak, ulusal felsefemizin gelişimi hem eski hem de çok çelişkilidir. Güney Azerbaycan’ın İran’dan ve 20. yüzyılda Türk felsefe tarihi ve sosyal görüşü üzerine yapılan arkeolojik araştırmalardan etkilendiği yadsınamaz. Aslında bunu Demokrat Parti’nin ulusal dünya görüşünde biraz gözlemliyoruz. Sırf ulusal demokratlar İran ve Aryanizm meselesini daha sosyal demokrat bir inanç çerçevesinde değerlendirdikleri için, ulusal eğitimciler onlardan biraz farklı bir yol izlediler.

Genel olarak, sosyal demokratizmden tamamen uzak olan ya da onunla daha az bağlantılı olan ulusal eğitimciler ya da aydınlar, hem Türk dünya görüşlerine, hem Türk kültürüne, hem de İran kültürüne ve İran felsefesine karşı tutumlarında büyük farklılıklar göstermişlerdir. Millî eğitimciler öncelikle Türk felsefesini Türk felsefesi ve Türk kültürü üzerine kurmaya çalışmışlar, İran kültürünü, İran felsefesini ve millî felsefeyi millî kültürden ve millî felsefeden olabildiğince uzak tutmaya çalışmışlardır. Elbette milli eğitimcilerimizin tamamı bu konuda başarılı bir yol izleyememiştir. Bazı milli eğitimcilerimiz, Batı’dan gelen ideolojik toplantılardan etkilenerek zaman zaman İran kültürünü ve İran felsefesini övdüler.

İlk bakışta hem Türk felsefesini hem Türk kültürünü ya da İran kültürünü paralel olarak yakalamak, ya da onun vaizi olmak çok anlamlı görünmeyebilir ama zamanın şartları ve talepleri içinde bu tür durumlarla karşılaşmamız olağandışı sayılamaz. Buna ek olarak, Azerbaycan Türkçesi konuşan bazı ziyaretçiler, Türk kültürünü ve genel olarak Türk felsefesini inkar etmede başı çektiler, ancak bunun yerine İran kültürünü ve İran felsefesini benimsediler ve Aryanizm ve Farsçılığın vaizleri haline geldiler.

İslam’ın, İslam felsefesinin ve İslam’ın genel olarak milli felsefemizin ana akımın ötesinde gelişmesinde önemli bir rol oynadığı yadsınamaz bir gerçektir. Bu bakımdan şunu söyleyebiliriz ki, 20. yüzyılda İslam’ın Güney Azerbaycan’ın felsefesi ve sosyal fikirleri üzerindeki etkisi, Kuzey Azerbaycan’ınkinden çok farklıydı. Kuşkusuz bunun sebepleri arasında farklı sosyal-siyasal yapılar ve ideolojiler içinde yaşıyor olmamız da yer alıyor.

Genel olarak, bahsettiğimiz dönemde Güney Azerbaycan’da milli felsefemizin ve sosyal düşüncemizin inancında İslam’ın yerini ve rolünü birkaç aşamada değerlendirebiliriz:

(1) Macar İmparatorluğu’nun çöküşü sırasında İslam,

(2) Hacıların günlerinde İslam,

(3) Molla rejimi sırasında İslam.

Macaristan İmparatorluğu’nun çöküşü sırasında, Azerbaycanlı Türk aydınlarının İslam’ı ve İslam felsefesini reforme etme olasılığı daha yüksekti. Özellikle, ulusal Demokratlar ve ulusal eğitimciler, İslam konusunda çoğunlukla sadık ve reformist bir duruş sergilediler. Doğru, ulusal demokratlar arasında İslam hakkında radikal bir şekilde konuşanlar vardı. Fakat o dönemde sadece İslam felsefesinden bahseden Azerbaycanlı-Türk din alimlerimizin pozisyonunda dramatik bir değişiklik olmadı. Tıpkı çağın yenilenmesi sırasında onların büyük bir kısmının skolastik düşünceden uzaklaştığı ve hatta az sayıda milli din bilginimizin ortaya çıktığı gibi.

Ancak Hacıların Günleri’nde başlayan Yahudi aleyhtarı düşünce, ulusal Demokratlar ile ulusal eğitimciler veya din alimlerimiz arasında yeni bir aşamanın temelini attı. Bunun nedeni, İslam’a yönelik ezici olumsuz tutumun sadece İslam’a dayanan din alimlerini değil, aynı zamanda milli eğitim ve sosyal demokrasiden gelen ziyaretçileri de rahatsız etmesiydi. Ulusal Demokratlardan daha fazla ulusal eğitimci, din alimleri kadar dindar olmasalar bile, İslam’a karşı daha duyarlı olmuştur. Bununla birlikte, zamanla, ulusal Demokratlar arasında İslam’a yönelik tutumlarda değişiklikler oldu. Bu nedenle, Pehlevi rejimine karşı mücadelede çalışan birçok ulusal eğitimcinin yanı sıra, ulusal Demokratlar arasında da bazıları İslami hareketi destekledi ve hatta İslami iniqlab için büyük umutlar besledi.

Kuşkusuz, Güney Azerbaycan ve Azerbaycan dışındaki Türk alimler ve din alimleri, Pehlevi rejimi sırasında ve İslam Devrimi sonrasında meydana gelen İslami harekette kilit rol oynamışlardır. Pehlevi rejimi döneminde İslami hareketin öncüleri arasında yer alan ve daha sonra İslam Devrimi’nden sonra da ön saflarda yer alan Azerbaycanlı din alimlerinin mücadelesinde onların samimi inanç ve inançlarının önemli olduğuna şüphe yoktur. Bu, Azerbaycan Türklerinin ve bir bütün olarak Türklerin haklı ve objektif tutumunun yanı sıra İslam’ın ve Türkçenin yüzyıllar boyunca çöküşünün bir sonucu olmuştur.

Tüm Türk halkları ve aydınları gibi, Azerbaycan Türkleri ve ziyaretçileri de İslam’ın anlaşılmasında ve geliştirilmesinde her zaman ön saflarda yer almışlardır. İnsan felsefesini her zaman ruhunda taşıyan Azerbaycan Türkü, İslam felsefesinde de bunu görmüş ve ona tapınmanın önünde hiçbir engel görmemiştir. Ancak zaman zaman adalet ilkesinin sevdalısı haline gelen Azerbaycan Türkleri, diğer yabancı güçlerin oyununa getirildi. 20. yüzyılda, şimdi İran olarak adlandırılan Güney Azerbaycan’da İslam felsefesinden bahseden Türk aydınları ve din alimleri, başkalarının da kendileri gibi Müslüman olduğuna inanıyorlardı ve bugün pek bir şey değişmedi.

Her halükarda, bizim Türk bilmeyen insanlarımız gibi, Türk aydınlarının, din alimlerinin, din alimlerinin de dindar olsun olmasın birçok konuda diğer halklardan farklı olduğunu görüyoruz. Bütün bu farklılığın nereden kaynaklandığını görmek için, aslında din alimleri kadar bilgi sahibi olmayan sıradan Türklerin konumunu, sözünü ve saf niyetini anlamak mümkündür. Dünyada varoluşundan bu yana, insan felsefesini her zaman yanında taşımış olanların, Türk dünyasını insan felsefesinin eş anlamlısı olarak görmeleri mümkün değildir.

Ne yazık ki Türkiye’nin insanlık ve Allah felsefesi nedeniyle İslam’ı, İslam’ı istismar edenler, saflığını bir sömürü aracına dönüştürenler hala var. Bu bakımdan, Hac sırasında İslam’ın gerçek doğasına olan inançları nedeniyle İslami hareketin yeniden kurulmasıyla onun kurulmasını umut edenler yine bizden değillerdi, ancak İslam örtüsü altındakilerin oyununa geldiler. Bu nedenle, İslam Devrimi ile ülke adalet ve insanlıkla kutsanmış, sadece din alimlerimiz, eğitimcilerimiz ve birçok ulusal demokrat bu şekilde savaşmakla kalmamış, aynı zamanda şehit olmuş veya gasp edilmiştir. Ama bu kez insanlık umuduyla, eşitlik felsefesiyle, özgürlük felsefesiyle pek çok harekete öncülük eden halkımız, tıpkı Rus, Alman ve diğer milletlerin de bu fikrin istismarının kurbanı olması gibi bundan da uzak kalamadı.

Pehlevi rejiminin devrilmesinde ve İslam Devrimi’nin gerçekleşmesinde kilit rol oynayan Azerbaycan Türkleri ve aydınları da dahil olmak üzere Türkler, devrimin gerçekleşmesinden kısa bir süre sonra bir kez daha çeşitli oyunlarla İran ideolojisine maruz kaldılar. İslami fikirlerin birçoğu gerçekleşmediği için savaşanlar ya yok edildi ya da duruma razı olmaya zorlandı. Bu, Pehlevi döneminde, İran kültürünün destekçileri olan arkaizmin ve İslam’ın, İslam Devrimi’nden sonra İslam veya Şiilik kisvesi altında bunu yapmaya devam ettiği anlamına geliyordu. Aslında, adalet ruhunu hiçbir zaman taşımayanlar için ne Pehlevi dönemindeki demokrasi ne de İslam Devrimi’nden sonraki İslam’ın değerleri (Şiiler dahil) önemsizdi. Böylece, İslami inilab’dan sonra, İslam’ın gerçek doğasını gerçekten savunanlar, adalet ruhunu devam ettirenler yenildi.

Dolayısıyla burada üzerinde durduğumuz temel konulardan biri, günün sosyal, kültürel ve felsefi manzarasına ışık tutmanın yanı sıra aydınlarımızın mirasını okuyucularımızla buluşturmaktır. Bir diğer önemli konu ise 20. yüzyılda burada yaşamış, yaratıcılıkları ile felsefe ve toplumsal düşünce tarihine iz bırakmış ziyaretçilerimizin dünya görüşlerini keşfetmeye çalışmış olmamızdır. Onların her biri, inançları ve görüşleri ne olursa olsun, sadece Güney Azerbaycan’da değil, aynı zamanda Büyük Azerbaycan’ımızın ve Türk-İslam dünyasının tamamında bizim ziyaretçilerimiz ve bilim adamlarımızdır.

Bu bakımdan Güney Azerbaycan Türk aydınlarının kendi miraslarını yeni bir nesle ulaştırmalarını ve ondan faydalanmalarını gerekli görüyoruz. Her şeyden önce böyle bir araştırma, iki Azerbaycan halkının sadece maddi anlamda değil, manevi anlamda da kenetlenmesi ve bu birlikteliğin ilelelemasına devam edebilmesi için elzemdir.

Faik Lider -Amea Felsefe ve Sosyoloji Enstitüsü, Felsefe Doktorası / TURKISHFORUM – ABDULLAH TÜRER YENER

Exit mobile version