Son yıllarda Türkiye’nin iç ve dış politikalarında, özellikle Orta Doğu’daki gelişmeler, Türk milletinin ve devletinin bekasını tehdit eden yeni, sinsi bir stratejiye işaret etmektedir. Bu strateji, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü zayıflatmayı amaçlayan etnik bölünme, halkların kendi kaderini tayin hakkı ve BM ikiz yasaları üzerinden şekillenen bir senaryoyu sunmaktadır. Küresel güçlerin bölgedeki çıkarları doğrultusunda şekillendirilen bu tuzaklar, hem Türkiye’nin iç huzurunu hem de bölgesel güvenliği tehdit etmektedir.
“Büyük Kürdistan’ın” Kurulması: Etnik Bölünmenin Tehdidi
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) çerçevesinde, özellikle Kürt kökenli vatandaşların yoğun olduğu bölgelerde oluşturulmaya çalışılan “Büyük Kürdistan”, bir yandan bölgedeki etnik yapıyı ve siyasi sınırları yeniden şekillendirme amacını taşırken, diğer yandan Türkiye’nin toprak bütünlüğünü hedef almaktadır. Bu sadece coğrafi bir genişleme değil, aynı zamanda ulusal kimliği hedef alan bir bölünme stratejisidir. Kürt kökenli vatandaşlar üzerinden yapılan siyasal manipülasyonlar, yerel ve küresel güçlerin işbirliğiyle Türkiye’yi adım adım bir parçalanma sürecine doğru itmektedir.
“Büyük Kürdistan”ın kurulmasına yönelik çabalar, her ne kadar yerel dinamikler ve Kürt kökenli vatandaşların hakları üzerinden meşrulaştırılmaya çalışılsa da, asıl amaç Türkiye’nin etnik yapısını milli kimliğin üzerine çıkartarak, ulusal kimliği zayıflatmak ve geçersiz kılmaktır. Bu tür girişimler, sadece bir etnik grubun talepleriyle ilgili olmayıp, daha geniş bir bölgesel hedefin parçasıdır. Küresel güçler, özellikle ABD ve bazı Avrupa ülkeleri, bu süreci kendi stratejik çıkarları doğrultusunda desteklemektedir. Bölgeyi kontrol altında tutma amacında olan Batılı ülkeler, Türkiye’nin bölünmesiyle daha kolay bir hâkimiyet kurmayı hedeflemektedirler.
Halkların Kendi Kaderini Tayini ve BM İkiz Yasaları: Yeni Bir Tuzak
Birleşmiş Milletler’in “halkların kendi kaderini tayin hakkı” ilkesinin, Türkiye’ye karşı nasıl bir tuzak olarak kullanılmak istendiği giderek daha net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bu ilke, özellikle etnik grupların bağımsızlık taleplerini meşrulaştırmak için kullanılmaktadır. Türkiye’nin içindeki etnik yapıyı dikkate alan küresel güçler, bu hakkı bir araç olarak kullanarak, Türk milletinin birliği ve bütünlüğünü hedef almaktadır.
“Büyük Kürdistan”ın kurulmasına yönelik talepler, sadece etnik ayrımcılığı körüklemekle kalmaz, aynı zamanda bu tür taleplerin uluslararası düzeyde meşrulaştırılmasına olanak tanır. BM İkiz Yasaları, bir yandan bağımsızlıkçı hareketlerin lehine işlemekte, diğer yandan devletlerin toprak bütünlüğünü korumaya yönelik uluslararası normlara zarar vermektedir. Türkiye’nin toprakları üzerinde federasyon modeli – taşıyıcı annelik, üzerinden “Büyük Kürdistan” kurulmaya çalışılırken, bir yandan da halkların kendi kaderini tayin hakkı, tüm bölgesel dengeleri sarsacak şekilde devreye sokulmaktadır. Bu durum, Türkiye’nin millî güvenliğini tehdit ederken, bölgedeki diğer devletlerin de benzer taleplerle karşılaşmalarına yol açabilir (Kara, 2020; Lynch, 2016).
Türkiye’nin Bölünmesine Giden Yol: Federasyon ve Yeni Şeytanca Rüzgarlar
Türkiye’nin federal bir yapıya dönüştürülmesi, son derece tehlikeli ve uzun vadede yıkıcı sonuçlar doğuracak bir adımdır. Bazı çevreler, bu bölünme sürecini meşru göstermek adına federasyon modelini “barışçıl bir çözüm” olarak sunmaya çalışmaktadırlar. Ancak bu öneri, Türkiye’nin tarihî, kültürel ve sosyo-politik yapısıyla asla örtüşmeyen, dış güçlerin çıkarlarını savunan bir yaklaşımdır (Aydın, 2019). Federasyon modeline ( BOP’ta ki Büyük Kürdistan için taşıyıcı annelik modeli) yönelik çabalar, Türkiye’nin milli birliğini zayıflatmayı amaçlayan dış bir planın parçasıdır. Bu süreç, adım adım bölgeler arası etnik ve dini ayrımları derinleştirerek, her bir toplumu kendi etnik kimliği etrafında kümelenmeye zorlayacak ve nihayetinde devletin merkeziyetçi yapısını ortadan kaldıracaktır.
Türkiye’nin bölünmesinin ardından, yeni sınırlar çizilecek ve her bir etnik grup, kendi “özerk” alanlarında yaşamaya başlayacaktır. Ancak, bu süreç sadece Türkiye için değil, Orta Doğu’nun tümü için bir felakete yol açabilir (Gunter, 2014). Türk milletinin tarihi, kültürel ve coğrafi bütünlüğü, bu tür bir federal yapıyı kabul etmeyecek kadar sağlamdır. Türkiye’nin her bir parçası, çeşitli etnik kökenlerden gelen vatandaşlarıyla, bir arada yaşamanın zenginliğine sahipken, dış güçler tarafından dayatılan bu tür bir model, sadece iç karışıklıkları tetiklemekle kalmaz, bölgesel bir krize de yol açabilir.
İç Tehditler ve Dış Müdahale: Türkiye’nin Geleceğini Karartma Çabaları
Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tehdit eden bu dış müdahaleler, yalnızca Kürt kökenli vatandaşların hakları üzerinden yapılan baskılarla sınırlı değildir. Aynı zamanda içerideki bazı radikal grupların da dış destekle Türkiye’nin bölünmesi için harekete geçmesi sağlanmaktadır. Bu tür iç tehditler, Türkiye’nin iç güvenliğini ve istikrarını ciddi şekilde sarsacak potansiyele sahiptir.
Dış müdahale ise daha açık bir şekilde, Türkiye’nin iç işlerine karışmayı hedefleyen bir stratejidir. Bölgedeki güçler, Türkiye’nin zayıflamasını ve iç bölünmelerin artmasını istiyorlar. Bu senaryoların gerçeğe dönüşmesi halinde, sadece Türkiye değil, Orta Doğu’nun diğer ülkeleri de ciddi bir istikrarsızlık ve çatışma ortamına sürüklenebilir. Dış güçler, Türkiye’nin parçalanmasından, bölgedeki hegemonik çıkarlarını pekiştirecek şekilde faydalanabilirler (Lynch, 2016).
Sonuç: Türkiye’nin Birliği ve Geleceği İçin Uyanış
Türkiye, içeriden ve dışarıdan gelen bu tehditlere karşı güçlü bir direniş sergilemek zorundadır. Türk milleti, tarih boyunca olduğu gibi, bugün de vatanının bölünmesine ve parçalanmasına asla izin vermemelidir. “Büyük Kürdistan”ın kurulmasına yönelik çabalar, sadece bir etnik grup meselesi değil, Türkiye’nin ulusal birliği ve geleceği ile ilgili ciddi bir tehdittir (Atatürk, 1993).
Türk halkı, kendi milli egemenliğini savunmak adına, bölünme ve federasyon gibi şeytanca rüzgarlara karşı direnç göstermeli ve birlik içinde hareket etmelidir. Unutulmamalıdır ki, Türkiye’nin gücü, yalnızca coğrafyasındaki topraklarla değil, Türk milletinin gönlündeki birlikle ölçülür. Bu tehditlere karşı koyabilmek için, her birey ve her kesim, kendi tarihsel sorumluluğunun farkında olarak hareket etmelidir (Aydın, 2019).
Türkiye’nin birliği ve bütünlüğü, sadece bir hükümetin politikasıyla değil, tüm halkın ortak iradesiyle korunabilir. Bu süreçte, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu tuzaklardan kurtulabilmesi için, sadece iç tehditlerle değil, aynı zamanda uluslararası güçlerle de amansız bir mücadeleye girilmelidir.
Kaynakça
1. Atatürk, Mustafa Kemal. Nutuk. TTK Yayınları, 1993.
2. Kara, S. (2020). Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye’nin Stratejik Hamleleri. Yedinci Gün Yayınları.
3. Aydın, M. (2019). Türkiye’nin Dış Politikasında Çelişkiler ve Geleceği. Nobel Akademik Yayıncılık.
4. Gunter, M. M. (2014). The Kurds: A Modern History. Zed Books.
5. Lynch, M. (2016). The New Arab Wars: Uprisings and Anarchy in the Middle East. PublicAffairs.
Bir yanıt yazın