Türkiye’nin günümüz siyasetinde yaşanan çelişkiler, yalnızca politik bir tartışma meselesi değil, aynı zamanda toplumun psikolojik, sosyolojik ve felsefi yapısına derinlemesine işleyen bir sorundur.
- Atatürkçülük Maskesi: İktidar ve Muhalefet Arasındaki İkiyüzlülük
Türkiye’deki güncel siyasi durumda, Atatürk’ün fikirleri ve ilkeleri üzerine yapılan tartışmalar genellikle yüzeysel ve istismar edici bir şekilde şekillenmektedir. İktidar, Atatürkçülüğü halkın gözünde meşrulaştırmak amacıyla, sıkça milli günlerde ve önemli günlerde belirli açıklamalar yapar, fakat bunun ötesinde Atatürk’ün gerçek düşünce ve vizyonuna sadık kalınmaz. İktidarın temsil ettiği güç, Atatürkçülüğü, yalnızca halkı ürkütmeden ve toplumsal huzuru bozmayacak şekilde kullandığı bir araç olarak görmektedir. Oysa Atatürkçülük, bir halk hareketi ve toplumun bağımsızlık mücadelesinin simgesi olması gerekirken, bugün bu kimlik neredeyse sadece sembol haline gelmiştir.
Muhalefet ise, Atatürkçülük üzerinden iktidara karşı eleştirilerini yoğunlaştırırken, aslında gerçek bir Atatürkçülük anlayışından uzaklaşmaktadır. Atatürkçülük, halkın refahını, özgürlüğünü ve egemenliğini savunmayı gerektirirken, günümüzde siyasetçiler bu ilkeleri sadece ideolojik ve politik amaçlar doğrultusunda kullanmaktadır. Atatürkçülük maskesi altındaki bu yapılar, Pierre Bourdieu’nun toplumsal yapıyı ve bireylerin sınıfsal pozisyonlarına göre şekillenen güç ilişkilerini tanımladığı gibi, iktidarın ve muhalefetin egemenlik stratejilerinin izlediği yolları ortaya koyar.
- Bencillik, İktidar ve Muhalefet: Psiko-Sosyolojik Temeller
Atatürkçülüğü ve halkın çıkarlarını savunmak yerine, kişisel çıkarlar ve toplumsal konfor ön planda tutulduğunda, geriye kalan yalnızca bencillik kalır. Bu durum, Freud’un bireysel psikoloji anlayışına, Erich Fromm’un insanın yabancılaşması teorisine ve Max Weber’in rasyonelleşme kavramına dayalı olarak incelenebilir. Freud’un bireysel davranışların toplumda nasıl yansıdığına dair geliştirdiği teori, kişilerin içsel çatışmalarını ve bu çatışmaların toplumsal yapıyı nasıl şekillendirdiğini ortaya koyar. Türkiye’deki siyasetçiler, toplumsal çıkarları göz ardı ederek, bireysel hırsları ve iktidar arayışlarıyla toplumu manipüle etmektedirler.
Erich Fromm, bireyin kendisini toplumsal sistemden dışlanmış hissetmesinin, o kişinin iktidara ve statüye duyduğu bağımlılığı artırdığını savunur. Bu durum, Atatürkçülükten saparak kişisel çıkarları savunmaya yönelik bir eğilimle şekillenir. Türkiye’deki siyasiler, kendi refahlarını artıracak bir sistem içinde varlıklarını sürdürürken, halkı yalnızca manipüle etmeye yönelik davranışlar sergilemektedirler. Bu psikolojik ve sosyolojik ikiyüzlülük, toplumsal barışa ve birlikteliğe zarar vermektedir.
- Atatürkçülük ve Toplum: Antropolojik ve Felsefi Perspektif
Türkiye’nin çok kültürlü yapısı, etnik çeşitliliği ve tarihi geçmişi, siyasal yapılar üzerindeki etkisini sürekli hissettirmektedir. Bu bağlamda, antropolojik bir bakış açısıyla, halkın kimlik algısını ve bunun Atatürkçülükle nasıl örtüştüğünü incelemek gerekmektedir. Clifford Geertz, kültürel anlamların toplumsal yapılarla nasıl iç içe geçtiğini ve halkın kültürel simgeleri nasıl kendisine mal ettiğini tartışırken, Victor Turner toplumsal ritüellerin ve sembolizmin, bir toplumun politik ve ideolojik yapıları üzerindeki etkisini araştırır. Türkiye’de de Atatürkçülük, sembolik bir anlam taşıyan ve toplum tarafından sahiplenilen bir ideoloji haline gelmiştir. Ancak bu semboller, zamanla siyasal amaçlarla manipüle edilmiştir.
Felsefi açıdan, Atatürk’ün kurduğu cumhuriyetin ilkeleri, yalnızca bir devlet yapısının temellerini atmamış, aynı zamanda bir toplum filozofisi olarak şekillenmiştir. Hannah Arendt’in toplumsal sorumluluk ve siyasi eylem üzerine düşüncelerine paralel olarak, Atatürkçülük, yalnızca politik bir ideoloji değil, halkın kendi kaderini tayin etme hakkını savunma ve bu doğrultuda harekete geçme sorumluluğudur. Ancak, bugünün siyasetçileri bu ideolojiyi yozlaştırarak, halkın çıkarlarını değil, kendi kişisel çıkarlarını savunmaktadırlar. Bu durum, Nietzsche’nin “güçlülerin egemenliği” fikriyle açıklanabilir: Egemenlik için sürekli olarak halkı manipüle etmek, tarihsel bir sorumluluğu reddetmek anlamına gelir.
- Sonuç: Atatürkçülük ve Yeniden Diriliş İçin Uyanış
Bugün Türkiye, tarihi bir çıkmazla karşı karşıya kalmış durumdadır. İktidar ve muhalefet arasındaki bu çelişkili ilişkiler, halkın Atatürk’ün mirasıyla buluşmasını engellemektedir. Atatürkçülük, günümüzde sadece bir sembol olarak kalmakta ve siyasal manipülasyonların aracı haline gelmektedir. Bunun yerine, gerçek bir toplumsal uyanış ve toplumsal sorumluluk duygusu geliştirilmelidir. Emile Durkheim’in toplumsal dayanışma üzerine yaptığı çalışmalar, halkın kendi kolektif sorumluluğunun bilincine varmasını ve bu bilincin toplumsal birliktelik yaratacak bir güce dönüşmesini önerir.
Türk halkı, Atatürk’ün ilkelerine sadık kalarak, yalnızca siyasi iktidar sahiplerinin değil, her bireyin toplumsal sorumluluk taşıması gerektiğini anlamalıdır. Bu sorumluluk, yalnızca bireysel çıkarların ötesinde, halkın ve toplumun uzun vadeli refahı için mücadele etmeyi gerektirir.
Kaynakça:
1. Atatürk, Mustafa Kemal. Nutuk. TTK Yayınları, 1993.
2. Freud, S. (1927). Kültür ve Toplum. Yedinci Gün Yayınları.
3. Fromm, E. (1955). The Sane Society. Holt Paperbacks.
4. Bourdieu, P. (1984). Distinction: A Social Critique of the Judgement of Taste. Harvard University Press.
5. Foucault, M. (1979). Discipline and Punish: The Birth of the Prison. Vintage Books.
6. Geertz, C. (1973). The Interpretation of Cultures. Basic Books.
7. Turner, V. (1969). The Ritual Process: Structure and Anti-Structure. Aldine Transaction.
8. Arendt, H. (1958). The Human Condition. University of Chicago Press.
9. Weber, M. (1922). Economy and Society. University of California Press.
10. Zizek, S. (2009). The Plague of Identity. Cambridge University Press.
Bir yanıt yazın