Son yıllarda Türkiye’deki ekonomik, sosyal ve siyasal krizler, halk arasında “emperyalizmin etkisi” hissiyatını giderek güçlendirmiştir. Birçok eleştirmen, Türkiye’deki iktidar ve muhalefet partilerinin, özellikle ABD, İsrail ve AB’nin çıkarları doğrultusunda hareket ettiğini ileri sürmektedir. Bu durum, Türkiye’nin ulusal egemenliğine ve bağımsızlığına yönelik ciddi bir tehdit oluşturuyor mu, yoksa bu iddialar dış güçlerin etkisinin abartılmasından mı kaynaklanıyor?
Emperyalizm ve Siyonizm: Türkiye’nin Yöneticileri Gerçekten Ajan Mı?
Türkiye’nin mevcut siyasi yapısındaki aksaklıklar, halkın hükümetin dış güçler tarafından yönlendirildiği inancını pekiştirmektedir. “Emperyalizm” ve “siyonizm” kavramları, özellikle muhalif söylemlerde sıkça dile getirilmekte ve AKP lideri Erdoğan, MHP lideri Bahçeli, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve MHP lideri Bahçeli gibi isimler, dış güçlerin gizli ajanları olarak suçlanmaktadır. Bu iddialar, sadece bir halk tabakasında değil, sosyal medya ve kamuoyunda da yaygın bir şekilde yankı bulmaktadır.
Ancak, bu tür iddialar yüzeysel bir gözlemin ötesine geçildiğinde bazı önemli soruları gündeme getirmektedir. Türkiye’nin dış politikası, Batı ile giderek gerilen ilişkilerden doğan bir stratejik denge arayışına dayanıyor olabilir. Ne var ki, bu denge arayışı, emperyalizme hizmet etme ve bağımsızlık mücadelesiyle çelişen bir yön taşımaktadır. Erdoğan ve Bahçeli’nin izlediği dış politika, yalnızca uluslararası stratejik ilişkiler olarak görülememelidir. Bu politika, büyük ölçüde Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesine hizmet etmektense, emperyalist çıkarlarla uyum sağlama çabası olarak değerlendirilebilir.
Emperyalizm ve Siyonizm, Türkiye’nin iç ve dış politikasında sıkça karşılaşılan iki ana temadır. Ancak bu temaların, Erdoğan ve Bahçeli gibi liderlerin politikalarıyla nasıl örtüştüğünü incelemek, yüzeysel bir bakış açısının ötesine geçmeyi gerektirir. İktidarın ABD ve İsrail ile kurduğu stratejik bağlar, bir ajanslık ilişkisiyle örtüşen birçok unsuru içinde barındırmaktadır. Bunun dışında, Türkiye’nin dış politikasında enerji kaynakları ve askeri stratejiler bağlamında Batı’nın etkisi göz önüne alındığında, hükümetin dış politikasının emperyalist yönlerini inkâr etmek oldukça zordur.
Sosyolojik Perspektif: Halkın Bilinçsizlik Durumu
Bir toplumda halk, kendi hükümetinin dış güçler tarafından yönlendirildiğini fark etmiyorsa, bu yalnızca bir siyasi körlük müdür, yoksa stratejik bilinçsizlik mi? Türkiye’deki iktidar partilerine oy verenlerin dış güçlerle ilişkiler konusunda suskun kalmaları, sadece bir “bilinçsizlik” meselesi değildir. Bu tutum, toplumu şekillendiren psikolojik ve kültürel faktörlerle daha karmaşık bir yapıya sahiptir.
Türk halkı, yıllardır süren ekonomik ve siyasal krizlerle mücadele etmekte olup, bu krizlerle başa çıkarken dış güçlerin etkisini tartışmak yerine günlük sorunlarla ilgilenmeye devam etmektedir. Bu durum, halkın özellikle iktidar partilerinin arkasında durmaya devam etmesine yol açmaktadır. Ancak bu tutum, aynı zamanda toplumsal çürümüşlüğü ve siyasal apatiyi de işaret eder. Halkın, ülkenin emperyalist güçler tarafından şekillendirildiğini fark etmeyişi, sosyal mühendislik faaliyetleri ve ideolojik manipülasyon yoluyla pekiştirilmiş olabilir. Halkın psikolojisi, dış müdahalelere karşı duyarsız hale getirilmiştir.
Sosyolojik ve Psikolojik Eleştiri: Stratejik Bilinçsizlik
Sosyolojik ve psikolojik düzeyde, halkın bu durumu kabullenmesi, daha geniş bir ideolojik manipülasyon sürecinin parçası olarak değerlendirilebilir. Antonio Gramsci’nin hegemonyası üzerine yaptığı çalışmalar, egemen sınıfların toplum üzerindeki kültürel ve ideolojik hâkimiyetini kurarken, halkı “ideolojik araçlar” aracılığıyla pasif hale getirdiğini belirtir (Gramsci, 1971). Erdoğan ve Bahçeli’nin halkla kurduğu güçlü bağ, dış müdahalelere karşı duyarsız bir toplum yapısı oluşturmuş ve halk, emperyalizm karşısındaki tutumunu sorgulamaktan uzaklaşmıştır.
Bir diğer perspektif, Sigmund Freud’un kitle psikolojisi teorisinden alınabilir. Freud, halkın toplumsal bilinçaltının güçlü lider figürlerinin etrafında toplandığını savunur. Türkiye’deki liderlerin kurduğu güçlü sembolizm, halkın duygusal bağlarını derinleştirerek dış müdahalelere karşı daha duyarsız hale gelmesine neden olmaktadır (Freud, 1921).
Muhalefet: Gerçekten Farklı Bir Seçenek Var mı?
Türkiye’deki muhalefet partileri, özellikle Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), zaman zaman emperyalizme karşı duruş sergilemeyi gündeme getirse de, bu söylemler genellikle somut bir eyleme dönüşmemektedir. CHP’nin dış politikada sergilediği tavır, çoğunlukla popülist bir söyleme dayanmakta ve somut adımlar atmamaktadır. Hem iktidar partileri hem de muhalefet, ABD ve AB ile benzer stratejiler izlemiş, bağımsızlık mücadelesi adına bir alternatif sunmamıştır.
Türkiye’deki mevcut muhalefet anlayışının en büyük sorunu, yalnızca iktidar karşıtlığı üzerinden siyaset üretmesidir. Gerçekten bağımsız bir dış politika için alternatif bir vizyon bugüne kadar sunulmamıştır. Bu nedenle, halkın mevcut siyasi yapıları tercih etmesinin en büyük nedeni, muhalefetin de benzer bir dış politika izliyor olmasıdır. Emperyalizme karşı duruş sadece söylemde kalmış, somut adımlar atılmamıştır.
Eleştirel Bir Bakış: Erdoğan ve Bahçeli’nin Ajanlık İddiaları Üzerine Derinlemesine Bir Analiz
Yukarıdaki analiz, Türkiye’nin siyasal yapısındaki “ajanlık” ve “ajanlık” olgularını eleştirel bir biçimde incelemektedir. Ancak bu iddialar, dışsal faktörlerin “ajanlık” olarak yorumlanmasıyla ilgili basit bir çıkarım değildir. Türkiye’nin siyasi elitleri, dış politikalarını izlerken genellikle Batılı büyük güçlerle işbirliği yapıyor olabilirler; ancak bu işbirliklerinin ajanlık olarak değerlendirilmesi daha dikkatli ve derinlemesine bir inceleme gerektirir.
Erdoğan ve Bahçeli’nin Batı’yla, özellikle ABD ve AB ile ilişkilerini düzeltmeye yönelik çabaları, bu kişilerin Türkiye’nin çıkarlarını değil, büyük emperyalist güçlerin çıkarlarını savundukları algısını yaratmaktadır. Ancak bu noktada en önemli soru, bu tür işbirliklerinin “ajanlık” olarak kabul edilip edilmemesidir.
Ajanlık, tanım olarak, bir devletin dış bir gücün çıkarları doğrultusunda hareket eden bir uluslararası işbirlikçisi anlamına gelir. Bir hükümetin veya liderin, çıkarlarını kendi ulusunun lehine değil, dış aktörlerin lehine yönlendirmesi durumunda ajanslık suçlaması yerinde olabilir. Erdoğan ve Bahçeli’nin izlediği politika, özellikle Türkiye’nin enerji güvenliği ve askeri stratejiler üzerinde Batı’yla uyumlu bir strateji izlemekte, bu da birçok kişiye onların ajans olduğu izlenimini vermektedir. Özellikle Suriye’deki müdahaleler, Türkiye’nin ulusal çıkarlarıyla uyumlu gibi görünse de, bu politikaların bazen ABD ve İsrail’in çıkarlarıyla örtüşmesi ajanlık iddialarını güçlendirmiştir.
Sosyolojik, Psikolojik ve Felsefi Perspektiften Türkiye’deki Durum
Bu durumu daha derinlemesine anlamak için sosyolojik, psikolojik ve felsefi bakış açılarıyla daha geniş bir analiz yapılması gerekmektedir. Michel Foucault, hegemonik yapıları ve güç ilişkilerini analiz ederken, toplumsal yapıların bireyler üzerindeki etkisini açıklamaktadır (Foucault, 1980). Türkiye’deki siyasi yapılar, halkın bilinçaltına işlemekte ve sosyal mühendislik faaliyetleriyle bu güç ilişkileri pekiştirilmektedir.
Max Weber, iktidarın meşruiyet temelini, karizmatik liderlik ve halkın ideolojik bağlılığıyla ilişkilendirir. Erdoğan ve Bahçeli’nin liderlik biçimi, halkın güçlü duygusal bağlarıyla şekillenmiştir. Bu güçlü bağlar, halkın dış güçlerin etkilerini tartışmak yerine mevcut iktidarı savunma refleksiyle sonuçlanmaktadır. Bu durum, halkın bilinçaltı manipülasyonu ile açıklanabilir. Türk halkının büyük bir kısmı, sistematik bir şekilde dış müdahalelere karşı körleştirilmiş ve ideolojik olarak pekiştirilmiş bir yapının etkisi altına girmiştir.
Slavoj Žižek’in ideolojik manipülasyon hakkındaki teorileri, burada çok önemli bir noktayı açığa çıkarmaktadır. Toplumsal bilinçaltı üzerindeki etkiler, halkın dış müdahalelere karşı duyarsızlaştırılması sürecinde belirleyici bir rol oynamaktadır. Erdoğan ve Bahçeli’nin iç siyasetteki söylemleri, dış müdahalelere karşı sesini çıkarmayan bir halk profili oluşturmak amacıyla stratejik olarak geliştirilmiştir.
Sonuç ve Türkiye’nin Geleceği
Türkiye’nin geleceği, yalnızca dış müdahalelerin etkisiyle değil, aynı zamanda halkın toplumsal bilinçlenmesi ile şekillenecektir. Türkiye, iç ve dış siyasetteki bağımsızlık mücadelesine sahip çıkmadığı sürece, emperyalist güçlerin etkisi devam edecektir. Ancak bu mücadele, yalnızca siyasi liderler tarafından değil, tüm toplumsal kesimler tarafından bilinçli ve kararlı bir şekilde verilmelidir. Sosyal adalet ve özgürlük taleplerinin yanı sıra, halkın dış müdahalelere karşı daha dirençli bir yapıya kavuşturulması gerekmektedir.
Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesi, sadece emperyalist güçlere karşı bir duruşla değil, aynı zamanda iç politikada halkın özgür düşüncesinin pekiştirilmesiyle de başarılı olabilir. Türkiye’nin geleceği, hem sosyolojik hem de felsefi bir dönüşümle şekillenecektir. Halkın, emperyalizme karşı duyarlılığını artırması ve özgürlük ve bağımsızlık gibi temel değerlere sahip çıkması, gelecekteki siyasi ve toplumsal yapıyı belirleyecektir.
Sonuç: Türkiye’nin Geleceği İçin Ne Yapılmalı?
Türkiye’nin geleceği, yalnızca dış müdahalelerin etkisiyle şekillenmeyecektir. Halkın bilinçlenmesi ve bağımsızlık mücadelesine sahip çıkması, emperyalizme karşı atılacak en güçlü adım olacaktır. Bununla birlikte, halkın bağımsızlık mücadelesi, yalnızca siyasi liderler değil, toplumun tüm kesimlerinin sorumluluğundadır.
Emperyalizm ve siyonizm ile mücadele etmek, sadece dış güçlere karşı bir duruş sergilemekle kalmaz. Bu mücadele, halkın toplumsal adalet ve özgürlük talepleriyle de doğrudan ilişkilidir. Türkiye’nin özgürlüğü ve bağımsızlığı, yalnızca içteki siyasetin değil, aynı zamanda halkın özgür düşünce ve bağımsızlık anlayışının güçlendirilmesiyle mümkün olacaktır.
Türkiye’nin geleceği, ancak halkın daha özgür, bilinçli ve bağımsız bir yapıya kavuşmasıyla şekillenebilir. Bu dönüşüm, yalnızca liderlerin politikalarına değil, toplumun her kesiminin ortak çabalarına dayalı bir süreç olmalıdır. Sosyal adalet ve özgürlük gibi evrensel değerler etrafında birleşerek, Türkiye, emperyalizmin etkisinden kurtulabilir ve bağımsızlık mücadelesini kazanan bir ülke haline gelebilir.
Kaynakça
1. Gramsci, A. (1971). Selections from the Prison Notebooks. International Publishers.
2. Freud, S. (1921). Group Psychology and the Analysis of the Ego. International Psycho-Analytical Press.
3. Zürcher, E. J. (2004). Turkey: A Modern History. I.B. Tauris.
4. Kirişci, K. (2009). Turkey and the West: The Politics of Influence. Rowman & Littlefield.
5. Robins, P. (2003). The Geopolitics of Turkish Foreign Policy. Palgrave Macmillan.
6. Özbudun, E. (2010). Constitutional Law in Turkey. Kluwer Law International.
7. Friedman, M. (2002). Capitalism and Freedom. University of Chicago Press.
8. Mills, C. W. (1956). The Power Elite. Oxford University Press.
9. Huntington, S. (2004). The Clash of Civilizations and the Remaking of World Order. Simon & Schuster.
10. Cox, R. W. (1987). Production, Power, and World Order: Social Forces in the Making of History. Columbia University Press.
11. Chomsky, N. (2003). Hegemony or Survival: America’s Quest for Global Dominance. Metropolitan Books.
12. Kissinger, H. (1994). Diplomacy. Simon & Schuster.
13. Roberts, D. (2015). Geopolitics and Globalization: The Politics of Power and Influence. Routledge.
14. Bourdieu, P. (1998). On Television. The New Press.
15. Zizek, S. (2012). The Year of Dreaming Dangerously. Verso.
16. Foucault, M. (1980). Power/Knowledge: Selected Interviews and Other Writings. Pantheon Books.
17. Weber, M. (1947). The Theory of Social and Economic Organization. Free Press.
Bir yanıt yazın