2024 yılı, küresel düzenin sarsıldığı, ekonomik ve jeopolitik gerilimlerin tırmandığı bir dönem olarak hafızalarda kalacak. Ortadoğu’daki çatışmalar, Ukrayna’daki savaş, Tayvan gerilimi ve küresel ekonomik zorluklar, dünya çapında huzursuzluk ve belirsizlik yaratırken, bu durumun uluslararası ilişkilerdeki yansıması da dikkat çekici olmuştur. Küresel güçlerin stratejik rekabeti, savaş riski ve geleceğe yönelik alternatif çözüm arayışları 2025 yılına dair önemli soruları gündeme getiriyor. ABD, Rusya, Çin, AB, BRICS ve Şanghay İşbirliği Örgütü gibi yapılar arasındaki ilişkilerdeki olasılıklar, aynı zamanda Türkiye’nin iç ve dış politikalarındaki stratejileri de şekillendirecek. .
- ABD ve Trump’ın Politikaları:
ABD’nin dış politikası, özellikle Donald Trump’ın yeniden başkanlık iddiası ve onun “Amerika Önce” yaklaşımı, küresel düzenin dinamiklerini şekillendirebilir. Trump’ın yönetiminde, ABD’nin izolasyonist bir yaklaşımı benimsemesi, çok taraflılık yerine ikili anlaşmalar ve ticaret savaşları tercih edilmesi bekleniyor. Trump, ekonomik sıkıntıların ve iç politikadaki kutuplaşmanın etkisiyle, Çin ve AB’ye karşı agresif politikalarını sürdürebilir. Özellikle Çin’e yönelik ekonomik baskılar, Tayvan meselesindeki gerilimleri daha da artırabilir. Bununla birlikte, Trump’ın geri dönmesi, ABD’nin dünya sahnesindeki liderlik iddiasını zayıflatabilir, çünkü bu yaklaşım, özellikle NATO ve diğer müttefikleriyle ilişkilerde sorunlar yaratacaktır.
Stratejist George Friedman, ABD’nin içsel çelişkilerinin, dış politikasına yön verecek şekilde büyük bir yeniden şekillenme sürecine girmesini bekliyor. Friedman, ABD’nin “bütünleşmiş bir dünya düzeni” kurma çabasının, “içerdeki kutuplaşmalar ve dışarıdaki hegemonya arayışları” arasında dengeyi bulamadığı bir ortamda, giderek daha fazla zorlanacağını öngörmektedir. Zbigniew Brzezinski de benzer şekilde, ABD’nin güç kaybı ve dünya sahnesindeki yalnızlaşmasını, küresel sistemin gelecekteki şeklini belirleyecek bir faktör olarak öne sürmüştür.
- Rusya ve Çin:
Rusya ve Çin, ABD’nin küresel egemenliğini zayıflatmak için daha yakın işbirliği yapma potansiyeline sahip. Rusya, Ukrayna’daki savaşı sürdürürken, Çin ise Tayvan’a yönelik tavırlarını daha da sertleştirebilir. Çin’in ekonomik gücünün artması, ABD ile olan stratejik çatışmaları derinleştirebilir. Pekin’in küresel ekonomik gücü, Hindistan’ın yükselen nüfusu ve doğal kaynaklar açısından zengin Brezilya’nın gücü, BRICS’in önümüzdeki yıllarda daha fazla etkinlik kazanmasını sağlayabilir. Ancak, BRICS içindeki farklılıklar – özellikle Çin ile Hindistan arasındaki gerilimler – bu grubun uzun vadeli dayanıklılığını sorgulatıyor.
John Mearsheimer, Çin’in yükselmesinin, ABD’nin hegemonya karşısında izlediği stratejinin merkezi bir parçası olduğunu savunuyor. Mearsheimer, Çin’in yükselmesinin Batı’nın liderliğindeki dünya düzenini tehdit ettiğini ve bu çatışmanın kaçınılmaz olduğunu belirtiyor. Henry Kissinger ise, Çin ile ABD arasındaki stratejik rekabetin, “dünya düzeninin yeniden inşa edilmesi” ihtiyacını doğurduğuna dikkat çekiyor. Kissinger’a göre, Çin’in yükselişi ve Rusya ile ittifakı, Batı’nın küresel hakimiyetini tehdit ederken, aynı zamanda yeni bir güç dengesi de yaratmaktadır.
- Avrupa Birliği ve BRICS:
Avrupa Birliği, ekonomik ve siyasi krizin etkisiyle birlik içinde parçalanma eğiliminde. Avrupa, Rusya ile devam eden gerilimler ve ABD’nin küresel politikalara yaklaşımı karşısında birleşik bir strateji geliştirmekte zorlanıyor. Almanya, Fransa gibi büyük ülkeler arasındaki fikir ayrılıkları, AB’nin uluslararası arenadaki etkisini azaltabilir.
Ian Bremmer, AB’nin geleceği ile ilgili görüşlerinde, özellikle içindeki büyük ekonomik güçlerin ayrıştığını ve bu durumun, Avrupa’nın küresel arenada etkisizleşmesine yol açabileceğini belirtiyor. Avrupa, hem jeopolitik hem de ekonomik anlamda, hızlı bir şekilde çok kutuplu bir dünyada yer edinme mücadelesi verebilir. Robert Kagan, AB’nin ABD ile arasındaki tarihsel ittifakı, giderek bağımsızlık arayışına evrilen bir yapıya dönüştüğünü ifade ediyor. Bu eğilim, Avrupa’nın çok kutuplu dünyada daha bağımsız bir strateji izleme ihtimalini artırıyor.
BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) ise küresel gücün dengeye oturması adına önemli bir oyuncu olmaya devam ediyor. 2024 itibariyle BRICS, hem ekonomik hem de siyasi anlamda Batı’ya alternatif bir güç merkezi oluşturma yolunda ilerliyor. Çin’in küresel ekonomik gücü, Hindistan’ın yükselen nüfusu ve doğal kaynaklar açısından zengin Brezilya’nın gücü, BRICS’in önümüzdeki yıllarda daha fazla etkinlik kazanmasını sağlayabilir. Ancak, BRICS içindeki farklılıklar – özellikle Çin ile Hindistan arasındaki gerilimler – bu grubun uzun vadeli dayanıklılığını sorgulatabilir.
- Şanghay İşbirliği Örgütü (SCO):
Şanghay 5’lisi (SCO) ve bunun devamı olan diğer yapılar, özellikle Rusya ve Çin’in öncülüğünde Batı karşıtı bir blok oluşturuyor. Bu blok, çok kutuplu dünya düzenine doğru evrilen bir ortamda daha da güçlenebilir. Ancak, içindeki ülkelerin farklı ekonomik, kültürel ve politik yapıları, grup içinde birleşik bir vizyon oluşturmayı zorlaştırabilir. Hindistan’ın içindeki ideolojik ve stratejik çeşitlilik, İran gibi ülkelerin farklı hedefleri, bu yapının dayanıklılığını sorgulatabilir.
Friedrich Hayek, serbest piyasa ekonomisinin ve küresel entegrasyonun faydalarını savunsa da, çok kutuplu dünya düzeninin, serbest ticaretin engellenmesi ve devlet müdahalesinin artması riskini taşıdığına dikkat çekmiştir. Hayek’in görüşlerinden yola çıkarak, Şanghay İşbirliği Örgütü gibi blokların ekonomik bağlamda daha kapalı bir yapıya evrilmesi, küresel ticaretin ve işbirliğinin kısıtlanmasına neden olabilir.
- Savaş mı, Rekabet mi?
Küresel düzeydeki gerginliklerin, rekabetten ziyade doğrudan savaşlara yol açma ihtimali, özellikle Tayvan, Ukrayna ve Ortadoğu’da daha fazla endişe yaratıyor. Ancak, savaşların açık bir şekilde patlak vermesi, nükleer silahların kullanım riski, tüm dünyadaki güç merkezlerini yeniden şekillendirme anlamına gelecektir. O yüzden büyük güçler arasında doğrudan askeri çatışmaların yerine, daha çok ekonomik yaptırımlar, siber savaşlar ve ideolojik rekabetin ön planda olacağı bir senaryo daha olasıdır.
Samuel Huntington, “Medcezir Çatışması” (Clash of Civilizations) teorisinde, dünya düzeninin daha fazla kültürel ve sivilizasyonel temele dayalı bir çatışma ortamına evrileceğini öngörmüştür. Huntington’a göre, Batı ile İslam ve Çin gibi büyük uygarlıklar arasındaki rekabet, gelecekte daha fazla çatışmaya yol açabilir. Ancak, bu çatışmaların doğrudan sıcak savaşlardan ziyade, ekonomik ve ideolojik mücadeleler olarak ortaya çıkması olasılığı yüksektir.
- Alternatif Çözümler ve Uluslararası Umutlar:
Bununla birlikte, dünya genelinde alternatif uluslararası çözümler arayışları da devam ediyor. Küresel ekonomik krizler, iklim değişikliği ve sağlık gibi ortak sorunlar, devletleri bir araya getiren yeni işbirlikleri ve platformları ortaya çıkarabilir. Birleşmiş Milletler (BM) gibi küresel organizasyonlar, özellikle iklim değişikliği gibi ortak tehditlere karşı daha etkin bir yaklaşım sergileyebilir. Ayrıca, uluslararası ticaretin ve finans sistemi, küresel ekonomik düzendeki büyük değişikliklerle paralel olarak yeniden şekillenebilir. Uluslararası ticaretin daha bölgesel ve çok kutuplu hale gelmesi, ülkeler arasındaki ekonomik ilişkilerde daha fazla çeşitlenmeye yol açabilir. Bu durum, tek kutuplu bir dünya düzeninin sona erdiğini, çok taraflı anlaşmaların ve yerel çözüm yollarının ön planda olacağı bir dönemi işaret eder. Joseph Nye, bu sürecin, yumuşak güç ve diplomatik stratejilerle daha belirgin hale geleceğini, bu sayede devletlerin küresel sorunlarla mücadelede birbirleriyle daha uyumlu bir şekilde hareket edeceğini vurgulamaktadır. Nye, bu yönüyle çok kutuplu dünyanın, sadece askeri veya ekonomik güçle değil, kültürel etkileşimler ve çevresel işbirlikleriyle şekilleneceğini savunuyor.
Ancak tüm bu gelişmelerin, ülkelerin dış politikalarını yeniden şekillendirmeleri gerektiği gerçeğini değiştirmiyor. Uluslararası işbirliği, sadece devletler arası stratejik çıkarların ötesinde, insanlık için ortak tehditlere karşı bir araya gelmeyi gerektirecek. Martha Nussbaum gibi düşünürler, küresel eşitsizlik, insan hakları ve çevre gibi konularda daha adil bir dünya düzeninin gerekliliğine dikkat çekerek, dünya toplumlarının yalnızca devlet temelli değil, aynı zamanda insan merkezli bir yönetişim anlayışı benimsemesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu bağlamda, küresel ısınma ve sürdürülebilir kalkınma gibi büyük tehditlere karşı uluslararası işbirliğini teşvik eden yeni mekanizmaların önemi her geçen gün artmaktadır.
Türkiye’nin 2024 ve 2025 Yılındaki Durumu ve Geleceği:
Türkiye, 2024 yılı itibarıyla ekonomik ve sosyal zorluklarla karşı karşıya kalmış durumda. Yüksek enflasyon, döviz kuru dalgalanmaları, işsizlik ve sosyal eşitsizlikler, düzensiz göç, halkın yaşam standartlarını düşürerek ciddi bir iç ekonomik kriz ortamı yaratmıştır. Ekonomik kriz, yalnızca günlük yaşamı değil, aynı zamanda Türkiye’nin dış politikasını da doğrudan etkileyebilir. Ekonomik istikrarsızlık, dış dünyada Türkiye’nin etkisini sınırlayabilir ve ülke içindeki sosyal huzursuzlukları derinleştirebilir. İçerideki bu kriz, aynı zamanda Türkiye’nin uluslararası ilişkilerinde izlediği stratejileri de zorlayabilir.
Bununla birlikte, Türkiye’nin bölgesindeki stratejik rolü ve küresel düzeydeki pozisyonu da giderek daha karmaşık hale geliyor. 2024 yılında, Türkiye’nin jeopolitik olarak karşı karşıya kaldığı zorluklar arasında, Suriye, Libya ve Irak gibi bölgelerdeki çatışmalarla olan ilişkisi ve Rusya ile olan ikili bağlar ön planda. Ancak, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Avrupa Birliği (AB) ile olan ilişkilerdeki gerginlikler ve NATO üyeliği bağlamında yaşanan sorunlar, Türkiye’yi giderek daha fazla izolasyona itebilir. Bu durum, hem ekonomik anlamda hem de dış politikasında zorluklar yaratabilir.
Türkiye’nin Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki etkinliğini artırmak adına, bölgesel liderlik iddası ve potansiyelini aşan her konuda da daha “bağımsız” bir dış politika izlemeye devam edebilir. Fakat, bu politika, Batı ve BRİCS ile ilişkileri daha da gerginleştirebilir ve Türkiye’yi bölgesel ve küresel ölçekte daha fazla yalnızlaştırabilir. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ve Türkiye’nin bölgedeki etkisi konusunda izlediği politika da, bu süreçte batı çıkarları ile dengeli ve önemli ama bölgesel açıdan ve Türkiye açısından yıkıcı bir rol oynayabilir. Bu tür politikalar, dışarıdan gelen baskılar ve bölgedeki diğer aktörlerle olan ilişkilerde zorluklar yaratabilir. Bu bağlamda, Türkiye’nin, büyük güçlerle olan ilişkilerinde dengeyi kurabilmesi büyük önem taşımakta. Ancak, bu denge politikası, Türkiye’yi izolasyona da sürükleyebilir ve yalnızca bölgesel değil, küresel arenada da etkisini sınırlayabilir.
2025 yılına doğru, Türkiye’nin iç ekonomik sorunları ve dış politikadaki zorlukları, ülkenin küresel stratejilerini yeniden şekillendirmesini gerektirebilir. Ekonomik krizlerin derinleşmesi, Türkiye’nin Batı dünyasıyla olan bağlarını zayıflatabilir ve ülkeyi daha bağımsız bir dış politika izlemeye zorlayabilir. Türkiye, hem ekonomik hem de jeopolitik alanda daha büyük bir stratejik oyun içinde yer alabilir, ancak bunun başarılı olabilmesi için daha dengeli bir dış politika izleyebilmesi, hem Batı ile hem de Doğu ile ilişkilerini yönetebilmesi gerekecektir. Bu süreç, küresel dinamiklerin değişen doğası ile birlikte, Türkiye’nin geleceğini şekillendirebilir.
Sonuç olarak, 2025 yılı, eğer bağımsız ve dengeli bir politika izlerse Türkiye için hem fırsatlar hem de büyük zorluklarla dolu bir dönem olabilir. Küresel güç mücadelesinin derinleştiği, ekonomik çalkantıların arttığı ve jeopolitik gerilimlerin tırmandığı bir ortamda, Türkiye’nin ulusal çıkarlarını korumak ve uluslararası düzeyde etkili bir oyuncu olmak adına atacağı adımlar, onun gelecekteki rolünü belirleyecektir. Bu, yalnızca bölgesel değil, küresel düzeyde de bir strateji oluşturmayı gerektiren, büyük bir dönüşüm sürecidir.
Kaynakça:
1. Brzezinski, Zbigniew. The Grand Chessboard: American Primacy and Its Geostrategic Imperatives. Basic Books, 1997.
2. Friedman, George. The Next 100 Years: A Forecast for the 21st Century. Doubleday, 2010.
3. Kagan, Robert. The World America Made. Vintage Books, 2012.
4. Mearsheimer, John J.. The Tragedy of Great Power Politics. W.W. Norton & Company, 2001.
5. Nye, Joseph S.. The Future of Power. PublicAffairs, 2011.
6. Huntington, Samuel P.. The Clash of Civilizations and the Remaking of World Order. Simon & Schuster, 1996.
7. Hayek, Friedrich A.. The Road to Serfdom. University of Chicago Press, 1944.
8. Nussbaum, Martha. Creating Capabilities: The Human Development Approach. Harvard University Press, 2011.
9. Kissinger, Henry. World Order. Penguin Press, 2014.
10. Bremmer, Ian. The End of the Free Market: Who Wins the War Between States and Corporations?. The Penguin Press, 2009.
11. Brzezinski, Zbigniew. The Geostrategy of the Globalization. Foreign Affairs, 2004.
Bir yanıt yazın