Ortadoğu’da Çözülme ve Türkiye’nin Eylemsel Paradoksu: Jeopolitik Yüklerin Altında Ezilen Bir Ulus. Sefa Yürükel

Ortadoğu, tarih boyunca imparatorlukların sınandığı bir satranç tahtası olmuştur. Bu coğrafya, küresel güçlerin kendi çıkar savaşlarını yürüttüğü ve ulus devletlerin de bu oyunlarda piyon olarak kullanıldığı bir mekândır. Türkiye’nin son yıllarda Suriye politikasında aldığı konum, bu satranç oyununda kendine verilen rollerin ötesinde, kendi tarihsel, siyasal ve sosyolojik kodlarıyla da bağdaşmayan bir yükümlülük hâline gelmiştir. ABD ve İsrail gibi küresel aktörlerin bölgedeki planları, Türkiye’yi yalnızca bir “garson” ya da “bulaşıkçı” rolüne indirgemekle kalmıyor, aynı zamanda ulusal egemenlik, ekonomik sürdürülebilirlik ve toplumsal barış açısından da büyük tehditler yaratıyor.

Jeopolitik Tuzak ve Türkiye’nin Yanıltıcı Stratejik Arayışları

Amerikan siyaset bilimi literatüründe sıkça kullanılan bir kavram vardır: “hegemonyanın masası.” Bu masada hegemon güçler yemeği planlar, yer ve hazmederken, diğer aktörlere ya hizmetkârlık ya da sefalet düşer. Türkiye’nin Suriye’deki rolü, işte bu masadaki “garsonluk” metaforuna oturmaktadır. Eski ABD Başkanı( yeniden seçilen ve 20 Ocak’tan itibaren işine başlatacak olan) Donald Trump’ın Türkiye ‘de ki RTE hakkında “çok akıllı” ifadesi, aslında bir ironi taşır. Bu tür ifadeler, bir ulusun liderini övüyor gibi görünse de, özünde onun manipüle edilebilirliğine vurgu yapar. Trump’ın “Suriye Türkiye’nin sorumluluğundadır” sözleri, bu jeopolitik tuzağın açık bir ilanıdır.

Antropolojik bir açıdan bakıldığında, Türkiye’nin Suriye’ye dair politikaları, “toplumların düşman yaratma refleksi” ile açıklanabilir. René Girard’ın “mimesis” (taklit) teorisi, düşmanlıkların çoğu zaman taklit ve rekabetten doğduğunu söyler. Türkiye, Suriye’de Esad rejimine karşı geliştirdiği düşmanca tavırla, aslında hegemon güçlerin çıkarlarını taklit eden bir politika izlemiştir. Bu politika, taklit edeni her zaman alt seviyede tutar ve onu güçsüz bırakır.

Psikolojik Manipülasyon ve “Kollektif Gazlama”

Türkiye’nin liderliği, psikolojik olarak “gazlanma” fenomeninin somut bir örneğini teşkil eder. Siyasal psikoloji literatüründe, liderlerin “ulus inşası” sırasında dış güçler tarafından manipüle edilebilir hale gelmesi, sıkça vurgulanan bir tehlikedir. Trump’ın, Erdoğan için “çok akıllı” demesi, aslında Türkiye’nin uluslararası alanda kendi çıkarlarını ikinci plana itip, başka güçlerin çıkarlarını koruyan bir pozisyona itilmesini meşrulaştırır. Bu tür ifadeler, Türk siyasal elitlerini büyük bir misyona sahip olduklarına inandırırken, gerçekte onların jeopolitik yükümlülüklerini artıran bir tuzaktır.

Sosyolojik ve Antropolojik Çöküşün Ayak Sesleri

Suriye’deki savaş, sadece bölgesel bir kriz değil, aynı zamanda Türkiye’nin toplumsal yapısını da tehdit eden bir unsurdur. Türkiye, tarihsel olarak mülteci hareketlerine aşina olsa da, son yıllardaki göç dalgası, toplumda ciddi bir kutuplaşma yaratmıştır. Emile Durkheim’ın “anomi” kavramı, bu durumu anlamak için önemlidir. Toplumun normlarının çökmesi ve bireylerin kendilerini aidiyetsiz hissetmesi, bugün Türkiye’de Suriyeli mülteciler üzerinden tartışılan bir sosyal sorundur.

ABD ve İsrail tarafından kurulan: 36 parçalı islamcı bir terörist koalisyon olan HTŞ (Heyet Tahrir el-Şam) ve etnik bir terör örgütü olan PKK gibi grupların Türkiye’nin sınır güvenliğini tehdit etmesi, ve RTE lere genişleme adı altında ABD ve İsrail’in yutturduğu Suriye zokası, süreç
İçinde görülecekki Türkiye’nin ulus-devlet fikrini paramparça eden bir senaryo yaratmaktadır. Bu, Max Weber’in ulus-devleti tanımlayan meşru şiddet tekeli ilkesine ciddi bir meydan okumadır. Bugün Türkiye’nin Suriye sınırındaki durumu, devletin şiddet tekelini kaybetmeye başladığının bir göstergesidir.

Ampirik Gerçeklik: Irak ve Suriye’nin Parçalanması

Irak’ın ABD müdahalesi sonrası federatif bir yapıya dönüşmesi, bölgesel planların nasıl işlediğine dair açık bir örnektir. Saddam Hüseyin’in devrilmesi, yalnızca Irak’ı parçalamakla kalmadı, aynı zamanda İran’a, İsrail ve ABD’ye bölgesel bir manevra alanı sağladı. Bugün Suriye’de yıkılan Esad iktidarı karşısında Türkiye’nin rolü de benzer bir yazgıya işaret ediyor. Yıllardır, BOP kapsamında Türkiye, ABD ve İsrail’in bölgedeki stratejik hedeflerini dolaylı olarak desteklerken, kendi ulusal bütünlüğünü riske atıyor.

Sonuç: Dipten Çıkış Var mı?

Türkiye’nin bugün Suriye’de üstlendiği rol, yalnızca bir dış politika başarısızlığı değil, aynı zamanda siyasal liderlikte vizyon eksikliğini de yansıtmaktadır. ABD ve İsrail’in planlarına alet olan bir politika, yalnızca Türkiye’nin uluslararası alanda itibarını değil, aynı zamanda iç politikadaki huzuru da tehdit etmektedir.

Felsefi bir bakış açısıyla, Albert Camus’nün absürd insanı, bu durumu anlamak için bir metafor olarak kullanılabilir. Türkiye’nin Suriye politikası, absürd bir çabayla, bölgenin tüm sorunlarını çözme girişimidir; ancak bu çaba, kendi varoluşunu tehlikeye atar. Türkiye, bu absürd döngüden kurtulmak için, kendi çıkarlarını önceleyen, bölgesel barışa öncelik veren ve hegemon güçlerin etkisinden bağımsız bir politika benimsemelidir.

Bölgedeki satranç oyununda, bir piyon olmaktan çıkıp, kendi stratejisini yazmak, Türkiye’nin önündeki tek gerçekçi seçenektir. Ancak bu strateji, kısa vadeli kazanımlardan ziyade, uzun vadeli ulusal çıkarları gözeten bir anlayışa dayanmalıdır. Aksi halde, bulaşıkları yıkamaya devam eden bir “garson” rolünden kurtulmak mümkün olmayacaktır.

Ortadoğu, tarih boyunca imparatorlukların sınandığı bir satranç tahtası olmuştur. Bu coğrafya, küresel güçlerin kendi çıkar savaşlarını yürüttüğü ve ulus devletlerin de bu oyunlarda piyon olarak kullanıldığı bir mekândır. Türkiye’nin son yıllarda Suriye politikasında aldığı konum, bu satranç oyununda kendine verilen rollerin ötesinde, kendi tarihsel, siyasal ve sosyolojik kodlarıyla da bağdaşmayan bir yükümlülük hâline gelmiştir. ABD ve İsrail gibi küresel aktörlerin bölgedeki planları, Türkiye’yi yalnızca bir “garson” ya da “bulaşıkçı” rolüne indirgemekle kalmıyor, aynı zamanda ulusal egemenlik, ekonomik sürdürülebilirlik ve toplumsal barış açısından da büyük tehditler yaratıyor. - WWI birincidunyasavasi ortadogu

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir