Tarih boyunca ideolojik ve siyasal dönüşümler, insan topluluklarını hem bireysel hem toplumsal düzeyde derin krizlere sürüklemiştir. Bugün Türkiye’de, komşu ülkelerde laik rejimlerin çöküşünü coşkuyla karşılayan bazı kesimlerin, yarın böyle bir dönüşüm Türkiye’de yaşandığında Batı’ya kaçan ilk insanlar olacağını söylemek yalnızca bir tahmin değil; sosyoloji, siyaset bilimi, antropoloji ve psikoloji gibi disiplinlerden derslerle desteklenen bir gerçektir.
Laiklik: Toplumun Barış Sigortası
Laiklik, yalnızca din ile devlet işlerinin ayrılması anlamına gelmez. Aynı zamanda farklı kimliklere sahip bireylerin eşit koşullarda bir arada yaşayabilmesinin temel taşıdır. Siyaset bilimci John Rawls, “adalet, toplumun en temel erdemidir” derken, bir devletin meşruiyetinin ancak herkese eşit mesafede durmasıyla sağlanabileceğini vurgular. Laiklik, bu eşitliği sağlayan temel ilkedir. Eğer bir devlet, belirli bir dini referans alarak diğer kesimlere karşı baskıcı bir tutum geliştirirse, toplumun çatışmaya sürüklenmesi kaçınılmazdır. Bugün Suriye’den İran’a kadar birçok örnek, laikliğin yok edilmesinin toplumları nasıl bölünmeye ve yıkıma götürdüğünü göstermektedir.
Sosyolog Émile Durkheim, bir toplumun ahlaki düzeninin (moral order) parçalanmasının anarşi ve kaosa yol açacağını belirtir. Laik düzenin yıkılması, sadece din ve devlet işlerini ayıran bir sistemin çökmesi anlamına gelmez; aynı zamanda toplumsal uzlaşının zeminini de ortadan kaldırır. Bu uzlaşının yokluğu, bireyleri kaotik bir ortamda hayatta kalma içgüdüsüyle hareket etmeye zorlar.
İslamcı Rejimlerin İlk Mağdurları Destekçileri Olur
Psikolojik açıdan bakıldığında, ideolojik rejimlerin ilk hedefi, o rejime bir dönem destek vermiş ancak artık “yeterince sadık olmayan” kitleler olur. Erich Fromm, “Otoriter sistemlerde bireyin özgürlük korkusuyla itaatkâr hale gelmesi, onun ilk önce kendi yarattığı sistem tarafından ezilmesine yol açar” der. Bu bağlamda, İslamcı rejimlerin destekçileri, çoğunlukla rejimin ilk kurbanları olmuştur.
İran’da 1979 İslam Devrimi’ni destekleyen birçok kesim, kısa süre içinde devrim sonrası rejimin baskıcı politikalarının hedefi haline gelmiş ve ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır. Aynı şekilde Afganistan’da Taliban rejimi, başlangıçta “din kardeşliği” adına desteklenmiş ancak kısa sürede toplumun geniş bir kesimini sindirerek bir korku düzeni inşa etmiştir. Türkiye’de de benzer bir dönüşüm yaşanması durumunda, bugün İslamcı düzeni savunanların yarın ilk mağdur olacakları açıktır.
Sosyolojik Perspektif: Göç ve Kaçışın Yönü
Bugün Afganistan, İran ve Suriye’den kaçan insanların Suudi Arabistan, Pakistan veya başka bir teokratik ülkeye değil, Batı’daki laik ülkelere yönelmesi, sosyolojik bir fenomendir. Sosyolog Zygmunt Bauman, modern toplumlarda bireylerin özgürlük ve güvenlik arasında bir denge arayışı içinde olduğunu vurgular. Şeriat düzeniyle yönetilen ülkelerde bu dengenin tamamen bozulduğunu gören bireyler, laik rejimlerin sunduğu güvenli limanlara sığınmayı tercih ederler.
Türkiye’de de laikliğin yıkılması durumunda, ilk kaçacak olanların bugün bu süreci destekleyenler olması, bu sosyolojik gerçeğin bir yansımasıdır. Tarih boyunca “kendi eliyle baskı düzeni kuranların” bu düzenin ilk kurbanları olması, sadece bir tesadüf değil, sistematik bir sonuçtur.
İslamcı Rejimlerin Ekonomik ve Toplumsal Çöküşü
İslamcı rejimler yalnızca özgürlükleri değil, ekonomik refahı ve toplumsal düzeni de yok eder. Antropolog Claude Lévi-Strauss, bir toplumun inanç sisteminin ekonomik ve kültürel yapıyı şekillendirdiğini ifade eder. İslamcı rejimlerde ekonomik ve toplumsal yapının dini kurallara göre düzenlenmesi, modern dünya ile bağların kopmasına ve ekonomik çöküşe yol açar.
Bugün İran, Afganistan ve Sudan gibi ülkelerin içinde bulunduğu ekonomik kriz, laiklikten uzaklaşmanın bir sonucudur. Türkiye’de de benzer bir süreç yaşanması durumunda, bu ekonomik yıkımdan en çok etkilenecek olanlar, toplumun en alt tabakaları olacaktır. Ancak bu süreç, rejimin destekçilerini de ekonomik açıdan yok olmaya sürükleyecektir.
Siyasal Bilim ve Laik Karşı Duruşun Gerekliliği
Siyaset bilimci Hannah Arendt, totaliter rejimlerin halkı ideolojik yalanlarla etkileyerek toplumu kontrol altına aldığını, ancak bu kontrolün bir noktada toplumu tamamen tüketeceğini belirtir. Türkiye’nin bu gidişattan kurtulması için bir “laik karşı duruş” gereklidir. Ancak bu karşı duruş, sadece siyasi bir hamleyle değil, eğitim, kültür ve toplumsal bilinçlenmeyle sağlanabilir.
Laiklik, gerektiğinde bir karşı ihtilal veya askeri müdahale ile birlikte , halkın bilinçlenmesiyle yeniden inşa edilmelidir. Çünkü gerçek bir dönüşüm, toplumun iradesiyle gerçekleştiğinde kalıcı olacaktır.
Sonuç ve Dersler
Tarih, ideolojik rejimlerin kendi destekçilerini bile ezdiği örneklerle doludur. Bugün Suriye’de laikliğin yıkılmasına sevinenler, yarın Türkiye’de benzer bir durum yaşandığında bu rejimin ilk mağdurları olacaktır. Afganistan, İran ve Libya gibi ülkelerin geçmişi, bu gerçeğin altını kalın çizgilerle çizmektedir. Türkiye, ancak laiklik ilkesine sıkı sıkıya sarılarak bu karanlık gidişattan kurtulabilir.
Referanslar
1. Durkheim, Émile. The Division of Labor in Society.
2. Rawls, John. A Theory of Justice.
3. Fromm, Erich. Escape from Freedom.
4. Bauman, Zygmunt. Liquid Modernity.
5. Lévi-Strauss, Claude. The Savage Mind.
6. Arendt, Hannah. The Origins of Totalitarianism.
7. Fukuyama, Francis. Political Order and Political Decay.
Bir yanıt yazın