Almanya‘nın başkenti olmanın ötesinde, bir yaşam tarzı ve kültürel çeşitlilik merkezi olarak da öne çıkan Berlin‘e yıl bitmeden, Noel öncesinde yaptığım bu son seyahatimde, şehri artık bir turist gibi değil, bir Berlinli gibi yaşamak istedim. Çünkü biliyorum ki bu şekilde yaşamak, şehrin enerjik ve çok kültürlü yapısının içinde kendine özgü, çok farklı bir deneyim sunar ve ziyaretçilerinin şehirdeki farklı yaşam tarzlarını, alternatif kültürleri, sanatı ve toplumsal özgürlüğü kucaklamasını da sağlar.
Bunu göz önünde bulundurarak, yerel dildeki etkinlikleri takip etmek bu seyahatimde elbette öncelikli tercihim oldu ve Neuköllner Oper‘in programında yer alan Asansördeki Şeytan (Der Teufel im Lift) adlı opera için yer rezerve imkanı buldum. Bu operaya olan yoğun ilgiden dolayı yer bulmak kolay olmadığından, ülkeden ayrılmadan önce izleme fırsatını yakalamama nazikçe destek olan Basın Ofisi’nden Andreas Altenhof‘a bu vesileyle teşekkür etmek istiyorum.
Karl-Marx-Straße üzerinde yer alan Neuköllner Oper; çağdaş repertuarları sahneleyen bir opera topluluğudur ve Asansördeki Şeytan adlı opera da bu topluluğun sahnelemesiyle de tanınan bir popüler yapımdır.
Yenilikçi ve özgün eserleri sahneleme yaklaşımıyla tanınan Neuköllner Oper‘in, Udo Zimmermann‘ın 1983 yılında yazdığı bu operasını güncel dokunuşlarla sahnelemeleri, topluluğun deneysel ve çağdaş opera anlayışına olan bağlılığını kesinlikle gözler önüne seriyor.
Asansördeki Şeytan
Almanya’nın, özellikle 20’nci yüzyılın sonlarına ait çağdaş operaları arasında dikkat çeken psikolojik drama türündeki Asansördeki Şeytan; Alman opera yazarı Udo Zimmermann tarafından 1983 yılında kaleme alınmış bir eserdir ve bu çağdaş operanın atmosferi, gerilim ve korku unsurlarıyla şekillenmiştir.
Derinlerde bireyin ölüm ve ölüm olgusuyla nasıl başa çıktığını ele alan bu operayı çok kısa bir şekilde özetlemek gerekirse; gecenin ilerleyen saatlerinde, Cennet Hotel’in lobisinde başlayan hikaye, bir asansörde sıkışıp kalan bir grup insanın yaşadığı sıra dışı ve ürpertici deneyimleri konu alır.
Beyin cerrahı Profesör Sanchez (Elias Arranz, bariton), otelden çıkış yaparken bir kahin olan Blanche (Rebekka Gruberowa) ile karşılaşır, bu sırada Raquel (Frieda Jolande Barck, soprano) adlı bir genç gazeteci asansörde mahsur kalır. Genç gazeteci asansörden kurtarıldığında, bu asansörün sıradan bir asansör olmadığı anlaşılır.
Tesadüfen bir araya gelen bu üç kişi yaşadıkları şeylere bir anlam yüklemeye çalışırken kısa süre sonra asansörden Bach‘ın müzikleri eşliğinde otel lobisine baygın ya da cansız biri (Johannes Wieners, kontrtenor) düşer. Peki, ama bu gizemli yabancı kimdir?
İçimizdeki şeytan
Otel görevlisi (Christian Pohlers, tenor) ve misafirleri, bir süre sonra şaşırtıcı bir şekilde kendine gelen bu yabancının da etkisiyle içine düştükleri bu belirsiz ve çalkantılı durum karşısında zaman zaman kontrollerini kaybederek rüyalara, özlemlere, korkulara ve sıra dışı keşiflere doğru sürüklenmeye başlarlar.
Dar ve klostrofobik yapısıyla karakterlerin sıkışmışlık duygusunu, yalnızlıklarını ve kaybolmuşluk hislerini sembolize eden asansördeki bu tuhaf olaylar, karakterlerin geçmişleriyle yüzleşmelerine ve varoluşsal sorgulamalar yapmalarına neden olur. Tesadüfen bir araya gelen bu insanlar aniden ortaya çıkan karşılarındaki varlıkla başa çıkmaya çalışırken, bu durum kendilerinin de farkında olmadıkları içsel korkularını ve karanlık yönlerini ortaya çıkarır.
Bu üç karakterin iç dünyasını ters yüz eden sürüklenişte Blanche ve Raquel, geçmiş ve gelecekle yüzleşirken; Profesör Sanchez ise ebedi gençlikle hayatı sağlıklı bir şekilde uzatmaya ve güzelleştirmeye yönelik araştırmalarının sunumunu yapar. Ancak bu gizemli yabancının varlığı, herkesi kişisel sınırlarının dışına çıkıp anlam, inanç, ölüm, geçicilik gibi büyük sorularla yüzleşmeye zorlar.
Ve tabii tüm bu derin konular, Johann Sebastian Bach‘ın çok fazla bilinmeyen kantatlarının zamansız müziği eşliğinde yorumlanır. Müzikal yapılar, asansörde sıkışan insanların ruh halini yansıtmak için çok etkili bir şekilde kullanılır. Haliyle müzik, operanın yoğun atmosferini artırır ve karakterlerin içsel çatışmalarını yansıtır.
Geleneksel opera formundan farklı bir yapıya sahip olan “Asansördeki Şeytan” ve “Bach kantatları” arasındaki bağlantı, doğrudan bir tema veya müzikal yapıdan çok, müzikal form ve dramatik anlatım açısından değerlendirilebilir. Her iki eser de farklı dönemlere ve stillere ait olsalar da, dramatik yapı ve insan psikolojisi üzerindeki etkileri açısından benzerliklere sahiplerdir…
Barok dönemin en önemli müzik eserleri arasında yer alan Bach‘ın dinsel sorumluluklar ve dünyevi arzular arasındaki zıtlıkları yansıtan kantatları, dinsel temalarla insanın ruhsal durumunu ve varoluşsal sorularını derinlemesine işlerken, Asansördeki Şeytan operası da benzer şekilde insan psikolojisi, korkular ve ahlaki sorgulamalar üzerine yoğunlaşır. Operada, karakterlerin içsel korkuları, karşılaştıkları şeytan figürüyle yüzleşmeleri ve kendi karanlık yanlarıyla baş etmeleri, bireysel bir mücadele ve dramatik yapıyla anlatılır. Bach‘ın kantatlarında olduğu gibi, karakterlerin içsel dünyalarını ve dramalarını yoğun bir şekilde müzikle ifade etme arzusu burada da görülür. Ve asansör, yalnızca bir mekan değil, karakterlerin ruhsal sıkışmışlığını simgeleyen bir metafor olarak öne çıkar ve bireysel çatışmaların sahnesine dönüşür.
Bach‘ın kantatları, insanın ruhsal yükseliş ve kurtuluş arayışını dinsel bir bağlamda işlerken, Asansördeki Şeytan operası da bu temayı daha psikolojik bir çerçevede ele alır. Ve bu harmoniyle karakterler, içsel çatışmalarını çözmeye ve manevi huzura ulaşmaya çalışır.
Bach‘ın kantatları, Barok dönemi ve dinsel müzik açısından bir zirveye işaret ederken, Asansördeki Şeytan çağdaş bir opera olarak, yeni teknikler ile bu dramatik yapıya farklı bir boyut katar. Kısaca bu eser, hem Johann Sebastian Bach‘ın müziğini hem de felsefi soruları bir araya getirerek izleyicilere dramatik, rüya gibi ve düşündürücü bir atmosfer sunmayı başarır.
Yenilikçi sahne tasarımı
Ansgar Weigner‘in genel yönetmenliğinde, dramatik kompozisyonu Bernhard Glocksin‘in yazdığı, Lautten Compagney Berlin müzisyenleri iş birliğinde düzenleme ve müzik yönetimini Wolfgang Katschner‘in üstlendiği, sahne tasarımını Jürgen Kirner‘in geçekleştirdiği bu oyuna Martin Mallon‘un oldukça etkileyici video görüntüleri eşlik ediyor.
Oldukça başarılı bulduğum bu tür yaratıcı sahnelemenin, eserin görsel ve dramatik gücünü artırmadaki etkisi yadsınamaz. Dolayısıyla atmosferik bir deneyim de sunan sahneleme, karakterlerin içsel çatışmalarını ve korkularını fiziksel bir gerçeklik haline getirerek, izleyiciye psikolojik bir gerilim deneyim de sunuyor.
Neuköllner Oper ayrıca, Almanca bilgisi az veya hiç olmayan izleyicilerin yapımlarını daha kolay takip edebilmesi için bir programcıyla birlikte Opera Access uygulamasını geliştirmiş. Herhangi bir uygulama indirmenize gerek kalmadan web tarayıcısı aracılığıyla erişim sağlayabildiğiniz uygulama, çok dilli üst yazıları gerçek zamanlı olarak izleyicilerin akıllı telefonlarına iletiyor. Dolayısıyla yerel dilde bir performans izlemek isteyenler için de dil engeli ortadan kalkıyor, aklınızda bulunsun derim.
5 Ocak 2025 tarihine kadar 11 gösterim daha mevcut, takviminizde size uygun olan bir günü seçerek bu çağdaş operayı deneyimlemenizi mutlaka tavsiye ederim.