Suriye’nin düşmesi ve Beşar Esad’ın ülkeden kaçması, medyada “66 yıllık Baas rejimi çöktü” manşetleriyle duyuruldu. Fakat Baas ne demek, Baas rejimi nasıl bir şey? Bunlardan söz eden yok! Bakalım, bu nasıl bir şeymiş!.
Arapları kışkırtarak isyan ettirip Osmanlı’dan ayıran İngiltere, onları sömürmek/ petrol kaynaklarına el koymak için, emperyalizmin ünlü “böl ve yönet” politikasını uyguladı. Bu amaçla cetvelle sınırlar çizerek birçok küçük devlet, petrolün çok yoğun olduğu yerlerde de küçücük emirlikler oluşturdu.
Ulusal Kurtuluş Savaşımızın zaferle sonuçlanmasıyla sömürgecilerin yenilebileceğinin görülmesi, Asya ve Afrika’nın sömürülen (mazlum) uluslarında büyük heyecan yaratarak bağımsızlık duygularını uyandırdı ve Atatürk bu halkların da kahramanı oldu (bkz. Paul Gentizon, Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu. Bilal Şimşir, Doğunun Kahramanı Atatürk.) Daha dün Osmanlı’ya isyan edip, sömürgecilerin yanında yer alarak Türk askerini arkadan vurmuş Araplar bile bundan etkilendiler. Öyle ki Atatürk ve arkadaşları hakkında idam fetvası vermiş olan Şeyhülislam Mustafa Sabri, Zafer’den sonra Mısır’a kaçmıştı. Fakat Atatürk’ü seven Mısır halkı tarafından sürekli aşağılanınca oradan ayrılıp Hicaz’a giderek Şerif Hüseyin’e sığınmak zorunda kaldı. Bu arada Suriyeli bazı aydınlar Atatürk’e başvurarak “bizi de kurtar” dediler. Atatürk onlara, “siz mücadele ederek bağımsızlığınızı kazanın. Sonra bir konfederasyon oluştururuz” derken el altından bazı girişimlerde de bulundu (bkz. Murat Güztoklusu, Özdemir Bey’in Filistin-Suriye Kuvva-i Milliyesi ve Elcezire Konfederasyonu).
50 milyon insanın öldüğü İkinci Dünya Savaşı’ndan, yenilen Almanya’nın yanında, yenen ülkeler de milyonlarca insanları ölmüş, tüm kentleri ve sanayi tesisleri bombalanmış, yakılıp yıkılmış ve ekonomileri çökmüş bir durumda çıkmışlardı. Bağımsızlık duygusu uyanmış olan mazlum uluslar, bundan yararlanarak eyleme geçtiler ve 1960’lara geldiğimizde çoğu bağımsızlığını kazandı. Bu uyanış Araplar arasında da başladı. Aydınlar arasında ulusalcı ve antiemperyalist düşünceler yaygınlaştı. ‘Cetvelle çizilmiş sınırları yıkarak, cumhuriyet çatısı altında birleşmiş, petrol ve diğer doğal kaynaklarına sahip çıkan, özgür, tam bağımsız, laik demokratik, üniter bir Arap ulus devleti kurmak’ düşüncesi yayılmaya başladı. İşte, Arapçada “rönesans” veya “diriliş” anlamına gelen Baas düşüncesi ya da Baasçılık böyle doğdu. Bu düşüncenin bir anlamda ideologları olan, biri Hıristiyan, diğeri Sünni Müslüman iki Arap, Mişel Eflak ile Selahaddin el- Bitar tarafından, Suriye’de Baas Partisi kurularak düşünce siyasal harekete dönüştü…
Hareket Arap dünyasında büyük heyecan yarattı. Bu arada bir askeri darbe ile monarşiyi devirerek Mısır’da iktidarı ele geçiren Cemal Abdülnasır, ulusalcı ve Arap birliği taraftarı olarak Baasçılara yakın düşüncedeydi. Nasır’ın Süveyş Kanalı’nı millileştirmesi ve ardından çıkan Süveyş Krizi’nden siyasal zaferle çıkması Araplar arasında ününü ve karizmasını arttırdı. Bundan yararlanarak Mısır ve Suriye, 1958’de Birleşik Arap Cumhuriyeti (BAC) adı altında birleştiler. Böylece Baasçıların rüyası gerçekleşme aşamasına girer gibi oldu. Aynı yıl, bir askeri darbe ile Irak’ta da monarşi yıkıldı ve orada da (sözde) Baasçılar iktidar oldu!..
Arap dünyasında bunlar yaşanır ve tartışılırken, elbette onları sömüren emperyalistler boş durmuyordu! İngiltere, 200 yıldır aralarına soktuğu ajanları aracılığı ile Arapların ruhunu ezberlemiş; İhvan-ı Müslimin gibi örgütler ve sayısız tarikat/ cemaat kurdurmuş, hatta Arabistan’da yeni bir mezhep (Vahabilik) bile yaratmış, böylece birçok “bölücü odak” oluşturmuştu. Çünkü Arapların içinde bulunduğu Ortaçağ karanlığındaki feodal düzen, buna çok uygun bir ortam yaratıyordu. Bu koşullarda onların birleşip tek bir ulus devlet kurmaları bir yana, cetvelle sınırlarını çizdiği devletçiklerin içinde bile mezhep, tarikat/ cemaat ve kabile kavgaları çıkarıp, sürekli birbirleri ile didişmelerini sağlıyordu…
Devrim yapmak, yeni bir devlet kurmak ancak dâhilerin başarabileceği bir iştir. Tarihçiler bu konuda görüş birliğindedir. Bundan on yıl kadar önce, Amerikan müdahalesinden sonra ülkede ortaya çıkan kaostan nasıl çıkılacağını soran bir gazeteciye, Irak Başbakanı umutsuz bir yüz ifadesiyle “ancak bir Atatürk gelirse” yanıtını vermişti (bu röportajın videosu hala sosyal medyada dolaşmakta). Lübnan asıllı büyük yazar Amin Maalouf, “Çivisi Çıkmış Dünya” adlı eserinde Atatürk’ü anlatınken, “İslam aleminde bir eşine daha rastlanmamış bir örnek” der…
Arap dünyasında bugüne dek böyle bir devlet adamı ortaya çıkmamış, fakat, emperyalistlerce kullanılmaya uygun çok sayıda, eskilerin “kifayetsiz muhteris” dedikleri, ihtirasları (tutkuları) akıllarının önünde olan yeteneksiz politikacılar çıkmıştır. Böyle küçük adamların egolarını şişirerek kullanmak emperyalistler için çok kolaydır. Dolayısıyla Baasçılığın yaşama geçmesi olası değildi. Büyük ümitlerle kurulan BAC, ancak 3 yıl yaşayabildi. Arap ulusunun çıkarını değil, kendi çıkarlarını düşünen ve emperyalistler tarafından kolayca kullanılabilen kifayetsiz muhterisler, “küçük olsun, benim olsun” diyerek gerçekleştirdikleri bir darbe ile Suriye’yi BAC’den ayırdılar. Ardından Suriye’de Hafız Esad, Irak’ta Saddam Hüseyin darbe yapıp Baas Partisini ve iktidarı ele geçirdiler. İkisi de sözde Baasçı idi. Fakat sürekli çatışma halindeydiler. Çünkü ikisinin de egoları şişirilerek megaloman yapılmışlardı!..
Saddam’ın emperyalistler tarafından kullanılarak İran ve Küveyt’e saldırmış olduğunu 40’lı yaşlardakiler bile anımsar. İran- Irak Savaşı sırasında İngiltere’de idim. BBC’de her gün Saddam güzellemesi yapılıyor, ‘halk kahramanı’ olarak tanıtılıyordu. Sonra ne hale getirdiklerini gördük…
Lübnan, Arap dünyası içinde bir “huzur vahası” idi. Beyrut için “Ortadoğu’nun Paris’i” denir ve tüm Arap ülkelerinin varsılları, hafta sonlarını geçirmek için oraya gelirlerdi. Saddam’ın Küveyt’te saldırması gibi, Hafız Esad da Lübnan’a saldırdı ve Lübnan’ın bugünkü hale gelmesine neden oldu. Bu durumun en çok İsrail’e yaradığını düşünürsek, Esad’ı kimin kışkırttığı anlaşılır!..
Aynı Hafız Esad, aynı silahın bir gün kendi ülkesini de vurabileceğini düşünmeden, emperyalistler tarafından kurulan PKK’yı yıllarca beslemedi mi?
Sonuç olarak Arap dünyası için antiemperyalist ve ilerici bir ideoloji olan Baasçılık ölü doğdu ve hiçbir zaman, hiçbir ülkede iktidar olmadı. Gerek Saddam, gerekse Esad rejimleri, diğer İslam ülkelerinde olduğu gibi, klasik diktatörlüktü. Kendileri için karabasan olan Baas ideolojisini iyice karalayarak, bir daha sözü edilmemek üzere tarihin mezarlığına gömmek isteyen emperyalistler, bunlara Baasçı yakıştırması yaptı. Medya emperyalistlerin kontrolünde olduğu için, şimdi herkes “66 yıllık Baas rejimi çöktü” demekte!..
Bu kapsamda halk yoksulluk içinde sürünürken, bunların yaşadıkları sarayların şatafatı gösterilip, dışarı kaçırmış oldukları, dudak uçuklatan servetleri açıklanarak başa geçirdikleri yeni kuklalarına meşruiyet kazandırmaya çalışmaktalar. İslam ülkelerindeki diktatörlerin hangisi böyle değil ki?
Saray şatafatı doğulu görgüsüzlüğüdür ama onlara devleti ve milleti soyup, ülkeyi yağmalatarak dudak uçuklatan servetler edinmelerini ve bunların dışarı kaçırılmasını öğreten/ teşvik edenler de emperyalistlerdir. Çünkü bu paralar, onların ülkelerine gitmekte, onların bankalarına yatmaktadır. Yani bu da sömürünün bir parçasıdır!…Kurtulduğunu sanan zavallı halk bayram yapmakta. Oysa Afganistan, Irak, Libya örneklerinde görüldüğü gibi onları daha kötü günler beklemekte
Bir yanıt yazın