Bilim ve din, insanlığın tarihi boyunca hem birbirleriyle çatışmış hem de çeşitli şekillerde bir arada var olmaya çalışmış iki temel alan olmuştur. Bilimsel düşüncenin sorgulama, deney ve gözlem üzerine kurulu doğası; dinin inanç, kutsal metinlere bağlılık ve itaat üzerine inşa edilmiş yapısı ile zaman zaman uyuşmazlık göstermiştir. Bu nedenle, “Hem bilim insanıyım hem de dine inanıyorum” söylemi uzun zamandır hem akademik hem de gündelik tartışmaların merkezinde yer almıştır.
Bilim ve Din: Temel Çelişkiler
Bilim, doğası gereği sorgulayıcıdır. Bilim insanı, var olan her şeyi sorgular, test eder ve ancak somut kanıtlar ortaya konulduğunda bir sonucu kabul eder. Felsefeci Karl Popper, bilimsel yöntemin temelini oluşturan yanlışlanabilirlik ilkesini ortaya koymuştur. Ona göre, bilimsel bir teori, test edilebilir ve yanlışlanabilir olmalıdır (Popper, 1959). Bu yaklaşım, dinin dogmatik yapısıyla taban tabana zıttır. Din ise genellikle kutsal kitaplar ve peygamberlerin öğretileri çerçevesinde mutlak doğrular sunar. Din, sorgulamaktan ziyade inancı ve itaati temel alır. Sosyolog Émile Durkheim, dinin toplumsal işlevlerini incelerken, dinin bireyleri bir araya getiren bir “kolektif bilinç” oluşturduğunu belirtmiştir (Durkheim, 1912). Ancak bu kolektif bilinç, bireysel sorgulamanın önüne geçebilir.
Din ve Bilim Arasındaki Uyuşmazlık
Psikolog Sigmund Freud, dinin insanın bilinçaltındaki korku ve belirsizliklere karşı geliştirdiği bir savunma mekanizması olduğunu savunur. Ona göre, din akıl dışıdır ve insana bir anlam yanılsaması sunar (Freud, 1927). Antropolog E.B. Tylor ise dini, “ilkel insanların bilime ulaşamayan anlayışlarının bir ürünü” olarak tanımlar (Tylor, 1871). Bu bağlamda, bilimsel düşüncenin ilerlemesiyle birlikte dinin işlevselliği azalır.
Modern bilim dallarından biri olan kuantum fiziği, evrenin karmaşık yapısını anlamaya çalışırken sıklıkla mistik ya da ruhani yorumlarla ilişkilendirilmiştir. Ancak fizikçi Richard Feynman, bilimi mistisizmden ayırmanın önemini vurgular ve kuantum fiziğinin yanlış yorumlanarak ruhani öğelere bağlanmasının bilim dışı olduğunu belirtir (Feynman, 1985).
Din ve Bilimin Birlikte Varlığı Mümkün mü?
Din ve bilim arasındaki temel çelişkiler, onların birlikte var olmasının mantıksal olarak mümkün olmadığını gösterse de, bazı bilim insanları bu iki alanın bir arada var olabileceğini savunmaktadır. Örneğin, biyolog Francis Collins, hem bir genetik bilimci hem de bir Hristiyan olarak bilinir. Collins, dinin insanın manevi ihtiyaçlarını karşıladığını, bilimin ise fiziksel dünyayı anlamaya yönelik bir araç olduğunu savunur (Collins, 2006). Ancak, bu görüş eleştirilere açıktır. Felsefeci Bertrand Russell, bilimin dinle uzlaşma çabalarının genellikle bilimsel yöntemden ödün verme riski taşıdığını belirtir (Russell, 1927).
Sonuç
Bilim ve din, doğaları gereği farklı temellere dayanır ve çoğu zaman birbiriyle çelişir. Bilim sorgulamayı, deney yapmayı ve kanıt aramayı teşvik ederken, din inanç ve itaat üzerine kuruludur. Dolayısıyla, bir kişinin hem bilim insanı hem de dindar olduğunu iddia etmesi, mantıksal ve felsefi açıdan tutarsız bir durum yaratabilir. Uzmanların görüşleri, din ve bilimin birlikte var olmasının mümkün olmadığını, çünkü birinin sorgulayıcı diğerinin dogmatik yapısının bu tür bir uyumu engellediğini göstermektedir. Bu nedenle, “hem bilim insanı hem de dine inanan” bir kimlik, ciddi bir çelişkiyi içinde barındırır.
Sefa Yürükel
Referanslar
1. Popper, K. (1959). The Logic of Scientific Discovery.
2. Durkheim, É. (1912). The Elementary Forms of Religious Life.
3. Freud, S. (1927). The Future of an Illusion.
4. Tylor, E.B. (1871). Primitive Culture.
5. Feynman, R. (1985). QED: The Strange Theory of Light and Matter.
6. Collins, F. (2006). The Language of God: A Scientist Presents Evidence for Belief.
7. Russell, B. (1927). Why I Am Not a Christian.
Bir yanıt yazın