Din, Kadın Üzerinde Baskı ve Toplumda Gelişiminin Engellenmesi

Kadınlar tarih boyunca çeşitli sosyokültürel, dini, ve siyasi yapılar tarafından sistematik bir şekilde baskı altına alınmış ve bu süreçte gelişimleri engellenmiştir. - kadin surtuk yalnizlik uzgun

Kadınlar tarih boyunca çeşitli sosyokültürel, dini, ve siyasi yapılar tarafından sistematik bir şekilde baskı altına alınmış ve bu süreçte gelişimleri engellenmiştir.

1. Felsefi Perspektif

Felsefe, kadın-erkek eşitsizliğinin temelinde yatan ahlaki ve ontolojik sorunları inceleme olanağı sunar. Platon ve Aristoteles gibi antik filozoflar, kadınları erkeklere kıyasla daha düşük bir ontolojik seviyede konumlandırmıştır. Aristoteles, kadınları “eksik erkek” olarak nitelendirmiştir. Bu tür felsefi yaklaşımlar, dinî düşünceyle birleştiğinde, kadınların rollerini pasif, uysal ve itaatkâr bir şekilde tanımlayan patriyarkal yapılar yaratmıştır.

Modern feminist felsefe, Simone de Beauvoir’in İkinci Cinsiyet adlı eserinde, kadının toplumsal olarak “öteki” olarak konumlandırılmasını ele alır. Beauvoir, dinin kadınları toplum içinde bastırmak için bir araç olarak kullanıldığını savunur. Dinî söylemler, kadınların doğuştan gelen bir “günahkâr” ya da “uyumsuz” özelliğe sahip olduklarını öne sürerek, erkek egemen bir düzeni meşrulaştırır.

2. Antropolojik Perspektif

Antropoloji, kadınların din ve toplumsal yapılar içerisindeki rollerini tarih boyunca inceler. İlkel toplumlarda genellikle anaerkil bir düzen olduğu ve kadınların doğurganlıkları nedeniyle kutsal kabul edildiği görülür. Ancak, yerleşik düzene geçişle birlikte bu denge değişmiş, ataerkil sistemler hâkim olmuştur.

Dinler, bu süreçte ataerkil yapıları güçlendirmiştir. Örneğin, İbrahimî dinlerin çoğunda kadının temel rolü, anne ve eş olarak sınırlandırılmıştır. Kutsal metinlerde, kadının “erkeğe itaat etmesi gerektiği” fikri vurgulanır (örn. İncil’de Efesliler 5:22, Kur’an’da Nisa Suresi 34. ayet). Bu durum, kadınların toplumsal rollerinin ve bireysel haklarının sınırlandırılmasına zemin hazırlamıştır.

3. Sosyolojik Perspektif

Sosyolojik açıdan din, toplumsal düzeni sağlamak için güçlü bir araçtır. Ancak bu düzenin çoğu zaman erkek egemenliğini pekiştirdiği görülür. Dinî normlar, kadınları toplumda belirli rollere hapsetmekte ve bu rolleri meşrulaştırmaktadır.

Max Weber, dinin toplumsal düzeni sağlamadaki rolünü vurgulamış, ancak bu düzenin kadınlar açısından eşitliksiz sonuçlar doğurabileceğini belirtmiştir. Kadınların kamusal alandan dışlanması ve özel alana hapsedilmesi, dinin toplumsal bir kontrol mekanizması olarak işlev gördüğünü gösterir.

Ayrıca, modern toplumlarda dinin etkisinin azalmasıyla birlikte kadınların toplumsal rollerinde de bir dönüşüm yaşanmıştır. Feminist hareketlerin yükselişi, kadınların kamusal alanda daha görünür olmasını sağlamış, ancak dinî otoritelerin bu duruma gösterdiği direnç, kadınların eşit haklar mücadelesini zorlaştırmıştır.

4. Siyasal Bilim Perspektifi

Din ve siyaset arasındaki ilişki, kadınların toplumsal gelişimindeki engellerin anlaşılmasında kritik bir rol oynar. Teokratik yönetimlerde, dinî yasalar genellikle kadınların toplumsal, ekonomik ve siyasi alanlardaki haklarını kısıtlar. Örneğin, Suudi Arabistan’da kadınların araç kullanma hakkını kazanmaları bile uzun yıllar süren toplumsal baskılar sonucunda mümkün olmuştur.

Laiklik ilkesine dayanan modern demokrasilerde ise kadınların daha fazla hak kazandığı görülmektedir. Ancak, siyasal arenada kadınların temsil oranlarının düşük olması, dinî ve kültürel normların bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Kadınların siyasi alanda güçlenmesi, dinî dogmaların etkisinin zayıflatılmasıyla mümkün olmaktadır.

5. Psikolojik Perspektif

Dinî baskılar, kadınların psikolojik sağlığını da derinden etkiler. Din, kadınlara genellikle “itaatkâr” ve “özverili” olmalarını emreder. Bu roller, kadınlarda düşük benlik saygısı, depresyon ve anksiyete gibi psikolojik sorunlara yol açabilir.

Psikolog Carol Gilligan, kadınların kendilerini tanımlama süreçlerinin toplumsal beklentilerle şekillendiğini belirtir. Dinî kurallar ve gelenekler, kadınların bireysel kimliklerini geliştirmelerini engeller. Örneğin, dinî bağnazlık kadınların eğitim hakkını bile kısıtlayabilir ve bu durum onların kişisel gelişimini doğrudan etkiler.

Sonuç

Din, tarihsel ve toplumsal bağlamda kadınların özgürleşme mücadelesinde büyük bir engel olarak karşımıza çıkar. Felsefi, antropolojik, sosyolojik, siyasal bilim ve psikolojik açılardan yapılan analizler, dinin kadın üzerindeki baskıcı etkilerini net bir şekilde ortaya koymaktadır. Ancak, modern toplumlarda laiklik, kadın hareketleri ve bireysel özgürlüklerin önem kazanmasıyla bu etkilerin azaldığı da gözlemlenmektedir. Kadınların toplumda eşit bir yer kazanabilmesi için dinin toplumsal yapı üzerindeki belirleyici etkisinin sorgulanması gereklidir.

Kaynakça

1. Beauvoir, S. (1949). İkinci Cinsiyet.

2. Weber, M. (1905). Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu.

3. Gilligan, C. (1982). In a Different Voice: Psychological Theory and Women’s Development.

4. Aristoteles. (MÖ 4. yy). Politika.

5. Kur’an-ı Kerim, Nisa Suresi, 34. Ayet.

6. İncil, Efesliler, 5:22.

7. Kandiyoti, D. (1988). “Bargaining with Patriarchy”, Gender and Society.

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir