1980’lerden bu yana Türkiye’nin Ortadoğu politikaları, Türkmeneli ve Türkmenler gibi tarihsel ve kültürel bağlarla yakından ilişkili topluluklar açısından önemli eleştirilere konu olmaktadır. Türkiye’nin, Irak ve Suriye’de Türkmenlerin karşı karşıya kaldığı tehditlere yeterince yanıt vermemesi, mezhepçilik temelli yaklaşımları ve Barzani yönetimiyle kurduğu ilişkiler bu eleştirilerin başında gelmektedir. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) çerçevesinde şekillenen dış politika anlayışı, Türkmenleri yalnız bırakmış ve bölgedeki dengeleri Türkiye’nin aleyhine çevirmiştir. Bu durum, Türkiye’nin tarihsel sorumlulukları ve milli çıkarları doğrultusunda yeniden ele alınmalıdır.
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ve Türkiye’nin Sessizliği
ABD’nin 2000’li yılların başında ilan ettiği BOP, Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme amacı taşıyan geniş kapsamlı bir stratejiydi. Türkiye’nin, bu proje çerçevesinde ABD ile uyumlu hareket etmesi, Irak ve Suriye’deki Türkmenlerin ciddi zararlara uğramasına neden olmuştur. Özellikle Irak’ın işgali sırasında yaşanan göç dalgaları, Türkmen nüfusunu doğrudan etkilerken, Türkiye’nin BOP politikalarına uyumu bu sürece karşı sessiz kalmasına yol açmıştır.
Irak’ta Kürt yönetiminin güçlenmesiyle Türkmenlere yönelik tehditler artarken, Türkiye’nin etkili bir strateji geliştiremediği görülmektedir. Kerkük ve Musul gibi Türkmen şehirlerinin demografik yapısı değişmiş, tapu kayıtlarının yakılması ve Kürt göçlerinin desteklenmesiyle Türkmenler kendi topraklarında azınlık durumuna düşürülmüştür. Kerkük’e Kürt valilerin atanması ve bölgedeki Türkmen varlığının sistematik şekilde hedef alınması gibi adımlar karşısında Türkiye’nin sessiz kalması, hem Türkmenler hem de Türk kamuoyunda büyük tepkiye neden olmuştur.
Türkmenlere Yönelik Mezhepçilik Politikası
Türkiye’nin Irak ve Suriye Türkmenlerine yaklaşımı, mezhep temelli ayrışmalar yaratarak bu toplulukları zayıflatmıştır. Sünni Türkmenlere öncelik veren bir dış politika anlayışı, Şii Türkmenlerin dışlanmasına ve Türkmen toplumunda derin çatlaklara neden olmuştur. Örneğin, Telafer gibi Türkmen şehirleri, hem DEAŞ saldırıları hem de Irak ordusunun operasyonları sırasında büyük yıkıma uğrarken, Türkiye’nin sadece Sünni Türkmenlere odaklanan tutumu eleştirilmektedir.
Türkmenlerin mezhep temelinde ayrıştırılması, onların siyasi ve sosyal olarak daha da savunmasız hale gelmesine neden olmuştur. Türkiye’nin bölge politikasında Türkmenleri kapsayıcı bir anlayış benimsememesi, tarihsel sorumluluklarıyla bağdaşmamaktadır.
Barzani Yönetimine Verilen Destek ve Türkmenlerin Unutulması
Türkiye’nin, Kuzey Irak’taki Kürt yönetimiyle ekonomik ve siyasi ilişkilerini geliştirmesi, Türkmenleri ihmal etmesine yol açmıştır. Barzani yönetimine verilen destekle Kerkük ve çevresindeki Türkmen bölgeleri Kürtleştirilirken, Türkiye’nin bu sürece müdahale etmemesi ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.
Özellikle, Kerkük’te Kürtler tarafından tapu ve nüfus kayıtlarının yakılması gibi sistematik adımlar, Türkmen varlığını yok etmeye yönelik açık bir strateji olarak görülmektedir. Türkiye’nin, bu duruma ABD ile olan ilişkileri nedeniyle sessiz kalması, bölgedeki Türkmenlerin yalnızlaşmasına ve haklarının gasp edilmesine zemin hazırlamıştır.
Tarihsel Türkmen Katliamları ve Sessiz Kalmaya Devam Eden Türkiye
Irak’ta Türkmenlerin, 1950’lerden itibaren sistematik katliamlara maruz kalması da Türkiye’nin bölge politikasında önemli bir eleştiri konusudur. 1959 Kerkük Katliamı gibi olaylar, Türkmenlere yönelik baskının ve etnik temizliğin boyutunu gözler önüne sermektedir. Kürt yönetimi altında Türkmen bölgelerinin demografik yapısının değiştirildiği bu süreç, Türkiye’nin tarihsel ve kültürel bağlarına rağmen yeterince güçlü bir tepki vermemesiyle sonuçlanmıştır.
Çuval Olayı ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Bölgedeki Yetersizliği
2003 Süleymaniye Çuval Olayı, Türkiye’nin bölgedeki etkisini sorgulatan bir dönüm noktasıdır. Bu olay, Türkiye’nin sadece askerlerinin itibarı açısından değil, Türkmenlere yönelik koruma politikaları açısından da önemli bir eksiklik olarak değerlendirilmektedir. TSK’nın, Türkmen şehirlerini koruyacak ve onların haklarını savunacak bir caydırıcılık sergileyememesi, Türkiye’nin bölgedeki itibarını zedelemiştir.
Türkmenlerin hem DEAŞ hem de Kürt yönetimi gibi aktörler karşısında savunmasız bırakılması, Türkiye’nin askeri ve diplomatik gücünü daha etkin kullanması gerektiğini göstermektedir.
Sonuç ve Türkiye’ye Düşen Görevler
Türkiye’nin 1980’den itibaren izlediği politikalar, Türkmenler açısından büyük bir eksikliği ortaya koymaktadır. Türkmen şehirlerinin Kürtleştirilmesine yönelik sistematik adımlara karşı sessiz kalınması, mezhep temelli ayrıştırıcı politikaların benimsenmesi ve BOP doğrultusunda geliştirilen dış politikalar yeniden değerlendirilmelidir.
Türkiye’nin:
• Mezhepçilikten uzak, bütün Türkmenleri kapsayan bir strateji geliştirmesi,
• Kerkük ve Türkmeneli bölgesindeki demografik değişimlere karşı aktif bir şekilde mücadele etmesi,
• Barzani yönetimine verilen desteği, Türkmenlerin haklarıyla dengeli bir şekilde yeniden ele alması,
• ABD’nin bölgedeki politikalarına karşı daha bağımsız bir tutum sergileyerek Türkmenlerin varlığını savunması gerekmektedir.
Türkmenler, Türkiye’nin tarihsel ve kültürel mirasının önemli bir parçasıdır. Onların korunması ve haklarının savunulması, sadece bir dış politika meselesi değil, Türkiye’nin milli sorumluluğu olarak görülmelidir. Aksi takdirde, bölgedeki Türkmen varlığı yok olmaya devam edecek, Türkiye ise bu süreçte tarihsel bir sorumluluğu yerine getirmemiş olacaktır.
Demedi demeyin!
Sefa Yürükel
Bir yanıt yazın