Orman köylüsü çocuğu olan bir arkadaşım anlatmıştı:
“İlkokul öğrencisiyim. Komşumuzun oğlu ile oynuyorduk. Analarımız, ‘bugün oynadığınız yeter. Şimdi ormana gidip biraz çalı çırpı toplayıp getirin’ dediler. Eşeklerimizi alıp ormana gittik. Ağaçlardan dökülmüş kuru dalları topladık. Eşeklerimize yükledik. Dönerken önümüze orman korucusu çıktı”:
-Vayyy! Demek ormanları kesen sizmişsiniz. İşte yakaladım. Şimdi sizi jandarmaya götürüyüm de görün gününüzü…
Biz, “amca ağaç kesmedik. Görüyorsun, baltamız falan da yok. Sadece dökülmüş kuru dalları topladık. İstersen onları da bırakalım, dedik. Ama adam oralı değil. Elindeki sopayı sallayarak bizi tehdide devam ediyor. Soğuk kış günü. Hem üşüyor hem de korkuyoruz. Başladık ağlamaya. Sonunda adam, ‘bu kadar korkutma yeter’ demiş olacak ki bizi bıraktı ve evlerimize döndük. Ama o gün yaşadıklarımı hiç unutmuyorum” demişti.
Devlet o zaman yalnız ormanları korumuyor, halkı da koruyor ve kolluyordu. Nitekim bu yoksul köylü çocuğunun parasız yatılı okullarda okuyarak doktor olmasını sağlamıştı….
Şimdi ise yandaş ya da yandaşlarla ortak yabancı şirketlerin para kazanması için devlet, yurdun her yerinde ormanları, hatta “ölümsüzlük ağacı” denilen ve kutsal kabul edilen asırlık zeytin ağaçlarının bile kesilmesine; zümrüt yeşili ormanlarla kaplı güzelim dağlarımızın kelleşmesine izin veriyor.
Buna karşın halkımız yurduna, ormanına sahip çıkıyor; iş makinelerinin önüne yatarak katliamı engellemeye çalışıyor.
Eskiden orman korucuları ile birlikte olan jandarma da artık doğal kaynaklarımızı yağmalayanların yanında yer alıyor!..
Devletin artık halkı koruyup kolladığı da yok. Depremde evleri yıkılan halk, 2 yıldır konteynerlerde, hatta çadırlarda yaşıyor, yoksullar çöp bidonlarından beslenmeye çalışıyor, derme çatma kulübelerde yaşayan çocuklar yanarak ölüyor. Parasız yatılı okullar ise tümden kapatıldı.
Şimdi yoksul ailelerin, çocuklarını tarikat ya da cemaatlere teslim etmekten başka seçenekleri yok. Oralarda çocukların neler yaşadıklarını da medyadan öğreniyoruz!..