Bakın gizli bir belge(1), sonsuzluğa yürüyüşünün 86. yılını anacağımız Atatürk’ün üstün devlet adamı niteliklerini nasıl anlatıyor:
“Atatürk’ün müstesna ve takdire şayan bir şahsiyet olduğunu söylemek pek bir şey ifade etmeyebilir. Ancak gerçekten müstesna ve takdire şayan bir kişiydi, neden bu niteliklere sahip bir şahsiyet olduğunu açıklamaya çalışmalıyım. … Sadece şu veya bu savaşı kazanarak, şu veya bu kanunu çıkararak, harf devrimi yaparak ya da fes giyilmesini yasaklamak veya ülkeyi laik kılarak değil, yüzyıllarca acı çekmiş, ruh karartıcı yönetimler yaşamış bir halkın dehasına güvenerek, artık kölelik çekilmemesi gerektiğine inandığı için çok sayıda kuvveti harekete geçirip, on beş yıl gibi kısa bir sürede bir çok iyi şey yapmıştır. Gerisi ayrıntıdan ibarettir…
Atatürk’ün dinamik enerjisi üzerinde durmama gerek yok. Bu enerjinin dayanılmaz gücü, Türklerin tarihinde önemli bir sayfa olarak yer almıştır. Ancak ben, pek bilinmeyen bir başka özelliğine değinmek istiyorum: Bu da Atatürk’ün doğuştan gelen, belki de farkında olmadan tıpkı sütün kaymağını hemen ayıran aletler gibi, faydasızı faydalıdan ayırma yeteneğiydi
….
Sadece birkaç büyük adam-kendinizi- daha rahat ve daha güvenli hissetmenizi sağlayabilir; sanırım yok denecek kadar azı da gerektiğinde sizi bu kadar rahatsız hissettirebilir. … Atatürk, Batı’da “yes-men” ve uzun süredir Türkiye’de “evet efendimci” olarak bilinen tarzdan hoşlanmıyor, bu tür insanları aşağılıyordu. Ahmak ve dalkavuklara tahammülü yoktu. Aslında belki de en çok sömürücüleri sevmez, açgözlüleri hor görürdü. Bir insanın onun için çalışıyor olması fikrine hoş bakmazdı. Kendisi zaten ülkesi, insanları için yaşıyor, onlar için düşünüp onlar için çalışıyordu. Diğerleri bu şekilde davranmıyorsa görevlerini yerine getiremedikleri kanısına varıyordu. …
Korkarım gelecek nesillere Atatürk bir diktatör olarak aktarılacak. Bunun yanlış olacağı kanısındayım. Hem savaşta, hem barışta evet büyük bir liderdi ancak gerçek bir diktatör değildi… Hitler ve Mussolini’nin tersine, devlette idari veya yönetim fonksiyonu bulunmuyordu; af yetkisi yoktu; mahkemelere emir yetkisi yoktu; diplomatik misyon temsilcilerini reddetme hakkına sahip değildi.
Bütün bu hususlara teknik gözle bakıp bir kenara iter ve bütün devlet meselelerinde onun isteklerinin hâkim olduğu konusunda ısrar edebilirsiniz. Doğru, ancak bu husus daha çok “o konudan sorumlu kişilerin onayının” hâkimiyeti şeklinde karşımıza çıkıyordu. Olayların gidişi, Atatürk’ün görüş açısının doğruluğunu, verdiği hükümlerin zekice olduğunu ve hata yapmadığını göstermiştir.
Dolayısıyla sıkça fikirlerine başvurulması ve memnuniyetle bu fikirlerin uygulanmasını görmek pek de şaşırtıcı değil. Ancak onu Mussolini, Hitler veya Primo de Rivera gibi(Falanjist İspanya diktatörü) diktatörlerden ayıran belki de en büyük özellik, başından beri isteyerek ve çok emek sarf ederek, kendini yaşatacak bir sistem kurmaya çalışmasıdır. Atatürk’ten sonraki Cumhurbaşkanı seçiminin sessizce hallolması ve ölümünden sonra kurduğu rejimin sakince sürmesi bir kriterse evet başarılı olmuştur.
Atatürk’ün idrak gücünde esrarengiz bir yön vardı; küçük şeylere önem vermeyiş veya sinsi olamayışında üstün bir yön bulunuyordu; konsantrasyon gücü olağanüstüydü; şefkat ve ilgi bekleyen bilinçaltının etkileyici yanı belki de şuurlu amacının buz gibi dimdikliğinin bir başka parçasıydı. … Müslüman olarak doğmuş, ancak yobazlık karşıtı bir kişi olmuştu; doğruluğu sevmiş, günahtan nefret etmişti; işini iyi bilen, istidat sahibi bir askerdi, savaştan nefret ederdi. Bağımsızlığı elde ettiği andan itibaren barışın peşinde koşmuş ve barış ortamını sağlamayı başarmıştı. Türkiye’nin kaderini elleri arasına aldığından beri, Kemalist Cumhuriyet’in dostluk elini uzatmadığı ve aralarında Osmanlı İmparatorluğu’nun düşmanlarının da bulunduğu tek bir komşusu dahi yoktu. Uzatılan dostluk eli çoğunlukla tutulmuş ve sarf edilen çabalar sonunda ülkelerarası sürtüşme azaltılarak, doğunun bu bölgesinde daha geniş kapsamlı barış, dikkat çekici bir biçimde sağlanmıştır. …
Kemal Atatürk yapılması gerektiğine inandığı şeyleri korkusuzca yerine getirmekten asla vazgeçmemişti. Hastalığının şiddetlendiği anlarda ölüme çok yakınlaşmış olsa bile, korku asla ne yüreğine ne beynine yerleşmeyi başaramamıştı. O, Türk Milleti’ne hizmet ederken öldü. Ölüm bile büyük zaferini ondan çalmayı başaramamıştır.
İnsanlara hayatlarını, onur ve şereflerini ve insanca yaşama yolunu vermiş, belki de bütün bunlardan daha önemlisi bu haklarına sahip çıkmalarını sağlayacak özgürlüğü tattırmıştır… »
Maurice Duverger’e göre ise Kemalizm ve Atatürk :
“Kemalist partinin birinci özelliği, demokratik bir ideolojiye sahip bulunmasıydı… Mustafa Kemal’in siyasal rejimi, çoğulculuğun üstün bir değer olduğunu kabul ediyor ve çoğulcu bir devlet felsefesi içinde işlevini yerine getiriyordu. Üstelik, partisinin, yapısal açıdan da totaliterlikle hiçbir ilgisi yoktu. Kemalizm demokratik bir ideolojidir… Atatürk döneminde niçin demokrasinin tüm kurum ve kuralları yoktu? Olamazdı da, onun için…Fransız devriminden yarım yüzyıl sonra bile, Fransız işçisinin oy hakkı var mıydı? Amerikan devriminden bir buçuk yüzyıl sonra bile, ABD’de ırklar arasında tam bir hukuksal eşitlik sağlanmış mıydı? Atatürk bir ortaçağ toplumundan yola çıktı. Cumhuriyet’i kurduktan sonra 15 yıl yaşadı…
Ve sınıf-cinsiyet-ırk-din ayrımı olmadan, tüm yurttaşlar arasında hukuksal eşitliği, o inanılmaz kısa süreye sığdırdı… Bilim her olguyu kendi koşulları içinde değerlendirir. Atatürk yönetimi, kendi koşulları(zaman, zemin, mekan) içinde, olabilecek en demokratik yönetimdi. Ve bu açıdan, Türkiye’nin bugünkü yönetiminden daha demokratikti! Ölümünün yıldönümünde… Sağdan ve soldan saldırıların üzerinde yoğunlaştığı bir diktatörü (!), en içten saygılarımla anıyorum…”
Yaşamı boyunca Mustafa Kemal’e karşı mücadele etmiş Zekeriya Sertel’de geçmişe yönelik özeleştirisini yaparken bakın neler diyor :
“Atatürk’ün ölümü, geniş halk kitleleri arasında derin bir keder yaratmıştı. Memleketin yüreği durmuştu. Halkın Atatürk’ü ne kadar sevdiği şimdi daha iyi belli oluyordu… Vicdanımla bir hesaplaşma yapmak gereğini duydum. Sağlığında biz bu adama karşı hürriyet ve demokrasi savaşı yapmıştık. O’nun hareketlerini diktatörce buluyorduk. Ağaçları görüyorduk, ama ormanı bütün büyüklüğüyle göremiyorduk… Halife ve padişahtan yana olanlar O’na cephe almışlardı. İttihatçılar O’na karşı suikast düzenlemişlerdi. Emperyalistler de memleket içinde isyanlar çıkarmışlardı. İstanbul’da bütün halifeci, padişahçı ve gerici basın, Atatürk’e karşı yaylım ateşi açmıştı. Bütün bu koşullar içinde hürriyet ve demokrasi gelişebilir miydi? Kişi yönetiminden çok meclis egemenliğine, yani halk egemenliğine önem verdi. Bütün koşullar O’nun Doğulu bir diktatör olmasına elverişliydi. Fakat asker olmasına rağmen, yumuşak, sevimli ve akıllı bir otorite kurdu. Bu otorite diktatörlükte olduğu gibi korkuya değil, sevgiye dayanıyordu…. Günün koşullarının elverdiği ölçüde hür bir rejim kurdu. Biz eleştirilerimizi özgürce yapabildik. Nâzım Hikmet en devrimci şiirlerini O’nun döneminde yazdı… Bugün memlekette ilerici kuvvetler Atatürk ilkelerine dayanarak savaşabiliyorlar.”
Onun için Atatürk dün de büyüktü, bugün de büyüktür…
Dönemin İngiltere Büyükelçisi, Maurice Duverger ve dönemin sol muhalifi Zekeriya Sertel’in anlamlı ve ilginç değerlendirmelerinde de izlendiği üzere üstün nitelikleri ile 20nci yy.ın eşsiz devlet adamı, 21 yy.ın yol göstericisinin ülkemizin kurtarıcı ve ne denli olumsuz gayret ve gelişmelere rağmen sarsılmaz temeller üzerinde kurucu lideri olmasından gurur duyarak ve de o yolun sadık izleyicileri olarak , O’nun aziz anısı önünde derin bir saygı, sevgi ve tazim ile eğiliyoruz…
(1)Dönemin İngiltere Büyükelçisi Percy Loraine’in Londra’ya gönderdiği ve “40 Yıl Boyunca Açıklanmayacak” damgası taşıyan gizli mektubun tam metni. Telgraf No: 608 İngiltere Büyükelçiliği Ankara,
Yazıları posta kutunda oku