Siyasal parti genel başkanlarına lider diyoruz.
İngilizce bir sözcük olan liderin Türkçesi önder olup, bir kitleyi/ topluluğu/ toplumu iyi yöneterek başarıya/ utkuya (zafer) götüren kişi demektir…
Ülkeyi yönetmek istemi ile kurulmuş olan siyasal partiler için başarı, ulusal kalkınmayı sağlayarak, halkını gönenç (refah) içinde, en azından insanca, yaşamasını sağlayacak bir gelir düzeyine kavuşturmak, devletinin güvenliğini sağlamak ve uluslar arasında saygın bir konuma getirmektir…
Bunun için öncelikle partisini iktidara getirmesi gerekir…
Bu nedenle seçimi kaybederek iktidar olamayan partilerin genel başkanları başarılı, yani lider olamadıklarını anlar ve istifa ederler. Kendileri istifa etmezse partinin üyeleri tarafından genel başkanlıktan düşürülürler…
Seçimi kazanıp iktidara gelen partinin genel başkanı da yukarıda saydığım koşulları yerine getiremediği, yani ulusal kalkınmayı sağlayamadığı gibi ülkeyi borç batağına soktuğu dolayısıyla halkını yoksulluktan kurtarmak bir yana daha da yoksullaştırdığı ve uyguladığı yanlış dış politika ile devletin saygınlığını koruyamadığı taktirde lider olamamış demektir ve istifa eder/ etmelidir. Kendisi istifa etmediği taktirde partinin üyeleri tarafından genel başkanlıktan düşürülür. Onlar da yapmazsa, ilk seçimde millet tarafından partisi iktidardan düşürülür. Yanlış dış politika özellikle devletin varlığını tehlikeye düşürüyorsa, seçim süreci de beklenmez ve Meclis tarafından hemen düşürülür…
Buraya kadar anlattıklarımız, insanları aydınlanmacı eğitim almış; dolayısıyla özgürce düşünebilen, sorgulayan/ eleştiren ve kendi aklını kullanarak özgür iradesi ile kararını verebilen, kısacası özgür birey/ yurttaşlardan oluşan toplumlar için geçerlidir.
Eğitim sistemi aydınlanmacı değil de ezberci ve/ veya dogmatik olan toplumlarda ise akılları köreltilmiş olduğu için insanlar kendi kararlarını kendileri veremez. Dolayısıyla kendisi hakkında karar vermesi için birinin peşine takılır. O zaman mürit- mürşit ilişkisi karşımıza çıkar.
Kılavuzun Arapçası olan mürşit gizemci (mistik) anlamlı olup, ‘cennete götüreceğine inandırdığı mürit denilen insanları peşinden sürükleyen kişi’ demektir…
Dinci mürşitlerin, müritlerini cennete götürüp götürmediklerini bilemeyiz ama onları sömürerek kendilerinin cenneti bu dünyada yaşadıklarını çok iyi biliyor ve görüyoruz. Özellikle son yıllarda bunların örnekleri çoğaldı…
Böyle ülkelerde, Köy Enstitülerinin kurucusu Saygıyla andığımız İsmail Hakkı Tonguç’un dediği gibi, “gerçek demokrasi değil, ‘oy ve sandık demokrasisi’ olur. Demagoji, yani laf kalabalığı ile serseme çevrilen halk, bir sandığa elindeki oyu atar. Böylece kendi kendini yönetmiş sayılır. Bu demokrasicilik oyunudur. Amerika bu demokrasiyi yayıyor işte.”
Bu ülkelerde partili ya da partisiz seçmen ile lider ilişkisi, mürit- mürşit ilişkisi gibidir! Partinin ilkeleri, programı, ülkenin çıkarı, devletin saygınlığı/ hatta varlığının tehlikeye düşmesi önemli değildir. O kadar ki ülke yağmalansa, hatta vatan satılsa aldırmayacaklar az değildir. Zaten çok büyük çoğunluğun bunlardan haberi de yoktur. Çünkü okumaz. Okusa da anlamaz. En fazla televizyon izler. O da tuttuğu partinin yandaş kanalıdır. Bu kanallar da öyle algı operasyonu yaparlar ki zavallı mürit, mürşidinin her yaptığında, dün söylediğinin bugün yüzde yüz tersini de söylese, her konuşmasında bir hikmet olduğunu düşünür. 18’nci yüzyılda yaşamış Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın “Mevlâ görelim neyler/ Neylerse güzel eyler” dediği gibi bunlar da “liderim neylerse güzel eyler” der ve büyük bir tevekkülle tıpış tıpış onun ardından giderler!..
Bir yanıt yazın