Ashab denilen ve Müslüman Türkler olarak, kıymetlendirme konusunda yere göğe sığdıramadığımız İslam Peygamberinin yakın arkadaşları, onun cesedi henüz ortada iken iktidar mücadelesine başlamıştır. Bu mücadele, çok geçmeden kanlı iç savaşlara ve kitlesel ölümlere dönüşmüstür.
Öyle ki; İlahiyat Profesörü Ahmet Akbulut’un “Sahabe Dönemi İktidar Kavgası” isimli kitabında dediğine göre; Peygamberin vefatından sadece 24 sene sonra (656) damadı Ali ile dul eşi Ayşe’nin komuta ettikleri tarafların arasında cereyan eden Cemel Savaşı’nda 13 bin Müslüman ölmüştür! Cemel Savaşı’ndan sadece 1 yıl sonra (657) ve Peygamberin damadı ve Vahiy Kâtibi Ali ile Diyanetin bile Vahiy Kâtibi olduğunu söylediği Muaviye b. Ebi Süfyan arasında cereyan eden Sıffin Savaşı’nda ise tam 70 bin Müslüman hayatını kaybetmiştir.
Özetle; Peygamberin vefatından sadece 25 yıl sonra tam 83 bin Müslüman birbirini kesmiştir! Bunların büyük bölümü herhalde sahabe idi.Yani İslam’ı arada hiçbir aracı olmadan direk İslam’ın Peygamberinden öğrenen, onun ahlak eğitiminden geçen, onun edebiyle edeplenen tam 83 bin Müslüman hiç acımadan birbirini doğramıştır!
Peki, bu durumu nasıl açıklamak gerekiyor? Siz nasıl açıklarsınız bilmiyorum ama ben kendi kanaatimi sıralıyorum:
1- Din ile ahlak, kültür ve medeniyet arasında direk bir ilişki yoktur. Dinler başlı başına bir ahlak, kültür ve medeniyet inşa edemezler. Eğer edebilselerdi, İslam Peygamberinin ölümünden sadece 25 sene sonra 83 bin sahabe birbirine girip, birbirini boğazlamazdı. Demek ki; peygamberin yakın arkadaşları olan sahabeler bile o güne kadar oluşan Arap/Bedevi kültürünün, ahlakının ve medeniyetinin etkisindeydiler ve o etki ile birbirini kestiler!
2- Ahlak, dine kıyasla daha geniş bir kavramdır. Bu sebepledir ki; dinsiz ahlak olabilir, ancak ahlaksız din olmaz. İyi-kötü, güzel-çirkin, yanlış-doğru gibi kavramlar ahlakın konusudur ve bu kavramların muhteviyatı, birçok dinde aynıdır. Yani ahlak, ilahi olsun, beşeri hemen hemen bütün dinleri kuşatan bir şemsiye kavramdır. Bu bakımdan İslam ahlakı, Hıristiyan ahlakı gibi kavramlar uydurma kavramlardır. İslam Ahlakının içindeki değerler bütünü, diğer dinlerde de vardır. Ahlak, dinin giydiği güzel elbise gibidir. Dinin içinden ahlaki değerleri çıkarırsanız, dinin üzerindeki güzel elbise olan güzel ahlakı kaldırırsanız geriye sadece katı emirler ve yasaklar manzumesi kalır.
“Ahlaksız din olmaz” sözünü, İslam özelinde düşünürsek karşımıza, EL KAİDE, DAEŞ, TALİBAN, BOKO HARAM, EL-ŞABAB ve FETÖ çıkar. Çünkü bu örgütlerin yürüdüğü zemin, Kur’an’ın birçok ayetinde de zikredilen evrensel ahlak kurallarının göz ardı edildiği bir zemindir ki; Kur’an bu konudaki evrensel ahlak ilkelerinden birisini şöyle dile getirmektedir: “Kim, bir cana kıymayan veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayan bir insanı öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir nefsin yaşamasına sebep olursa, bütün insanları yaşatmış gibi olur”(1).
Yahudilik özelinde düşünürsek karşımıza komşu halklara adeta soykırım uygulayan bugünkü İsrail Devleti çıkar. Zira Tevrat’ta bulunan 10 emir arasında evrensel ahlak ilkelerini içeren hükümler de vardır ve bugünkü İsrail Devleti bu ahlaki ilkeleri büyük ölçüde göz ardı etmektedir. Mesela 10 Emir’de denir ki: “Adam öldürmeyeceksin. Zina etmeyeceksin. Çalmayacaksın. Komşuna karşı yalan yere tanıklık etmeyeceksin. Komşunun evine, karısına, erkek ve kadın kölesine, öküzüne, eşeğine, hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin”(2) Oysa bugün İsrail Devleti’nin komşularına ve dünya uluslarına uyguladığı, bunların tam tersidir.
“Ahlaksız din olmaz” ilkesini Hıristiyanlığa uygularsak “Hristiyan kutsal kitabında hırsızlıkla ilgili açık bir cezadan bahsedilmemekte, Pavlus’un ‘hırsızlık yapan artık yapmasın’ ifadesi temel alınarak tüm hırsızlıklar yasaklanmaktadır. İhtiyaç halinde yapılan hırsızlık için hor görülmeyeceği ama yakalanırsa çaldığının 7 katını ödemesi gerektiği söylenir.”(3). Oysa Hıristiyanların çoğunlukta olduğu zengin emperyalist ülkelerin zenginliklerinin asıl kaynağının dün ve bugün kendilerinden zayıf ulusların elindeki zenginlikleri çalarak veya zorla alarak biriktirdikleri sermaye olduğu bilinmektedir.
“Dinsiz ahlak olur” ilkesini örnekleştirirsek Prof. Dr. Arslan Topakkaya’nın aktardığına göre; “Sokrates ve öğrencileri ortak bir adalet tanımında buluşurlar ve ‘Adalet, herkesin kendi üzerine düşeni yapması ve aynı zamanda kendi payına düşeni almasıdır’ derler”(4). Aynı zamanda evrensel ahlak kurallarının içinde bulunan adaleti bu şekilde tarif eden Sokrates herhalde anladığımız anlamda dindar bir adam değildi. Çünkü o, İsa’nın zuhur etmesinden 15 sene önce zaten öldürülmüştü! “Bireysel ruh ve ahlak felsefesinin kurucusu olan Sokrates gerek geleneksel dinin gerekse ilk filozofların Tanrı anlayışlarına karşı duran”(5) birisisiydi.
Oysa Sokrates’in adalet tanımı, İslam’ın adalet anlayışıyla birebir örtüşmektedir ki; Peygamber bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Rabbinin senin üzerinde hakkı vardır. Nefsinin senin üzerinde hakkı vardır. Ailenin senin üzerinde hakkı vardır. Şu halde her hak sahibine hakkını ver!”(6)
M.Ö. 551-479 yıllarında yaşayan Konfüçyüs’ün aynı zamanda bir güzel ahlak ilkesi olan “Adalet”konusundaki fikirleri ise çok daha vecizdir. Der ki Konfüçyüs: “Soylu insan, hak ve adaleti her şeyin üstünde tutar. Ahlak ve sanat, değerini yitirirse, adalet yolunu şaşırır. Tüm insanların aslı birdir; onları birbirlerinden ayıran adaletleridir.(7).. Adalet kutup yıldızı gibi yerinde durur ve geri kalan her şey onun etrafında döner.”(8).
Konfüçyüs’ün ifadelerini okurken insan sanki İslam Peygamberinin Veda Hutbesi’ni okur gibi oluyor ne dersiniz?
3- Peygamberin vefatından sadece çeyrek asır sonra geçmesine rağmen 83 bin Müslüman’ın birbirini kesmesi de gösteriyor ki; Arap’ın medeniyet yaratma, ümran oluşturma ve devlet kurma yeteneği yoktur! Hele hele İslami esaslara göre devlet kurmak ve yaşatmak neredeyse imkânsızdır.
Bunun en büyük delili, Peygamberin vefatından ve ashap üzerindeki manevi otoritesinin ortadan kalkmasından sonra Müslümanlar arasında arkası gelmeyen siyasi kavgaların başlaması, ilk 4 halifenin neredeyse darbe ile ve oldubittiyle iktidara gelmiş olmaları ve Ebu Bekir dışındaki üç halifenin de suikasta kurban gitmeleridir. Ebubekir, 632-634 arasında sadece 2 yıl halifelik yapmıştır, eğer hilafeti uzun sürseydi muhtemelen o da öldürülürdü. Çünkü hilafetin (iktidarın) kendi hakkı olduğunu düşünen Peygamberin damadı Ali ve kızı Fatma ile arası bozuktu Ebubekir’in. Peygamberin mütevazı terekesini bile uzun süre teslim etmemiştir kendilerine.
4- İslami esaslara göre devlet kurmak ve yönetmek neredeyse imkânsızdır ki; bunun en önemli sebebi İslam’ın yoruma açık bir din olmasıdır. Elbette aynı şey öteki birçok din için de geçerlidir. Mezhepler, İslam’ın yoruma açık bir din olmasından ve aynı hükmün farklı kişilerce farklı yorumlanmasından doğmuştur.
Halife Ömer’in, yönetim sırasında farklı yorumlandığı için problem çıkaran, olayları çözmekte yetersiz kalan ve uygulanmasında sorun çıkan ayetlerin uygulamasını süreli de olsa yürürlükten kaldırdığı, bunun yerine kendisi hüküm koyduğu, Emevilerin ise Halife Osman’dan başlayarak hilafetten saltanata evrildiği, Abbasilerin de yine aynı şekilde bir saltanat olduğu bilinmektedir.
5- Dedik ki; Arap’ın medeniyet yaratma, ümran oluşturma ve devlet kurma yeteneği yoktur! En azından İslami dönemi esas alırsak, Emeviler ancak 90 yıl ayakta kalabilmiş, Abbasiler ise fiilen 200 sene ayakta kalabilmişler. Bugün kurulu bulunan Arap devletlerinin hemen tamamı ise İngilizler tarafından kurulmuş suni/yapay devletlerdir. O sebeple, 400-450 milyon Arap’ın mensubu bulunduğu devletler, 9.5 milyonluk İsrail ile baş edemiyor. Çünkü kurucuları izin vermiyor.
Bizim bu konudaki görüşümüzü destekleyen Arap düşünürler de vardır ki; bunların başında İbn Haldun gelmektedir. Prof. Dr. İlhan Arsel’in “bkz. İbn Khaldun. The Muqaddimuh; An Introduction to History, İngilizce çeviri Franz Rosenthal, New York. 1953, 3 cilt, yukarıdaki hususlar için bkz. c.l, s.302-306” atfıyla İbn Haldun’un “Mukaddime” isimli eserinden aktardığına göre: “Örneğin İbn Haldun. Mukaddime adlı yapıtında, usta bir sosyolog gözüyle Arap karakterini incelerken, ‘hırsız ve talan ruhlu’, ‘kaba ve haşin’, ‘ayağını bastığı yeri harabeye çeviren’, ‘kanun ve hukuk duygusundan yoksun’, ‘toplum düzeni duygusuna yabancı’, ‘otorite tanımaz ve anarşik ruhlu’, ‘uygarlık düşmanı’ ve bu nedenle ‘insan iradesi mahsulü olan kanunlarla değil, ancak gökten inme korkutucu emirlerle idare edilebilen yaratık’ tanımlarını ortaya koymuştur.”(9)der.
6- Arap dünyası dışındaki Müslümanlar için söylemek gerekirse; bugünkü Müslümanlar, daha doğrusu güzel ahlak sahibi iyi insan olan Müslümanlar, Hz. Peygamberin döneminde yaşayan sahabelerden bile daha faziletlidirler. Zira o insanlar, İslam Peygamberini bizzat görerek ve onun yaşantısını yakından izleyerek hayatlarına yön verdikleri halde, Peygamberin vefatından kısa bir süre sonra birbirlerini boğazlamaktan geri durmadıkları halde, ondan 1400 sene sonra yaşayan günümüz Müslümanları arasında, özellikle Arap dünyası dışındaki Müslümanlar arasında yaygın şiddet eylemlerine rastlanmamaktadır. Afganistan belki diyeceğiz ama orada da Arabistan’ın milli mezhebi Vahhabi öğretisinin etkisinde kalan Taliban yönetiminin sebep olduğu çatışmalar mevcuttur.
Yemen, Suriye, Irak; hepsi Arap, hepsi Müslüman. Demek ki problem dinden, yani İslam’dan kaynaklanmıyor. Kavga, niza ve çatışma, Arap’ın genlerinde vardır. Arap zengin olsa bile gözü, başkasının malındadır. Çapul ve yağma, yukarıda İbn Haldun’dan aktardığımız üzere; Arap’ın ruhunda (karakterinde) vardır.
Yazımızı şöyle bağlayalım isterseniz; İslam tarihinde yaşanan bazı hadiselere ve günümüzde İslam dünyasının içinde bulunduğu vaziyete baktığımızda gerçekten içimiz kararmaktadır. Bu sebeple, LAİKLİK ilkesi bizim için vazgeçilmez olmalıdır ki; 101. yıldönümünü kutlayacağımız Cumhuriyetimizin bu niteliği özenle ve önemle korunmalıdır. Aksi halde, tıpkı Yemen, Irak, Suriye ve Libya gibi Arap ülkelerinde olduğu üzere; birbirimizle dinde üstünlük yarışına girer boğazlaşırız ve dağılır gideriz.
Günümüzden 1367-1368 yıl önce cereyan eden ve ashabın, birbirini boğazladığı Cemel ve Sıffin savaşlarından ibret almamız gerekiyor dostlar…
Ömer Sağlam
_____________________
1-Kur’an-ı Kerim, Mâide/32
2- https://www.akademikakil.com/yahudilik-ve-10-emir/fazilyozgat/
3- Doç. Dr. Özlem Genç, “Orta Çağ Avrupası’nda Hırsız Olmak” başlıklı söyleşisi, https://www.akademiktarihtr.com/ortacagdahirsizlik/
4- https://www.bingol.edu.tr/tr/haberler/felsefeciler-hukuk-ve-adalet-kavramlarini-masaya-yatirdi
5- Aynur Çınar, “Sokrates’in Teolojik Felsefesinde Tanrı ve İnsan Ruhu İlişkisi” başlıklı yazısı, https://beytulhikme.org/?mod=makale_tr_ozet&makale_id=65559
6- Buhârî, Savm, 51.
7- https://www.clouds.com.tr internet sitesinde bulunan “Konfüçyüs Sözleri – M.Ö. 551 – 479” başlıklı derleme yazı.
8- Ahmet Hamdi Aydın “Konfüçyüs’te devlet ve adalet” başlıklı yazısı, https://www.yeniasya.com.tr/ahmet-hamdi-aydin/konfucyus-te-devlet-ve-adalet_386396
9-Prof. Dr. İlhan Arsel, Arap Milliyetçiliği ve Türkler, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1975, s.53-54. Konu hakkında ayrıntılı bilgi ve karşılaştırmalar için bkz. https://www.malumatfurus.org/ibn-haldunun-arap-tarifi/
Bir yanıt yazın