Nerede o eski dolandırıcılar?
Günümüzde ki dolandırıcılar kendilerinin çok zeki, çok bilgili ve çok ikna edici olduklarını zannediyorlar.
Bu tamamen yanlış…
Bu mesleğin en zeki, en akıllı, en kurnaz ve en acımasız olanları geçmişten gelen yöntemlerin birebir aynısı ile milyonlarca insanı yüzyıllardır katakulliye getirmeyi başaran “Din dolandırıcılarıdır.”
Tamamen gerçek bir din dolandırıcılığı olayı…
1976 yılı
Erzurum Dağ mahallesinde bulunan bir evin kapısına başında ince bir beyaz sarık, sırtında siyah cübbe bulunan 22-25 yaşlarında olan biri gelir.
Kapıyı çalar ve içeriden kim olduğunu soran kişiye:
- “Selamün aleyküm, Şükrü’den sizlere selam getirdim” der.
Kapıyı açan kişi de kapıda ki sarık cübbe ve şalvarlı adamla hemen hemen aynı yaşlarda olan genç bir delikanlıdır.
Şaşkınlıkla sorar:
-“Hangi Şükrü?
Sarıklı adam tekrar sorar:
-“Burası beton Şükrü’nün evi değil mi?”
-“Evet”
-“Hah! işte ondan selam getirdim.”
Kapıyı açan genç biraz sinirlenerek:
-“Ya kardeşim ne diyorsun ya… Sen deli yoksa divane misin? Benim babam Şükrü 25 yıl önce Kore’de şehit oldu.
Sarıklı şaşırmış gibi yapar ve der ki:
-“Olur mu öyle şey ben onunla Kıbrıs Beşparmak dağlarında omuz omuza savaştım. Hatta benim hayatımı o kurtardı.”
Genç daha da sinirlenir.
-“Kafayı mı sıyırdın be adam? Çek git, sabah sabah benim başımı derde sokma.”
Sarıklı ısrar eder:
Yok arkadaş ben kafayı falan sıyırmadım. Şükrü,1.80 boylarında 70-75 kilo,esmer tenli ve sağ kaşının ortasından sol yanağına kadar yara izi olan kişi değil mi?
Genç adeta donakalmış, o sırada yanına gelen annesinin hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamasıyla kendine gelmişti.
Davetsiz misafiri içeri davet ettiler.
Alelacele bir şekilde dört başı mamur bir kahvaltı sofrası hazırlayıp, başköşe’ye sarıklıyı oturttular.
Başladı anlatmaya…
-“Beşparmak dağlarında mahsur kalmıştım. Tek başıma savaşıyordum. 4 Rum ateş ederek bana doğru geliyordu. Birine nişan aldım ve onu alnından vurdum. İkincisine nişan alıp tetiğe bastım. Tüfeğim tutukluluk yaptı. Artık öleceğimi anladım ve Kelime-i şahadet getirdim. O anda yanımda Şükrü belirdi. Kalan 3 Rum askerini keklik avlar gibi tek tek vurdu.
Sonra bana döndü ve elini uzat dedi. Bende dediğini yaptım. Bir baktım ki benim işaret parmağım kopmuş. Meğerse tüfek tutukluluk yapmamış. Ben tetiğe basamamışım.”
Artık kahvaltı sofrasında herkes hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Allah nidaları ile besmeleler çekip kelime-i şahadetler getirerek sarıklının elini eteğini öpüyorlardı.
Anne titreyen sesiyle sordu:
-“Anlat hele mübarek insan, Şükrüm başka ne dedi?
Sarıklı, Şükrü’nün aslen Ordu’lu, karısısının Erzurum’lu olduğunu, onunla nasıl tanıştıklarını, nerede evlendiklerini, çocukların ismini tek tek söyledi.
Artık şüphe kalmamıştı. Kore’de şehit olan Şükrü,nün ruhu Kıbrıs’ta savaşmış ve belki de tüm kanlı savaşlarda din tacirlerinin anlattığı gibi bu savaş da onların yüzü hürmetine kazanılmıştı.
Sarıklı, can alıcı darbeyi vurma zamanının geldiğine karar verdi. İşaret parmağı olmayan elini başına götürerek:
-“Haa bir de şunu söyledi. Erzurum’un falan köyündeki, filan evliyaya tabii olsunlar. Onun sözünden çıkmayıp, bir dediğini iki yapmasınlar”
Aile öyle de yaptı. Evliya denilen adama tabii oldular ve bir dediğini iki yapmadılar. Önce tarlalar satıldı. Sonra büyük ve küçük hayvanlar. Ne kadar altın ve ziynet eşyası varsa elden çıkarıldı. 2 yıl sonunda oturdukları ev, Erzurum merkezde bulunan 2 daire, kadının babasının evi de yok oldu.
Hepsi evliya denilen kişinin oldu.
Aradan 6 yıl geçti.
12 Eylül askeri darbesi yapıldı.
Belki de bu askeri darbenin tek doğru olan tarafı, tutuklananlar arasında sarıklı ve onun evliya dediği kişinin de bulunuyor olmasıydı.
Askeri mahkeme Albayı dürüst, namuslu ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı biriydi.
Onları günlerce sorgulatarak bir şekilde konuşturdu ve gerçekler ortaya çıktı.
Sarıklı, en kolay dolandırma yolunun din olduğunu bilen tam donanımlı profesyonel bir dolandırıcı idi. Avlarını inceler, geçmişlerini araştırır, en özel bilgilerini öğrenir, ortam yaratarak avının kendisine gelmesini bekler miş. Eğer av olan kişi gelmez ise kendi gider miş. İşaret parmağını ise askerlik yapmak istemediği için kendisi kesmiş ve bu sayede muayene sonucu çürüğe ayrılmış.
Evliya denen kişi ise Güneydoğu merkezli Doğuanadolu da çok etkin olan bir tarikata mensup, okur yazar dahi olmayan biriymiş. Amacı ait olduğu tarikata mürid ve para toplamak mış. Elbette bu arada kendisini de ihmal etmemiş. Onlarca daire, binlerce hektar arazi, banka hesaplarında hatırı sayılır bir paranın da sahibi olmuş.
Din tacirliği en kolay ve en kazançlı dolandırıcılık yöntemidir. Neyi istiyorsanız onun sahibi olursunuz. Çoğu zaman üç İhlas, bir Fatiha suresi bilmeniz kâfidir. Eğer hiçbir şey bilmiyorsanız uydurmanız yeterlidir. Nasıl olsa karşınızdaki büyük bir ihtimalle arapça bilmiyordur. Siz ne derseniz deyin onun “Amin” diyeceği kesindir.
Bugün bile Çanakkale Savaşı’nda hayatını kaybeden 250 Bin kişiyi görmezden gelip, o savaşı “Yeşil Sarıklıların” kazandığını iddia eden ve buna gerçekten inanan insanlar mevcuttur.
Yinede yatıp kalkıp şükrediyorum.
Günümüz din tacirleri geçmişteki kadar bilgili dolandırıcı değiller. Saçma sapan konuşmaları en saf insanlarımızı dahi sorgulamaya yönlendirmeye yetiyor.
Bu alanda kaliteli olanlar ise siyasete atıldı.
Uzunca bir süredir lale devrini yaşıyorlar.
Elbette ki bu devran da çok daha uzun sürmeyecektir.
Çok yakında maskeler düşecek, gerçek yüzler ayan beyan görünecektir.
Devam edin din tacirleri devam edin…
Annesinin karnında 4 yıl bekleyen bebeği, bir kurşun ile 5 kişiyi öldüren şeyhi, depremi durduran evliyayı, tankı bastonu ile bertaraf eden hocayı anlatmaya devam edin.
Bunların hepsi bizi uyandıran çalar saatler olacak.