Son 6 aydır tekrar hafızamı ve tecrübelerimi tazelemek için 1965-1980 arası Türkiye’de ki devrimci gençlik önderlerinin, sosyalist ve komünist hareket ve örgütlerinin biyografisini inceledim, youtube deki lider kadroların ve örgütlerin söylev, eylem ve röportajlarını gördüm ve inceledim, bir birine düşen liderlerin ve örgütlerin aralarındaki güç bölmesi süreçlerini ve
hiç bir şeye hizmet etmeyen anlamsız tartışmalarını ve çatışmalarını inceledim.
Sonrada kendimce Türkiye’de ki devrimcilerin, sosyalistlerin ve komünistlerin neden yenildiğinin kısa bir özetini çıkardım.
Bu incelemenin sonucunu ise fazla lafı uzatmadan kısaca bir kaç cümle ile özetlersek olaylar şöyle akıyor ve sonuca varıyor diye düşünmekte yarar var;
Bir kere bu kesim:
O süreçte Türkiye’de karşılığı olmayan bir şekilde ; hem teorik ve hemde pratik olarak yetersiz ve hayalci bir profil çiziyor,
Liderler bencil siyasi şeyh gibiler, militanlarda siyasi mürid gibiler, ölenleri ve belirli günleri romantik anmalar şeklindeki devrimcilik algısı ülkedeki bu kesim içinde çok yüksek, siyaset yapma yetileri çok az ve pratikleri sadece günlük, hedefleri uzun vadeli ve planlı, stratejik bir yoğunlukta ve programlı değil,
Örgütlerde demokrasi yok denecek kadar az. Karar vericiler esas olarak karizmatik diye bilinen liderler. Tartışmaları açan ve yönlendiren hep aynı kişiler, çoğulcu ve fikirlerin özgürce yer alıp tartışıldığı , geliştirildiği bir taban hareketi değiller. Buna müsait te değiller.
Örgütler, işleyiş ve örgütlenme icabı Liderlere tapılacak hale getiriliyorlar.
Örgütlerde militanların örgütteki siyaseti sorgulamaları ve özgürce düşünmeleri yasak derecede. Ezbere dayalı kapalı insan kümesi halindeler. Piramid şeklinde örgütlüler, geniş kapsamlı demokratik, yatay bir örgütlenmeyi hemen reddediyorlar ve örgütlenmede çok katılar , “dini tekke” gibi hiyerarşik bir yapıları var.
Örgütler bir birlerine benzeseler bile lider sultası hakim olduğu için birlikte hareket etmeleri görece var gibi gözüksede sürekli siyasi ve örgütsel olarak çatışma içerisindeler. Örgütler arasında sanki bazen güç birliği sözde var gibi. Ama gerçekte söylem ve eylemde bir birlerine karşı suçlayıcı ve yıkıcı bir yaklaşım ve dil kullanıyorlar,
Örgütlerin önderleri çok sekter, olgun ve yaratıcı değil, taklitçi ve ezberciler ve kapsayıcı düşünmüyorlar. İdeolojik ve siyasi olarak yetersizler. Vizyonsuzlar. Liderleri hemen hemen günlük hayatta hiç bir üretimin içinde değiller. Liderler siyasi olarakta üretici ve çözümcü değiller, Demogoglar. Dogmatikler. Motive edici değiller. Akılcı ve bilimsel düşünmüyorlar. Hayattan kopuklar ve tüketiciler, asalaklar, yiyiciler, geliştirici, akılcı, kavratıcı değil, fırsatçı, sadece emredici, suçlayıcı ve cezalandırıcı bir kültüre sahipler.
Örgütler, liderler ve militanlar bir çok dünya klasik eserlerini, Marksizm ve Leninizm de dahil okumamışlar ve okusalar bile içerik olarak kavramamışlar. Ezberciler. Taklitçiler. Bu anlayış ve kalitesizlik örgütlerin yapısına ve işleyiş tarzınada yansıyor.
Öldürülen liderlerine atfedilen, söylemler, hikayeler, efsanelerle ve belli toplumsal kesimler içinde öldürülmüş liderlere olan yayılmış sempatilerle örgüte insan kazandırma özellikleri romantik anlamda çok yaygın.
Örgütlerin legal ve illegal örgütlenme şekilleri ise Türkiye gerçeklerinden kopuk ve iktidarı almayı hedeflemeyen ve TC devletini anlayıp çözümlemesini yapamayan bir örgütlenme içindeler,
O süreçte planlı ve programlı, ideolojik davranmayan, siyaseti günlük olarak ülkücü lerle çatışmaların hengâmesinde boğulacak bir pratiğe yöneltmeleri, önünüde bu yüzden ABD’nin Türkiye’de ki kendine bağlı güçlerle birlikte hazırladığı tuzakları görememe olgusundalar,
Ve bu kesimin vakit kaybedecek düzeyde ayrıntılarla ve günlük olumsuzluklarla aşırı uğraşıyorlar,
Türkiye ve dünyadaki çelişkileri Türk devrimcisi olarak anlamıyorlar,
Türkiye’yi her anlamda tahlilden yoksunlar, slogancılar ve teori geliştirmiyorlar, kitleleri örgütlemede ve seferber etmede örgütsel ve kalite anlamında yetersizler,
Örgütlerin siyasi – modern kültürel yapıları yok, bu herşeye yansıyor, örgüt işleyişi ve kişisel ilişkilerde kültürel ve sosyal olarak yarı feodaller.
Ekonomik güç oluşturamıyorlar. Finansal olanaklarını örgütsel olarak geliştiremiyorlar.
Bir dergi çevresinde kümelenmeleri ile birlikte sadece bir dergi hareketi olma ama örgütlü bir hareket olmama yanları çok kuvvetli,
Bir türlü Türkiye devrimcisi olarak başka ülkelerden bağımsız hareket eden bir örgüt oluşturup kitlesel ve demokratik bir biçimde örgütlenememeleri en büyük zaafları,
Çok tecrübeli kadroları dar kalıplar içindeler, yabancı yayınlardan çevirileri yapıp okuyup ve okutup el yordamı ile bir şeyler yapmaya çalışıyorlar, milletle bağları eksik ve yaygın değil, içlerinde kültür ve sanatla ilgili olan kaliteli yazar , çizer, sanatçı, düşünür, gazeteci, ressam var. Fakat bunlar ya dışlanıyor yada örgüt içinde kısır bir propagandacı oluyorlar. Olmayanlar ise ancak gelişiyorlar. Bunlarda devletin gazabına uğruyorlar ve eziliyorlar.
Türkiye’yi bırakıp, Çin, Rusya ve Arnavutluk rejim tartışmaları içinde ve ekseninde teorik yer ve destek bulma arayışı içinde olmaları ve boğulmaları kendilerine has teorik ve pratik yaklaşım yapmalarını engelliyor,
“Sosyalist olan ülkelerin” kendi aralarındaki rekabet ve milli yaklaşımlarını yanlış anlayıp, onların kendi aralarındaki siyasi kavgaları ve çelişkileri sanki Türkiye’de de bunlar varmış gibi ele almaları ve bunları Türkiye devrimcileri, sosyalistleri ve komünistleri olarak kendisini sosyalist diye nitelendiren ülkelerin yapay yada real olgularını saf saf sahiplenip, bunları Türkiye gerçekleri dışında kendi içlerinde rekabet ve çatışma ve bölünme olgusuna dönüştürmeleri çok açık,
Bir ikincisi ise bu süreçte ,
ABD emperyalizminin Türkiye’de her kesim içinde örgütlendiği kontrgerilla örgütlenmesinin kullandığı Türk Devletinin, kendi öz devrimci sosyalist ve komünist vatandaşlarını darbelerle yok etmek için harcadığı amansız çaba ve pratiğin etkisinin çok güçlü olması ve bunu bir türlü Türkiye’de ki devrimci, sosyalist ve komünist kesimlerin anlamaması ve ona göre örgütlenmemesi en temel sorunlardan birisi.
Tüm bu yüzden de Türkiye’de ki devrimciler, sosyalistler ve komünistlerin 65-80 arasında ki süreçte yenilmesinin özetini incelemelerimden bu şekilde çıkardım.
Yani bugünlere neden ve nereden geldiğimizi açık istihbarattan edindiğimiz belgeler çok iyi anlatıyor ve doğruluyor.
Acı ama gerçek bu.
Bu süreçteki tarihi tekrar okumalarımdan dolayı bu kesimdeki yetersizlikler, hatalar, tecrübesizlikler, emperyalizmin Türkiye örgütlenmesinin Türkiye Cumhuriyeti devletinin olanaklarını katı bir biçimde Türkiye’de ki devrimcilere, sosyalist ve komünistlere karşı kullanması sonucu ise, AKP gibi hiç bir zaman Türkiye topraklarında olmaması ve nefes bile almaması gereken çok berbat, kötü ve bağımlı bir partinin iktidarının oluştuğunu ve meydanın bu tip dinci ve emperyalizmin acentası olan bir partiye kalmasının hikayesinin neden ve sonuçlarını belgeleriyle tekrar tekrar gördüm
Ve bu okumalarımda ayrıca eski örgütler, liderler ve Türk devletinin bu süreçteki hatalarını gördüm,
Ve ayrıca TC devletinin ABD ile birlikte hareket edip, kendi ülkesinin devrimcilerine, sosyalist ve komünistlerine karşı Türkiye’de yaptığı hatalarından dolayı Türkiye’nin şu anki durumunda her anlamda uçurumun kenarına nasıl geldiğinede neden olduğunu tekrar tekrar belgeler ışığında gördüm.
Bir Türk devrimcisi olarak benim için Türkiye’nin ve devrimcilerin, sosyalistlerin ve komünistlerin içinde bulunduğu bu durum çok üzücü ama bu süreçte benim bu kesimlere mesajım gerçekleri anlamak, eksikleri görmek ve yeniden Türk devrimcilerine yaraşır bir biçimde hareket edip örgütlenmek çok zor gibi gözüksede çok zor değil. Çünkü sanıldığı kadar tarih çok karmaşık değil ve yukarda anlatıldığı gibi sadece .
Ülke bugün bu durumdaysa bunda Türkiye’de ki devrimci, sosyalist ve komünist solun dün ve bugünde Türkiye’ye teorik yaklaşım ve pratiklerinin çok büyük rolü var.
Bu konuda Türk devrimcilerinin, sosyalist ve komünistlerinin Türk milletine nitelikli bir öz eleştiri borcu var.
Günah çıkartır gibi değil tabiki, ama bu yeniden inşa olmak ve milleti emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı örgütleyip ve ülkeyi her anlamda kurtarıp iktidar olmak için mutlaka yapılması gereken bir olgu.
Tren kaçtımı derseniz.
Hayır kaçmadı.
Mevcut Türkiye ve dünya şartları incelendiğinde Türkiye’de devrimciler, sosyalistler ve komünistler Atatürk’ü milli önder olarak kabul ettiği, TC devletinin kuruluş felsefesinin önemli faydalarını kabul ettikleri, 1908 ve 1923-1937 Türk devrimlerini sahiplenip, kurtuluş savaşını anti emperyalist miras, tecrübe ve olgu olarak kabullenip ve Milli Demokratik Devrimi sonuna kadar gerçekleştirmek ve iktidara varmak için bir örgütlenme kurduğu ve örgütlendiği zaman umut kafalarda uzakta olsa bile gerçekte çok uzakta değil.
Yani tren hiç de kaçmış değil. Tabiki bu Türkiye diye bir meselesi olanlar için.. Türk milli aidiyeti olanlar için …Türkiye’nin devrimcisi, sosyalisti ve komünisti için geçerli..
Sefa Yürükel
Bir yanıt yazın