1-Tarih 07.05.2013…
Yer:
Kara Harp Okulu / Malazgirt Taburu
Kara Harp Okulunda ikinci senem, ama notlarımı silerek sınıfta bıraktıkları için hala birinci sınıfım…
Askeri lisede de sınıfta bırakmışlardı…
Hatta bu senenin sonunda da sınıfta bırakacaklar.07.05.2013…
Atış takımındaydım fakat olimpik takım antrenmanlarına gönderilmiyordum ve işkencelere maruz kalıyorum…
Fetullahçı olmadığım için…
Bütün arkadaşlarım okuldan ayrıldılar…
Kalan 1-2 tanesiyle de sınıfta bırakıldığım için artık farklı bir Taburda olmam yüzünden pek görüşemiyorum…
İşkencelerle geçen bir günün ardından akşam yat saatine yakın bir zamanda emir geldi, kışlık harici kıyafetlerimizin üzerindeki apolet, spolet, sarı kordon vs…
şeyleri yazlık kıyafetlere geçireceğiz…
Ben de koğuşuma doğru giderken, kola makinesinin önünde Fetöcü Nöbetçi Subay Ütğm…
Mehmet Gündeğer ile karşılaştım…
Normalde başka bir takımın teröristi olmasına rağmen, Şok Mangası işkencelerinde bana da çok eziyet ettiği için ve hala beni okuldan ayıramadıkları için beni tanıyordu…
Hemen geldi yanıma “ne yapıyosun burda, çabuk git kamuflajlarını giy odama gel” dedi…
Belli ki nöbeti bitene kadar yani sabah 8’e kadar, işkence edebileceği, Fetö’cü olmayan garibanlar arıyordu kendine…
Bu garibanlar Şok Mangasında işkence görenlerdi…
Ve beni buldu…
O an öyle sanıyordum…
Ama taburun her yerini gezmiş özellikle beni arayıp bulmuş, çünkü normalde bir kaç öğrenciye aynı anda işkence ederler, ama o gece sadece bana eziyet etti ve o gece, onun nöbeti bitene kadar okuldan ayrılmaya karar vermem konusunda çok yoğun baskı yaptı…
Koğuşa gittim…
Kamuflajlarımı giydim ve odasına gittim…
Bu sefer dahili kıyafetlerini giy gel, 3 dakikan var dedi…
Koğuşa gittim, dahili kıyafetlerimi giydim ve geldim…
Bu işkence yöntemine biz “defile” diyoruz…
Sürekli koğuşa gönderip birşeyler giyip gelmemizi isterler…
Genelde finalde kamuflaj olur ve kamuflaj kıyafetle sabahlara kadar işkence ederler…
Belirttikleri süre içerisinde koğuşa gidip gelmek bile imkansızdır…
Sana yaptıkları eziyeti de bu “yapamama”ya bağlarlar…
Kendilerine haklı bir sebep edindiklerini sanarlar…
Arka arkaya, kamuflaj, dahili kıyafet, kışlık harici kıyafet, pijama, kırmızı fanilalı spor kıyafet, yazlık harici kıyafet gibi bir çok kıyafeti giymem için koğuşa gönderip durdu…
“Sivil kıyafetlerini giy gel” dedi, gelince “ne kadar da yakıştı?
hadi okuldan ayrılma dilekçeni ver” dedi…
Yazlık harici kıyafetimle geldiğimde, “neden hala apolet ve spoletleri geçirmedin?”
deyip kızdı, hakaretler etti…
Halbuki o anda bütün tabur bu işlemle meşguldü…
Bana işkence ettiği için, benim bunu yapma fırsatım bile olmamıştı…
Sonra kamuflajlarını giy gel 3 dakkan var dedi…
Verdiği zaman kısıtlamalarını çok dikkate almıyordum…
Bir keresinde yaklaşık 100 metre mesafedeki bir direğin etrafından dönüp 30 saniye içinde geri gelmemizi söylemişlerdi…
Askeri Lisede Atletizm takımındaydım, sprint koşu yapıyordum…
100, 200 ve 400 metre mesafelerini maksimum efor sarf edip minimum sürede koşmaya çalışıyorduk…
O gün mangada sadece ben bunu başardım…
Fakat bunu başarmam hiçbir işe yaramadı…
Ellerimizi ve ayaklarımızı aynı anda yere koyarak yaptığımız “ayı yürüyüşü” ve ellerimizle ayak bileklerimizi tutarak yaptığımız “ördek yürüyüşü” ile işkenceler devam etti…
Verdikleri görevi başarman, hatta belirtilen süre içinde başarman hiçbir şey ifade etmiyordu…
Eziyete devam ediyorlardı…
Dayak atmak onlara efor sarf ettirdiği için, bu ilk tercihleri değildi…
İstiyorlardı ki kendi kendimizi parçalayalım, verilen emirleri uygulamaya çalışırken helak olalım, yapamayınca da kendi kendimize hayıflanalım istiyorlardı…
Bunu fark ettiğim günden beri fazla parçalamadım kendimi…
Kendi kendime eziyet etmedim yani…
Bu yüzden diğer arkadaşlarım ilk bir ay içinde ayrılıp giderlerken ben iki seneden fazla dayandım…
Bu da onları çok sinirlendiriyordu…
İşte bu yüzden çok dayak yedim, çok küfür hakaret yedim…
Ama kendime işkence etmedim…
Gördüğüm bütün işkenceleri bizzat onların ellerinden ayaklarından gördüm…
En sonunda kamuflajlı bir şekilde odasındaydım…
Şınav vaziyeti al dedi…
Ben şınav vaziyetinde beklerken, benim ne kadar başarısız, ne kadar iğrenç bir insan olduğumdan falan bahsetti…
Ben vatan hainiymişim…
Devletin ekmeğini yiyip suyunu içtiğim halde, devletin bana sunduğu imkanları kullandığım halde hiçbir şey başaramıyormuşum…
Askeri lisede sınıfta kalmışım, Harp Okulunda da sınıfta kalmışım…
Bütün arkadaşlarım doğru yolu bulmuşlar ve okuldan ayrılmışlar…
Ama ben ısrarla subay olmaya çalışıyormuşum…
Subay olduğumda her şey çok mu güzel olacakmış?
Gördüğüm gibi ömrüm nöbet tutmakla geçecekmiş…
Abisinin ve babasının inanılmaz başarılarından bahsetti, gereksiz bilgi olduğu için ve muhtemelen de yalan olduğu için aklımda tutmadım bile…
Ama o subay olmuş ve çok pişmanmış…
Bana aslında iyilik yapıyormuş, 1 saattir nasıl bir pislik olduğumdan bahseden Mehmet Gündeğer, aslında bana yardım etmeye çalışıyormuş, benim hayatımı kurtarmaya ve daha güzel bir yola sokmaya çalışıyormuş…
Şınav vaziyetinde normal bir insanın durabileceği kadar durdum sonra da dizlerimi yere koydum…
Bir kaç kez “dizlerini yere koyma” diye bağırdı…
Biraz daha çabalıyordum sonra mecburen yine koyuyordum…
Sonuçta ben makine değilim, süper kahraman da değilim…
En sonunda “ayağa kalk, esas duruş” dedi…
Ayağa kalktım…
Koltuğuna oturmuş, ayaklarını da masanın üzerine uzatmış bana bakıyordu…
Bana “Bence sen salaksın…
Ne dersin, sen salak mısın?” diye sordu…
Cevap vermedim…
Bu cevap verilecek bir soru değil…
Daha önce de yaptı aynısını, “değilim komutanım” dedim, “Sen bana yalancı mı diyorsun?
Ben sana salak olduğunu söylemedim mi?
Sen komutanına yalancı demeye utanmıyor musun?” diye saçma sapan ithamlarda bulundu…
Başka bir arkadaşımıza sormuştu o da “Evet komutanım ben salağım” deyince, “Madem salaksın, ne işin var burda?
Burası Kara Harp Okulu, burada salak adamlara yer yok” diyordu…
Yani senin ne dediğinin, ne yaptığının hiç bir önemi yok…
Şok Mangasına girdiysen, seni okuldan ayırana kadar, her yolu buraya çıkartıyorlar…
Dövüyorlar, sövüyorlar, notlarını silip sınıfta bırakıyorlar, haksız hukuksuz yere savunmanı isteyip cezalar veriyorlar, çarşıya çıkmana engel oluyorlar, disiplin kuruluna çıkarıyorlar, aileni sürekli sürekli okula çağırıp taciz ediyorlar…
Her türlü haysiyetsizlik, şerefsizlik var bunlarda…
“Sen ATATÜRK’ü seviyor musun, ATATÜRKÇÜ müsün lan sen yoksa?” dedi…
“Evet komutanım seviyorum” dedim…
“B*k seviyorsun lan, sevsen şimdiye kadar ayrılırdın” dedi…
“ATATÜRK’e siz ileri görüşlü demiyor musunuz?
Sen şöyle bir ileriye baktığında, o yüksek ileri görüşlülüğünle, şöyle bir ileri baktığın zaman, bu okuldan mezun olabileceğine dair en ufak bir ihtimal görüyor musun?” dedi…
Gerçekten de okuldan mezun olabileceğime dair en ufak bir ışık yoktu…
Bütün arkadaşlarımı baskıyla, eziyetle, işkenceyle okuldan ayırmışlardı…
Maltepe Askeri Lisesinden 199 kişi mezun olduk…
Kuleli Askeri Lisesinden 110 kişi mezun oldu…
Aşağı yukarı 300 Askeri Liseli, Kara Harp Okulu intibak kampına katıldık…
4 Ağustos’ta Kara Harp Okulu’na istihkak almaya geldik, 6 Ağustos’ta İzmir Menteş’te İntibak eğitimine başladık…
Daha ilk gün, 4 Ağustos’ta, malzeme almak için geldiğimiz Kara Harp Okulu’nda 45 arkadaşımız okuldan ayrıldı…
300 kişinin 45’i daha ilk gün ayrıldı…
6’da 1 demek bu…
1 nolu amfide katliam yaptılar…
O gün öğrencileri ayırırken 1 nolu amfiye aldıkları hiç kimse şu anda TSK’da değil…
Buna ben de dahilim…
Ben amfiden çıktım hatta 2,5 sene de dayandım ama uyarmaya çalıştığım insanlar, sesimi duymadığı için benden farklı yöntemlerle kurtuldular…
Fetö bütün gücüyle geliyordu…
300 askeri liseliye karşılık 700 civarında sivil kaynaklı öğrenci alımı yaptılar…
Neredeyse hepsi de Fetö’nün evlerinde, yurtlarında, dershanelerinde, okullarında eğitim görmüş, Fetöcü dayıları akrabaları olan, Cumhuriyet düşmanı, ATATÜRK düşmanı, düşünmeyen, beyinlerini kiraya vermiş, menfaatçi insanları Kara Harp Okuluna sokmuşlardı…
Bazen bize uygulanan işkencelere bu Fetöcü öğrenciler şahit oluyorlardı…
Gördükleri karşısında onların bile psikolojileri bozuluyor, okuldan ayrılmak istiyorlardı…
Başka öğrencilerin psikolojisini bozacak derecede işkenceler görüyorduk…
O zaman, o çocukların telefonlarına el koyup ailelerine ulaşma imkanlarını kısıtlamaya çalışıyorlar, ikna seferberliği yapıp okulda tutmaya çalışıyorlardı…
Gölgede yaptıkları sağa dön, sola dön, geriye dön gibi en basit eğitimlerden bile muaf tutup istirahat veriyorlardı…
Bizi de Ağustos ayının İzmir sıcağında, eriyen asfaltların üzerinde kamuflajlarımız üzerimizde parçalanana kadar süründürüp, her tarafımız yara bere haldeyken denize atıyorlardı…
Denize atıyorlardı ki yaralarımıza tuz değsin…
Bu işkencelerde “Erkan Eryiğit” isimli bir genci öldürdüler…
BİR HARBİYELİ BU İŞKENCELERDE ÖLDÜ…
İşte bize bunlar yaşatıldı…
Dipnotlardan sonra, Terörist Ütğm…
Mehmet Gündeğer’in odasına geri dönüyorum…
“Görebiliyor musun ileriyi?
İleri Görüşlü Hüsnü…
Mustafa Kemal ileri görüşlü müydü?
Ne ileri görüşlülüğünü gördün?
Senin bu durumlara geleceğini de görmüş müdür, niye sana yardım etmiyormuş?
Neden sana yardım edemiyor?” dedi…
Konuşmanın devamı çok can sıkıcı…
Söylediği sözleri de ben burda söyleyemem…
Atatürk’e küfürler hakaretler etti…
Ben de ona düzgün konuşmasını söyledim…
Bunu duyunca ayaklarını masadan indirdi ve hiddetli bir şekilde yanıma geldi…
Efelenmeye başladı…
Beni itip kakmaya başladı…
Omuzumdaki apoletleri koparttı…
Kamuflajımı yakalarından iki eliyle tutup sertçe sağa ve sola çekip düğmelerimi koparttı…
Bunları yaparken “bidaha söyle, bidaha söyle” deyip duruyordu…
Atatürk’ün kurduğu ülkede, Atatürk’ün giydiği üniformayı giyiyorsun, üstelik ona hakaretler küfürler ediyorsun, bir Harbiyeli seni uyarınca zoruna gidiyor…
Sonra boğazımı sıkmaya başladı…
Tırnaklarını boğazıma geçiriyordu…
Onca şeye rağmen esas duruşta duruyordum…
“Bidaha söyleeee, emir veriyorum lan bidaha söyle” diyordu…
O kadar nefessiz kaldım ki, birazdan boğazımın mosmor olacağı belliydi…
En son can havliyle boğazımı tutan ellerini tutup kendisini ittim ve “DÜZGÜN KONUŞ” dedim…
Gözü döndü, çıldırdı…
Kapının arkasındaki askıda böyle kemer gibi, palaska gibi bişey vardı, silahı da onun üzerindeydi…
O sinirle ona doğru yönelince, ben arkamı döndüğüm gibi odadan kaçtım…
Boğazım alev alev yanıyordu, dakikalarca boğazımı tırnaklaya tırnaklaya sıktı…
Bir yandan öksürüyor bir yandan kaçıyordum…
Arkamı dönüp baktım, peşimden koşuyordu…
O kilolu bir subaydı ve ben iki senedir olimpiyat sporcusu gibi gece gündüz işkence görmekten atletik bir şekilde form tutmuştum…
Bana yetişme şansı, imkanlar dahilinde değildi…
Merdivenlerden bir alt kata inip ters yönde koşmaya başladım…
Sonra iki üst kata çıkıp yine başka bir yöne gittim falan iyice kafasını karıştırdıktan sonra bir şekilde binadan çıktım…
Ve doğruca revire gittim…
Boğazım iyi durumda değildi ve öksürüklerimi durduramıyordum…
Revirde gecenin o saatinde sadece sağlıkçı bir asker vardı…
Boğazımı görünce önce revir doktorunu, sonra da nöbetçi amiri aradı…
Nöbetçi amir Ahmet Zeki isminde bir Binbaşıydı…
“Kim yaptı sana bunu?” diye sordu…
“Nöbetçi ütğm…
Mehmet Gündeğer” diye cevap verdim…
Ama Binbaşı suratını ekşiterek bakıyordu…
Kalkıp aynaya gidip baktım, boğazım mosmordu…
Tırnak izleri vardı ve yer yer kanamalar vardı…
Revir doktoru geldi, darp raporu yazdı…
Darp raporu aşağıdadır…
Nöbetçi Binbaşı, “bu gece taburuna dönmek yok” dedi…
Son sınıf Harbiyelilerin Tabur nöbetçisini çağırdı…
“Bu Harbiyeli’ye kalacak bir yer ayarlayın, bu gece sizin taburda kalacak” dedi…
Bana da döndü “sen bu gece orda kal, ben yarın okul komutanına bilgi vereceğim” dedi…
Ben o geceyi son sınıfların taburunda geçirdim…
Ama sabah olduğunda mecburen taburuma döndüm…
Binanın önüne geldiğimde, Tabur Teröristi Faruk Yiğit, Bölük Teröristi Mehmet Erdal, Takım Teröristleri Ahmet Ali Türk, İsmail Göktürk, Ali Canarslan ve dün gece boğazımı sıkarak darp eden Mehmet Gündeğer, “daltonlar” gibi kapının önüne dizilmişler beni bekliyorlardı…
Dünyanın en komik anı, terörist olduklarını bildiğim bu adamlara, elimi başıma götürüp asker selamı verdiğim o andı…
Dün gece neredeyse beni öldürecek olan adama, ertesi sabah selam vermek zorunda kalıyordun…
Mehmet Gündeğer ensemden tutup “Gel lan buraya” deyip beni Tabur teröristi Faruk Yiğit’in odasına götürdü…
Diğerleri de aralarında fısır fısır konuşarak peşimizden geldiler…
Revirde darp raporu yazıldığının haberini almışlar…
Tabur Teröristi Kurmay Yarbay Faruk Yiğit, önüme 2 tane evrak koydu, “imzala bunları” dedi…
Okumaya kalktım, “Neyini okuyosun lan, almıyım şimdi ayağımın altına, imzala” dedi…
“Okumadan imzalamam komutanım” dedim…
Orda çok uzun bir süre inatlaştık…
Dövdüler, sövdüler imzalamadım…
Sonra okumama izin verdiler…
2 evrak birbirinin aynısı, benim ağzımdan ifade yazmışlar…
Özetle, dün gece kendi kendimi darp ettiğimi, revirde “beni Nöbetçi Subay Mehmet Gündeğer darp etti” dediğimi ama aslında yalan söylediğimi, bu yüzden de çok üzgün olduğumu, komutanıma iftira attığım için çok pişman olduğumu yazmışlar…
“Ben bunu imzalamam, yalan bunlar” dedim…
“Asıl senin söylediklerin yalan dedi…
Komutanın dün gece Jandarma Kriminal Laboratuvarına gitti örnek verdi ve seni darp etmediğini kanıtladı” dedi…
Söyledikleri şey aşırı saçmaydı tutamadım kendimi güldüm…
“İyi o zaman madem kanıtladı, bunları imzalamama gerek yok komutanım, elinizdeki kanıtla ne yapıyorsanız yapın” dedim…
Zorla imzalatmaya çalıştılar yine imzalamadım…
Dövdüler sövdüler imzalamadım…
Sonra “madem öyle beni buna sen zorladın” dedi…
Bilgisayarını açtı, bir kaç dosya açtı…
Makam odasındaki telefonunu kaldırdı ve bir numarayı aradı…
Telefonu açan annemdi…
Mayıs ayıydı…
Annem o anda ektiğimiz mahsuller için tarladaymış…
Normalde sadece babam çalışıyor…
Dededen kalma 3-5 dönüm tarlamız vardı…
Annem yazın oralara birşeyler ekip, çıkan ürünü satıyor, ev ekonomisine katkı sağlıyordu…
Tabur teröristi Faruk Yiğit, “Hanımefendi iyi günler, ben Kara Harp Okulundan arıyorum…
İsmim Faruk…
Oğlunuz Hüsnü Kuzuluk için aradım” dedi…
Annemin sesi hemen endişe doldu, “Noldu oğluma, ne yaptınız çabuk söyleyin, yaşıyor mu?” dedi…
“Yok biz bişey yapmadık ama oğlunuz çok kötü bir şey yaptı, okuldan atılma tehlikesi ile karşı karşıya, biz atmak istemiyoruz, gelin oğlunuzu okuldan alın” dedi çat diye annemin suratına telefonu kapattı…
O an yaşadığım duyguları kelimelerle tarif edebilmem mümkün değil…
09-Mayıs-2013…
Annem ve babam, Bilecik’ten kalkıp Ankara’ya, Kara Harp Okuluna geldiler…
Tabur Teröristinin odasındayız…
Annem ve babam gözümün içine bakıyorlar, hiçbirşeyden haberleri yok…
Sonra annem boğazımdaki izleri gördü, karşımdaki koltuktan kalktı yanıma oturdu…
“Kim yaptı sana bunları?” dedi…
“Boşver anne, dedikleri hiçbir şeye inanmayın, hiç bir şeye de imza atmayın, her şey kontrol altında” dedim…
Sonra Faruk terörist, başladı yalanlarını sıralamaya…
Benim kendi kendimi darp ettiğimi ve revirden darp raporu alarak, komutanıma iftira attığımı fakat okulda bulunan güvenlik kameralarının bunları kaydettiğini, beni okuldan atmak istemediklerini, bunu yaptıkları taktirde hiçbir şekilde gelecekte memur olma şansımın olmadığını, bu yüzden beni okuldan kendi isteğimle ayrılmam konusunda ikna etmeleri için annemi ve babamı buraya çağırdığını anlattı…
Ne annem ne de babam söyledikleri hiçbir şeye inanmadılar…
Hatta annem, “getirin o kamera kayıtlarını da izleyelim” diyerek onları köşeye sıkıştırdı…
Faruk terörist, böyle bir tepki beklemiyordu kem küm etti, “getiremeyiz yasak” dedi…
Babam da “bir iddia ortaya atıyorsunuz elinizde kanıt yok, madem kamera kayıtlarını getiremiyorsunuz biz de almıyoruz oğlumuzu okuldan, şu çocuğun boynuna bak kim bilir ne yaptınız, darp raporunun bedeli neyse kim yaptıysa ödesin” dedi…
Annemle babamı sakinleştirdim, her şeyin yolunda olduğunu söyledim ve memlekete gönderdim…
10-Mayıs-2013…
Canım anam, canım babam eve girince içleri rahat etmemiş…
O gece de gözlerine uyku girmemiş…
Ertesi gün sabahın köründe çıkmışlar evden, ilk hızlı trenle yine Ankara’ya Kara Harp Okuluna gelmişler…
Benim haberim yok…
Babam takmış göğsüne dedemden kalma İstiklal Madalyası’nı, “Okul Komutanı ile görüşeceğim” demiş…
Alay Teröristi Ali Salnur ne bahaneler uydurduysa geri gönderememiş bizimkileri…
Okul Komutanlığı makamına girmişler, gelene kadar bekleyeceğiz demişler…
Okul Komutanı gelmiş, öğrenci velisinin geldiğinden haberi yok…
Ali Salnur söylememiş bile Okul Komutanına…
Annem babam dün yaşananları anlatmış…
Okul komutanı duyduklarına inanamamış…
“Bakın çağırırım komutanı yüzleştiririm” demiş…
Babam da “çağırın gelsin yüzleşelim” demiş…
Koskoca Tümgeneral telefon açıyor, Kurmay Yarbay Faruk Yiğit’i makamına çağırıyor…
Kurmay Yarbay GELMİYOR…
İşte Kara Harp Okulu’nda “Fetö” böyle güçlüydü…
Okul Komutanının ismini vermeyi unuttum…
Tümgeneral Yılmaz Uyar…
Fetöcü terörist Kurmay Yarbay Faruk Yiğit’i makamına getiremeyince bozulan ama durumu toparlamaya çalışan Okul Komutanı Tümgeneral Yılmaz Uyar, “işi var heralde, yoksa mutlaka gelmek zorunda” falan deyip konuyu geçiştiriyor…
Anneme ve babama telkinlerde bulunuyor, konuyla ilgileneceğini söylüyor ve onları memlekete gönderiyor…
Ya bu insanlar iki gündür Bilecik’ten Ankara’ya gelip gidip duruyor, bi benimle görüştürseydiniz…
Bi anlatabilseydim başıma gelenleri…
Neyse…
Ailemin bir daha okula gelip Okul Komutanı ile görüştüğünü duyan Tabur Teröristi Faruk Yiğit yalanları ortaya çıkınca çılgına dönüyor…
Takım teröristi Ali Canarslan’ı gönderip “Tabur Komutanı çağırıyor” diyerek beni dersten alıyor ve odasına götürüyor…
Kapıyı tıklattım…
“gel” dedi ve içeri girdim…
“beni emretmişsiniz komutanım” dedim…
Bilgisayarda birşeylerle uğraşıyordu…
“gel gel yaklaş” dedi…
Kapının orda duruyordum, masanın önüne geldim…
“masanın önüne değil, yanıma gel” dedi…
Yanına gittim…
Sandalyesinden ayağa kalktı ve dibime kadar gelip “Sen şimdi buraya neden geldin?” dedi…
“Siz emretmişsiniz komutanım” dedim…
“Yoo, ben emretmedim…
Kapıyı açtın girdin içeri, niye geldin buraya?” dedi…
“Komutanım bütün sınıf hatta ders komutanı şahit, Ali Canarslan komutanım geldi, sizin beni çağırdığınızı söyleyip dersten aldı, beni buraya getirdi” dedim…
Sinirlendi, öfkeli öfkeli nefes alıp vermeye başladı…
Ne yapsalar olmuyordu…
En sonunda, başladı kendini tokatlamaya…
2-3 tokat attı, bu esnada da “Yardım edin, Harbiyeli bana saldırıyor” demesiyle aynı saniye içinde Bölük Teröristi Yüzbaşı Mehmet Erdal, Takım Teröristi Ahmet Ali Türk ile boğazımı sıkarak darp eden Mehmet Gündeğer içeri daldı…
Tam olarak ne olduğunu anlamaya çalışırken kendimi yere yüzükoyun yatırılmış buldum…
“Demek Tabur Komutanına saldırırsın ha” dediler…
“Şimdi Tabur Komutanı da gidecek darp raporu alacak, darp raporu öyle alınmaz, böyle alınır” dediler…
Rugan ayakkabının topuğuyla ellerime, kafama basıyorlardı…
İçlerinden biri bilgisayara geçti, Bölük teröristi söylüyor, bilgisayardaki yazıyordu…
Bölük komutanının odasına girip ona saldırdığım iddiasıyla tutanak tutuyorlardı…
Annemin babamın okulda olduğundan benim haberim yok…
Çocuklarının bu durumda olduğundan annemin babamın haberi yok…
Okulda türlü türlü dolaplar dönüyor okul komutanının haberi yok…
1 km ötemizde TBMM var, onların hiçbir şeyden haberi yok…
Bundan pek emin değilim, belki de bazılarının haberi vardır…
Oan kafamın içinde düşünceler geçiyor…
Kimse inanmaz bu tutanağa diyorum…
Adam beni kendisi çağırdı sonuçta…
Çağırıldığım yerde niye komutana saldırayım?
Sonra diyorum ki, çağırıldığıma kim şahit olacak?
Fetö’nün yurtlarında evlerinde büyümüş, her konuştuğumuzu cemaat abilerine ispiyonlayan, bizim notlarımız silinirken kendi notları yükseltilen Harbiyeliler mi?
Yada kimdir nedir, necidir, bilmediğim ders komutanı mı?
Bana şahit olmayacaklarına emin oldukları için böyle bir mizansen üretmişlerdir kesin…
Bu sefer diyorum…
Bu sefer yolun sonuna geldik heralde Hüsnü…
Çok dayandım, çok direndim ama artık benim iradem dışında bir ayrılma olacak sanırım…
Ağlamaya başladım…
2 senedir gördüğüm işkencenin verdiği dolulukla yerde hıçkıra hıçkıra sarsıla sarsıla ağladım…
“Yeter komutanım” dedim…
“Yeter, devletin kağıdını mürekkebini boşa harcamayın tamam ben ayrılıyorum, gerek yok bunlara” dedim…
“Gerçekten mi?” dedi…
Çocuklar gibi sevindi…
“Tamam, kendi isteğimle ayrılıyorum, iftira atmayın” dedim…
Çok mutlu oldular birbirlerine çak bi beşlik falan yapıyorlar…
“Tamam o zaman, bugün cuma öğleden sonra da faaliyet var, ayrılma işlemlerin yetişmez, sen kaç aydır çarşıya da çıkamıyorsun, malum cezalısın…
Bu haftasonu güzel güzel çarşıya da çık, şöyle bi sivil hayata göz at, Pazartesi günü ayrılma işlemlerine sabahtan başlarız tek günde hallederiz” dedi…
Beni üstüm başım toz-pislik içinde sınıfa gönderdiler…
Ağlamaktan kan çanağı gibi olmuş gözlerimle sınıfa girdim ve direkt kafamı masaya vurdum ve sessizce ağlamaya devam ettim…
O esnada yan sırada oturan Fetöcü harbiyelilerin konuşmalarını duydum…
Öğleden sonra 13 Mart Sitesinde Sutasak’ların mezuniyet töreni varmış…
Törene de Korgeneral Salih Zeki Çolak gelecekmiş…
Bugün bir KORGENERAL Kara Harp Okuluna gelecek…
Ve ben Pazartesi günü okuldan ayrılmak durumundayım…
İşte hayattaki en tehlikeli insanlar kimlerdir bilir misiniz?
Kaybedecek hiçbir şeyi olmayanlar…
Kaybedecek hiçbir şeyiniz yoksa, TSK denen hiyerarşinin en dibindeki bir Harbiyeli olarak, hiyerarşinin en üstündeki bir Korgeneralin yolunu kesebiliyorsunuz…
Aniden kafamı kaldırdım ve “Komutanım tuvalete gidebilir miyim?” dedim…
Komutan “tabi tabi” diyene kadar ben yolu yarılamıştım bile…
İyi olmadığımın o da farkındaydı, bir şey diyecek hali yoktu…
Doğruca koğuşlar bölgesine gittim, Harici kıyafetimi giydim…
Tuvalete gidip elimi yüzümü yıkadım, kendime bir çeki düzen verip 13 Mart Sitesine gittim…
Etrafta kuş uçurtmuyorlardı…
Kapıda duran acemi subaylara, törende görevli olduğumu, prova yapacağımızı söyleyip içeri girdim…
Girişi gören bir yere geçtim ve beklemeye başladım…
Uzun bir bekleyişten sonra, töreni izlemek için bölüklerce öğrenci geldi…
Üst kattaki salona girdiler…
Aradan bir süre daha geçti…
Kapının orda hareketlilik yaşanmaya başladı…
Çakarlı araçların ışıkları içerden belli olmaya başladı…
Protokolün geldiğini anladım…
En önde Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı Korgeneral Salih Zeki Çolak ve Okul Komutanı Tümgeneral Yılmaz Uyar, arkalarında da yığınlarca Fetöcü subay vardı…
Diğer tweet serilerimde anlatmıştım…
Harbiyede 4 Tabur var…
Dolayısıyla 4 Tabur Komutanı…
Her taburda 6 bölük var…
4×6=24 Bölük Komutanı…
Her bölükte 3 takım komutanı var…
3x4x6= 72 Takım Komutanı…
4+24+72=100 Komutan…
Cumhurbaşkanımız’ın söylediği yüzdeyi kullanırsak %95’i Fetöcü…
Aralarında 5 tane masum ya çıkar ya çıkmaz…
1 tane de Alay Komutanı var…
Onu da unutmayalım…
Ali Salnur…
Bulunduğum yerden fırlayıp Salih Zeki Çolak’a doğru koşmaya başladım…
Olanca gücümle gidiyordum…
2 tane üsteğmen beni fark etti…
Önüme geçip perdeleme yapmaya çalıştılar…
Birinden sıyrıldım, diğerine de omuz atıp yıktım…
Koşmaya devam ettim…
Sonra 10-15 kişilik bir subay gurubu beni yakaladı…
Salih Zeki Çolak’ın da arkasında kaldım…
Tüm gücümle “Komutanım!! !!” diye bağırdım…
13 Mart sitesi, inşa edildiği günden bugüne, o sesten daha yüksek bir ses duymamıştır…
Tekrar bağırdım…
“Komutanım!! !!”
Korgeneral Salih Zeki Çolak arkasına döndü, beni gördü…
Etrafımdaki teröristlere “bırakın” tarzında bir işaret yaptı…
“Gel Harbiyeli, noldu” dedi…
Teröristlerin arasından geçip, yanına gittim…
Hedefime ulaştım…
Korgeneral Salih Zeki Çolak’a sesimi duyurdum ve şimdi benim söyleyeceklerimi dinleyecek…
Tutamadım kendimi ağlamaya başladım…
Ama o anki duygu durumumu bilemiyorum, başarmanın mutluluğu mu, yıllardır biriken üzüntünün artık boşalması mı bilemiyorum…
“Komutanım, bu etrafınızda gördüğünüz subayların hepsi Fetullahçı…
Bakın çoğu demiyorum, hepsi Fetullahçı…
Bu okula nasıl gelebilmişlerse hepsi bir şekilde buraya gönderilmişler, bize eziyet ediyorlar, işkence ediyorlar, okulda kendilerinden olmayan hiç kimseyi barındırmıyorlar…
Her gün okuldan onlarca öğrenci ayrılıyor, hiç demiyor musunuz bu çocuklar neden senelerini verdikleri bu okulu bırakıyorlar?
Bize işkence ediyorlar, notlarımızı siliyorlar, iftira atıyorlar, evrakta sahtecilik yapıyorlar, bizi ayırmak için yasadışı herşeyi yapıyorlar komutanım…
Şu boğazımın haline bakın, insan insana bunu yapar mı?
Bugün bana bunu yapan, yarın başkasına neler yapar komutanım…
Örgüt var bu okulda, Fetullahçılar var, hepsi Fetullahçı” dedim…
“Hepsi Fetullahçı” derken de elimle etrafındaki kalabalığı gösterdim…
Korgeneral Salih Zeki Çolak, bi bana baktı, bi etrafındakilere baktı, sonra dedi ki “Harbiyeli şimdi biz bir törene katılacağız, salonda dikkat çekildi herkes ayağa kalktı beni bekliyor, ben bi törene katılayım, çıkışta bu konuyu seninle konuşuruz, olur mu?” dedi…
İçimden “Olmaz, şimdi konuşmamız lazım, bu konu her şeyden önemli” demek gelse de, nihayetinde “Emredersiniz komutanım” diyorsun…
Döndü arkasını ve merdivenleri çıkmaya devam etti…
Komutanın peşinden giden protokol ikiye ayrıldı…
Üst rütbeliler komutanla birlikte tören için salona girdiler, alt rütbeli en zalim işkenceci Yüzbaşı ve Üsteğmenler benim etrafımı çevirdiler…
Salonun kapısı kapandıktan sonra, ben tıpkı Yeşilçam filmlerindeki gibi meydan dayağı yedim…
Harp Okulunda çok işkence gördüm, çok dayak da yedim, ama bu kadar iştahlı bir şekilde hiç dövmemişlerdi…
2 gece önce boğazımı sıkan Mehmet Gündeğer de ordaydı, “durun, bu en çok benim hakkım, ben öcümü alamadım daha” tarzı bişeyler geveleyip yumrukluyordu…
Diğerleri de “demek bizi ifşaa edecektin he, demek bizi deşifre edecektin demek” diyerek vuran da vardı…
“İnce ince nakış nakış planladığımız her şeyi bozmaya kalkarsın demek” diyerek tekmeleyen de vardı…
Bir ara revire götürdüler…
Beni okuldan atacağı 1 sene öncesinden belli olan GATA’nın doktoru Psikiyatr Binbaşı Murat Erdem’i hatırlıyorum…
(Uzun yazı dizisinde anlattım, neden beni okuldan atacağı belli öğrenmek isteyenler profilimi inceleyebilir) Üst sınıfların, sınıf muayeneleri için okula gelmiş…
Beni onun sayesinde GATA Psikiyatri’ye sevk ettiler…
GATA Psikiyatri kliniğine yatışımı yaptılar…
2-3 gün sonra Okul Komutanı Tümgeneral Yılmaz Uyar beni ziyarete geldi…
Okulda olanları anlatmamı istedi…
Bir odanın içine girdik…
Karşımda Okul Komutanı Yılmaz Uyar, yanında GATA’nın Fetöcü doktoru Murat Erdem ve onun yanında da başka bir Fetöcü doktor Binbaşı Adem Balıkçı vardı…
Şimdi diyeceksiniz ki, “Yahu kardeşim bunların hepsi mi Fetöcü?Biraz abartmıyor musun?”
Öyleydiler aziz milletim, öyleydiler…
Alın bakın aşağıya Adem Balıkçı’nın twitter bilgilerini paylaşıyorum…
Kim KHK’lılara ücretsiz online psikolojik destek sunar?
Babasının hayrına mı sunuyor?
Kara Harp Okulu Komutanı Yılmaz Uyar, sağında ve solunda iki Fetöcü doktor ile beni dinledi…
Yaklaşık 1 buçuk saat Kara Harp Okulundaki Fetö yapılanmasını anlattım…
Başlarındaki ismin aşağıdaki Ali Salnur olduğunu söyledim…
2014‘te yani darbeye 2 yıl varken, BİMER’e yaptığım başvurularda da bunları belirttim…
Tayin birimini Fetöcülerin ele geçirmiş olduğunu anlattım…
Okula yeni gelen bütün üsteğmenlerin işkenceci olduğunu, hiç sıradan normal bir subayın gelmediğini anlattım…
Bizim okuldan gidenlerin de hep Kurmay olup gittiklerini, muhtemelen Kurmaylık sorularını çalıp bunlara verdiklerini de anlattım…
Kara Harp Okulu’nda çok uzun bir zamandır büyük bir kıyım olduğunu, bu sisteme ŞOK MANGASI dendiğini anlattım…
“Bunu biliyorum, geçen sene Meclis geldi araştırma yaptı bu konu ile ilgili” dedi…
“O araştırmada sadece subaylara sorular sordular, öğrencilerle hiç görüşmediler…
Araştırma Komsyonu böyle mi kurulur, araştırma böyle mi yapılır?
Bana gelselerdi her şeyi anlatırdım” dedim…
“Okulu o kadar ele geçirmişler, at izi, it izine öyle bir karışmış ki komutanım, belki de size bunları anlatarak nefesimi boşa tüketiyorum” dedim…
Kibarca, “siz de Fetullahçı olabilirsiniz, okulun ne kadarını ele geçirdiler bilemiyorum” demek istedim…
Okulda 13 Mart sitesinde, Rehberlik Biriminin ordaki salonda gizli gizli yaptıkları toplantıları anlattım…
Aklıma gelen her şeyi anlattım…
Harbiyelilerin, özellikle sivil liselerden gelen Harbiyelilerin %95 seviyesinde Fetullahçı olduğunu, Askeri Lise kaynaklı öğrencilerin de % 25-30 seviyesinde bir kısmının Fetullahçı olduğunu, geriye kalan %70’lik kısmı eritmeye çalıştıklarını, bunu da Şok Mangalarında yaptıklarını, sınavlarda sorular sildiklerini, herşeyi anlattım…
Yılmaz Uyar, “söylediklerini değerlendiricem” dedi…
Doktorlarla birşeyler konuştu ve gitti…
O doktorlar bana önce 2 ay hava değişimi verdiler…
Hastaneye giriş tarihime dikkat edin,