Oysa enflasyon devletlerin hedeflediği, ayarladığı bir şeydir.
Bütçe açıkları büyüyünce devletler ek vergi salmaktansa, açığı para basarak kapatmaya yönelirler.
Bu vergi toplamaktan çok daha kolay, can yakmayan bir yöntem sayılır.
Hatta negatif enflasyon tehlikelidir de, bir miktarı pozitif enflasyonu devletler arzu da eder.
Enflasyon neden yükselir.
Biri üretim düşmüştür, fiyatlar ondan artar.
İki tüketim artmıştır, fiyatlar ondan artar.
Bu anlamda mücadele için iki yol var.
Her ikisi beraberce uygulanabilir.
Özal’lı yıllarda hedef kısa ve orta vadede talebi kısmak, uzun vadede üretimi artırmak idi.
İhracat seferberliği, sanayiye uygulanan teşvikler onun içindi.
Başarılı da oldu.
Talep nasıl kısılır?
Halkı fakirleştirerek.
Ücretler düşük tutulur, piyasaya para arzı çok azaltılır.
Böylece fakirleşen halk tüketimini azaltmak zorunda kalır.
Şimdi yapılan şey bu.
Bunun elbette politik bedeli var.
Bu yola sapan hükumetler ve partileri sonraki seçimlerde oy alamaz.
Ülkemizde restorasyon dönemlerinde ortaya çıkan teknokrat hükumetlerinin zaten seçim kaygısı yoktur, bunlar en rahat olanlar.
Bir de merkez sol ile küçük sağ partilerin ikili koalisyonları var.
İşte siyasi tarihimiz restorasyon dönemlerine talip olan sol partilerin sonraki seçimlerde bir daha uzun süre oy alamadıklarını bize gösteriyor.
Bir de restorasyon dönemi merkez sağ parti dönemine denk düşmüşse bu her zaman bir devrin sonu, yeni bir devrin başlangıcı olmuştur.
Merkez sağın bu nedenle periyodik olarak dağılması, kısa bir restorasyon dönemi, merkez sağın yeniden başka bir çatıda ortaya çıkması ülkemizin kaderi gibidir.
İşin doğrusu ben AKP’nin sıkı para politikalarını uzun süre uygulayamayacağını düşünüyorum.
Bu konuda ısrarlı olurlarsa ortaya çıkacak sosyal patlamalar, sokak olayları erken seçimi zorlar.
Bocalayacaklardır.
Bir de ekonomik faturayı büyük zenginlerden alıp, halka/tabana yaymak tepki çeker.
Vergi afları ile ortaya çıkan açıkları, sıkı para politikaları ile kapatmanın anlaşılır tarafı yoktur.
Enseyi karartmayalım, tamam da, 22 yıldır yedik içtik, şimdi hesap pusulasını önümüze koyacaklar.
Hesap pavyon hesabı gibi, ağır.
Doğrusu Türk halkının mutfakta bulaşık yıkamaktan hazzedeceğini hiç zannetmiyorum.
Bir de biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar.
Varoşların asla sıkıntılara katlanma konusunda gayretli olacağını düşünmüyorum.
Malum son günlerde sokak köpekleri sorunu var, ona benzeterek anlatayım.
İnsanlar bekliyorlar ki, sokak köpekleri aç kalsın, hayvanseverler onları beslemesin, ve köpekler de sakin bir şekilde açlıktan ölümü beklesinler.
Köpek saldırganlıkları artınca köpeklerin bilgelikleri, ferasetleri, sorumlulukları sorgulanıyor.
Sanki köpekler akıl baliğ, farik ve mümeyyiz, cezai ehliyeti olan canlılarmış gibi.
Bekliyorlar ki kuduzdan korunmak için köpekler veteriner kliniklerine kendiliklerinden gitsinler, aşı olsunlar.
Yok öyle bir dünya.
Aç kalan köpekler napıyor?
Hemen sürüleşiyor/çeteleşiyor,
hemen içlerinde bir alfa lider/reis beliriyor,
malum kurt kanunlarında lider av bulabildiği sürece lider kalabilir.
Ve köpekler bu noktadan sonra kolay av gördüğü çocuklar, yaşlılara artık av gözüyle bakmaya başlıyorlar.
Hatta farklı sürüler yamyamlık amaçlı sokak savaşlarına giriyor.
İşte bütün bu hikayeyi insanlara adapte ederseniz göreceğiniz şey önümüzdeki dönemde varoşların tepkileri olacaktır.
Çeteler, mafya, adi suçlarda artma, varoşların merkez semtlere hırsızlık, gasp, yağma amaçlı akınları görülecektir.
Çetelerin büyüyerek, birleşerek, karteller haline girecektir.
Aslında cek/cak dediklerim çoktan oldu bile.
Mafya, siyaset, devlet bürokrasisi, kokain ve eroin ticareti çoktan Kolombiya kartelleri ile yarışacak hale geldi.
Çiler döneminin derin devleti, şimdi deşifre oldu, ve mala çökme, Avrupa’ya kokain satmak konularında artık uluslararası görünürlüğe sahip.
Doğrusu tarihsel olarak güçlü sol hareketleri olan Orta Amerika ülkelerinde uzun sürene kontra mücadeleleri ile dağılan solun yerini hemen her yerde kartel almıştır.
Kartel devlet içinde devlet gibidir.
Bazı ülkelerde devletin ta kendisidir.
Ve mafya yapıları asla sosyal devletin yerini tutmaz.
Açıkçası ülkemizin önünde duran güzergah buna benzer bir yol diye düşünüyorum.
Müslümanlar etme bulma dünyası diyor.
Hindular karma diyor.
Ben etki – tepki ilkesi diyorum.
Her etki bir tepkiye, her tepki yeni bir etkiye sebep olur.
Bu siyaseten bir kısır döngü gibi devam eder gider.
Bundan çıkmanın tek yolu İsa öğretisinde olduğu gibi “Kötülük yapana karşı koyma; sağ yanağına vurana öbür yanağını da çevir” (Matta 5:39). ilkesi olabilir.
Doğrusu önümüzde iki büyük buhran var.
İnsanlık tarihinin en büyük ekonomik buhranı,
Ve cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik buhranı.
Bunu ben totomdan uydurmuyorum.
Daha önce bahsettiğim ekonomistler farklı tonlarda, tınılarda bunları söylüyor zaten.
Bizim yerli ve milli ekonomistlere bakarsanız uçurumun kenarındayız.
Kim bunlar?
Murat Muratoğlu
Atilla Yeşilada
Selçuk Geçer
Devrim Akyıl
Cihat E. Çiçek
Remzi Özdemir
Özgür Demirtaş
Devrim Zelyurt
Mahfi Eğilmez
Erdal Sağlam
Bora Özkent
vb.
Ben doğrusu üretimi artırmak ve/veya tüketimi baskılamak temelli politikaların ayrıntılarına girmiyorum.
Bunlar neredeyse standart reçeteler gibi.
Ben bu dönemde halkın bu sıkıntıları nasıl atlatacağına odaklanıyorum.
Ya hep beraber diyeceğiz, ya da altta kalanın canı çıksın.
Durum bundan ibaret.
Geriden geriye aklıma geldi.
Bütçe açıklarının en büyük sebebi devletin kendisi.
Devlet tasarruf etmeden enflasyonla mücadele olmaz.
Yalnızca ailenin, bireyin fakirleştirilmesine dayalı programlar yürümez.
Merkez hükumetin yatırımları, belediyelerin yatırımları nolacak?
Esas büyük hacimli gider yaratan kalemler bunlarda.
Eğer sıkı para politikasının tabanı kamu yatırımlarını da kapsarsa, işte o zaman domino etkili iflaslar başlar.
Bireyleri iflas ettirip, kurumları hariç bırakmak da nasıl olur bilmiyorum?