TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN 100.YILINDA CUMHURİYETİ YAŞATAN İDİL-URAL AYDINLARI
Eskiden beri Türkiye ile Kazan Tatarları arasında kültürel bağlar olmuştur. Yüzyıllardır bağımsız olan yegâne Türk yurdu olan Türkiye, sadece Kazan Tatarları için değil tüm Türk dünyasının göz bebeğidir.
Kazan Tatarlarının Türkiye’ye olan sevgi bağları, yakınlığı – tarihte ve kardeşlikte saklıdır. Türkiye, Kazan Tatarları için uzaktaki aziz vatan, yeri geldiğinde bir eğitim yuvası, bir kültür merkezi yeri geldiğinde ikinci vatan, yeri geldiğinde sığınacak güvenli bir liman, bazıları için vatan olmuş ve olmaya da devam etmektedir.
Türkiye’ye hicret eden Tatarların sayısı ile ilgili kesin bir rakam olmamakla birlikte, bazı kaynaklara göre 20 bin, bazı kaynaklara göre 60 bin olduğu bilinmektedir. Türkiye’ye 3 büyük göç dalgası yaşanmıştır. İlk büyük göç XIX. yüzyıl sonlarında gerçekleşmiştir. Rusya’da 1897 yılında yapılan genel sayım zorla Hıristiyanlaştırma yapılacağı haberini beraberinde getirmiştir. Bölgede ayaklanmalar baş göstermiş, akabinde birçok Tatar hapsedilmiş, sürgüne gönderilmiştir. Yaşanan Rus zulmü, Kazan Tatarlarını Osmanlı Devleti’ne toplu göçe zorlamıştır. Osmanlı’ya hicret eden Kazan Tatarlarının bir kısmı Eskişehir’e, diğer kısmı ise Kütahya’ya yerleşmiştir. Böylece Eskişehir’de Osmaniye (Kuru Höyük), Kütahya’da Efendiköprüsü köyleri Tatarlar tarafından kurulmuştur. Türkiye’ye ikinci göç dalgası 1907–1908 yıllarında gerçekleşmiştir. Bu göçün devamı 1917 Ekim Devrimi’nden sonra da sürmüştür. Çarlık Rusya’sının çöküşünden sonra iktidara gelen komünist rejimi kabullenmeyenler Türkiye’ye sığınmıştır. Tüccar, din adamı, aydınlar olmak üzere toplam 2 bin civarında insan o yıllarda Türkiye’ye hicret etmiştir. Bunlar arasında Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda önemli rol oynayan isimler de vardır. Üçüncü göç 1950-1960’lı yılların başında gerçekleşmiştir. Bu sefer Çin’deki Kazan Tatarları Türkiye’ye göç etmiştir. Çin’de komünistler tarafından Müslümanlara uygulanan baskı Kazan Tatarlarının Türkiye’ye göç etmesine neden olmuştur. Kazan Tatarları nereden hicret ederlerse etsinler ilk sırada siyasi baskı, uygulanan zulümden kaçmış oldukları aşikârdır. Türkiye’de Kazan Tatarları Eskişehir, Kütahya, İzmir, İstanbul, Ankara, Bursa, Manisa, Konya gibi şehirler ve köylere yerleşmişlerdir. 1990’lı yıllardan sonra Tataristan’dan Türkiye’ye öğrenciler gelmeye başlamıştır. Eğitim alan öğrencilerin bir kısmı Türkiye’ye yerleşmiştir. Türkiye’ye göç günümüzde de devam etmektedir. Ancak artık toplu büyük göçler değil de bireysel hicret söz konusudur.
Önceki yıllarda eğitim için gelen İdil-Ural Türklerinin bir kısmı vatanına dönmüş, bir kısmı ise Türkiye’de kalmayı tercih etmiştir. Türkiye’ye göç eden İdil-Ural Türkleri, bir taraftan kendi gelenek ve görenekleri yaşatmaya çalışmış, diğer yandan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması, akabinde yaşatılması konusunda faaliyetlerde bulunmuşlardır. Büyük Türkçü Yusuf Akçura, Türkoloji sahasının büyük âlimi Reşid (Abdürreşid) Rahmeti Arat, Etnograf, arkeolog ve dilbilimci Hamit Zübeyr Koşay, eğitimci, yazar ve bilim adamı Zakir Kadiri Ugan, Prof. Dr. İbrahim Veli Odar, Ömrünü Türk Kültürüne, Türk Kültür Tarihine adamış olan Prof. Dr. Abdulkadir İnan, Türkiye’yi “vatanım” diye nitelendiren Türkolog, Mongolist Prof. Dr. Ahmet Temir, Başkurt Türklerinin efsane lideri, devlet adamı, ünlü tarihçi Zeki Velidi Togan, siyasetçi, bilim adamı Sadri Maksudi Arsal Türkiye Cumhuriyetini yaşatan İdil Ural aydınlarından bazılarıdır.
Atatürk, dil ve tarihin önemini kavramış bir liderdir. Bu doğrultuda Türk tarihinin ilk kaynaklardan araştırılması amacı ile 15 Nisan 1931 tarihinde Türk Tarih Kurumu, Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak, onu yeryüzü dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek amacıyla 12 Temmuz 1932 tarihinde ise Türk Dil Kurumu’nun kurulmasını sağlamıştır. Bu kurumların kuruluşu aşamasında Yusuf Akçura, Abdülkadir İnan, Sadri Maksudi Arsal, Zeki Velidi Togan gibi İdil-Ural aydınları Atatürk’ün yanında yer almıştır.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, “Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir.”, demiştir. İdil-Ural Türkleri Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu sırasında Atatürk’ün yanında oldukları gibi onun vefatından sonra da onun fikir ve duygularını anlayarak Atatürk’ün yolunu devam etmişlerdir.
Çeşitli yıllarda Türk kültürünü tanıtmak, yaşatmak amacıyla dergiler yayınlanmıştır. İdil-Ural aydınları da bu dergilere yazılarıyla katkıda bulunmuşlardır. Bu dergilerden birisi de Türk kültür birliğini sağlamak amacıyla Türk dilbilimci Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu tarafından kurulan Türk Amacı Dergisi’dir. Türk Amacı 1942 yılında yayımlanmaya başlamıştır. Derginin amacı, Türk topluluklarını tanıştırıp kaynaştırarak kültür birliği sağlamaktır. Türk Amacı Dergisi’nin ilk sayısı 1942 yılının Temmuz ayında çıkmıştır. Yazarları arasında başta Ahmet Caferoğlu olmak üzere, Türk Edebiyat Tarihinin İlmi kurucusu, Türkolog, siyasetçi ve devlet adamı Prof. Dr. Fuat Köprülü (1890-1966), Türk dil, folklor, etnografya ve tarih âlimi Abdülkadir İnan (1889-1976), Kırım Tatar tarihçisi Dr. Abdullah Zihni Sosyal (1907-1983), Türk dili profesörü Saadettin Buluç (1913-1984), Ali Genceli, F. Saltkan, M. Fahrettin Çelik, Dr. A.Okay gibi dönemin etkili isimleri olmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ve yaşatılmasında katkıda bulunan İdil-Ural aydınları arasında önde gelen isimlerden birisi büyük Türkçü Yusuf Akçura’dır (1876-1935). O, “Pantürkizm’ın babası”, “Türk kültür milliyetçisi”, “Türkçülüğün programını yazan” bir aydın olarak nitelendirilmektedir. 1908 yılının Ekim ayında İstanbul’a gelen Yusuf Akçura Türklük ve Türkçülük fikri üzerine teşkilatlanma, bu fikri basın yoluyla kamuoyuna aktarma üzerine çalışmalara başlamıştır. Bu bağlamda 24 Aralık 1908 tarihinde “Türk Derneği Cemiyeti”, 18 Ağustos 1911 tarihinde “Türk Yurdu Cemiyeti”, 12 Mart 1912 tarihinde “Türk Ocağı Cemiyeti”, 14 Mart 1913’te “Türk Birliği Derneği” kurulmuştur. Tüm bu oluşumların içinde Yusuf Akçura kurucular kurulu üyesi olmanın dışında derneklerin idari ve ilmî çalışmalarında aktif görevler üstlenmiştir. Akçura aynı zamanda Harbiye Mektebi’nde, Medreset’ül-Vaizin’de tarih ve İstanbul Darülfünun’unda yeni zamanlar tarihi derslerini vererek genç nesli Türkçülük ruhunda yetiştirme çabası içerisine girmiştir.
29 Ekim 1923 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti ilan edildikten sonra Yusuf Akçura Mustafa Kemal Atatürk’ün yanında yer almıştır. Atatürk, bağımsız fikirlere sahip olan Akçura’nın görüşlerine değer vermiş, kültür konularında onu danışmanı olarak görmüştür. Mustafa Kemal Atatürk’ün tasvibi üzerine Akçura İstanbul milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girmiştir. Akçura daha sonra Kars milletvekili olmuştur. Aynı zamanda akademik çalışmalarını da sürdüren Yusuf Akçura, göreve Ankara’daki “Serbest Halk Dersleri”(1921–1922) kurslarında başlamış, 1925 yılında Ankara’da açılan “Hukuk Mektebi”nde tarih dersi vermiştir. 1934 yılında Yakınçağ Siyasi Tarih Profesörlüğü kadrosu ile İstanbul Üniversitesi’ne naklolmuştur. 1931 yılında Atatürk’ün önderliğinde “Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti” (Türk Tarih Kurumu) kurulmuş ve kurucular arasında yer alan Yusuf Akçura başkan seçilmiştir. Atatürk’ün uygun görmesiyle 1932 yılında gerçekleşen “Birinci Türk Tarih Kongresi”ne başkanlık yapmıştır.
Yusuf Akçura’nın Türkçülük yolunda yaptığı önemli çalışmaları arasında 1928 yılında yayımlanan Türk Yılı sâlnâmesi bulunmaktadır. “1926 yılında toplanan Türk Ocağı Hars Heyeti tarafından, 1927 senesinden başlayarak her yıl, Türk Dünyasının umûmî vaziyet ve ahvalini gösterecek Türk Yılı isimli bir sâlnâme neşrine karar ve 1927 yılına ait olanın hazırlanması işi Yusuf Akçura’ya havale edildi.”(Akçuraoğlu 2009: XII). Akçura 1928 yılında kaleme aldığı Başlangıç yazısında şöyle demiştir: “Türk dünyasında bugün tam müstakil ve millî tek bir hükümet vardır ki o da “Türkiye Cumhuriyeti”dir. Demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin kökleri Türk milliyetçiliği prensibi tohumlarına kadar varıp dayanır. İşte bu demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu tarihiyle bugünkü teşkilâtı ve Cumhuriyet Türklerinin her türlü hayatî tezâhürâtı, Türk Yılı’nın ana mevzuunu teşkil eder. Başka Türk yurt ve illerinde müteallik malûmat bu merkezin etrafında toplanacaktır.” (Akçuraoğlu 2009: 2).
Ural denince Ural sıradağları, Ural Nehri gelir aklımıza. Daha sonra bölgenin sahibi Başkurt Türkleri. Türkiye’de Ural ve Başkurt Türkleri denince aklımıza ilk gelen isim şüphesiz devlet adamı ve büyük tarihçi Zeki Velidi Togan’dır. Zeki Velidi Togan, (1890-1970), Başkurt Türklerinin efsane lideri, devlet adamı, ünlü tarihçidir. Togan, hem Başkurt Türklerinin siyasi tarihinde unutulmaz izler bırakan ve fikirleri bugün de güncelliğini yetirmeyen bir devlet adamı, tarih sahasında dev eserler yazan bir tarihçi ve büyük bir Türkçüdür. Ünlü Avusturyalı bilim adamı ve doğu bilimcisi Herbert Jansky onunla ilgili şöyle demiştir: “Zeki Velidi Togan, muhakkak ki büyük bir âlimdir. Fakat aynı zamanda büyük bir insandır.” (Togan 2003: XIII). Zeki Velidi Togan’ın ibretlerle dolu hayat hikâyesi sade bir köylü çocuğun girişkenliği, merakı ve çalışkanlığı ile dünya çapında tanınmış bir bilim adamı olmasının öyküsüdür.
1925 yılının Mart başlarında, eski Maarif Vekili Dr. Rıza Nur Berlin’e gelmiş ve Zeki Velidi ile görüşmek istemiştir. Görüşmeyi Velidi şöyle kaleme almıştır: “15 Mart’ta bu zatla baş başa kalarak tam üç saat daha konuştuk. Avrupa’da yapmak istediğimiz işleri tafsilatıyla anlattım. O da bunları başkalarına bırakın, bizim üniversitemizde profesör olman daha iyi olur… Birkaç gün sonra Kemaleddin Sami Paşa çağırıp Maarif Vekili Hamdullah Suphi Beyin beni davet eden mektubunu verdi. Fuat Köprülü ve Yusuf Akçura Beylerin de mektuplarını aldım.” (Togan 1999: 409). Bu görüşmeler ve mektuplar Zeki Velidi’nin Türkiye’ye gitme kararı almasında etkili olmuştur. Zeki Velidi arkadaşı Abdülkadir İnan’la 12 Mayıs 1925 tarihinde Berlin’den İstanbul’a hareket etmişler ve 20 Mayıs’ta İstanbul’a gelmişlerdir. Türkiye’de Maarif Vekâleti Telif ve Tercüme Encümeni’ne atanmıştır. Zeki Velidi, 3 Haziran 1925 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığını almış, soyadı kanunu çıktıktan sonra Togan soyadını kullanmaya başlamıştır. 31 Temmuz 1925 tarihinde Kurban Bayramını kutlamak vesilesiyle Atatürk’ü ziyaret etmiştir. Atatürk’ün “neden ziyarete bu kadar geç kaldınız?” sorusuna Togan “Hamdullah Bey kendisi getirecekti ve bir de kapınızdan girerken cebimde Türk nüfus cüzdanı olmasını bekledim” yanıtını vermiştir. (Togan 1999: 528).
Tarihte 3 Mayıs 1944 Irkçılık Turancılık Davası olarak bilinen dava kapsamında Zeki Velidi Togan da nasibini almıştır.1944 Irkçılık Turancılık Davasında aklanan Zeki Velidi Togan ancak 1948 yılında tekrar üniversiteye dönmüştür. 1948 yılından 1970 yılına kadar olan 22 yıllık süre zarfında Togan en verimli dönemini yaşamıştır. O, 19 Haziran 1949 tarihinde Umumî Türk ve Asya Tarihi Enstitüsü, İslam Tetkikleri Enstitüsü ve Rus Filolojileri Enstitüsü teklifini Edebiyat Fakültesi Dekanlığına sunmuştur. Zeki Velidi’nin teklif ettiği Enstitülerden “İslam Tetkikleri Enstitüsü” kabul edilmiştir. 1953 yılından itibaren Zeki Velidi enstitünün müdürlüğünü yapmıştır. (Baykara 1989: 34).
Zeki Velidi Togan, 1951 yılının 15 Eylül tarihinde İstanbul’da toplanan XXII. Müsteşrikler Kongresi’ne başkanlık yapmıştır. 38 ülkeden 524 kişinin katılımıyla gerçekleşen kongre, onun adının dünyaya duyurulmasına, bilimsel ününün artmasına, devrin en büyük Türk tarihçisi denilmesine vesile olmuştur. Zeki Velidi Togan 1951’den sonra dünyanın dört bir yanında konferanslar vermiş, araştırmalar yapmıştır. 1967 yılında kendisine Manchester Üniversitesi tarafından bir onur doktorası verilmiştir. Zeki Velidi’nin azimli çalışması takdir görmüştür.
Siyasetçi ve bilim adamıdır Sadri Maksudi Arsal (1880-1957), 1917 Ekim Devrimi’nden sonra Kazan yöresinde kurulan muhtar Türk devletinde hem 1917 yılının Kasım ayında kurulan Millî Meclis başkanı, hem Millî İdare başkanı seçilmiş. Böylece İdil-Ural Devleti’nin ilk cumhurbaşkanı olmuştur. Bolşevizm’in Rusya’daki hâkimiyeti üzerine Finlandiya’ya geçip oradan Paris’e gitmiş. Sorbonne’a bağlı bir enstitüde akademik faaliyetlerine devam etmiştir. I. Dünya Savaşı sonundaki ortamda her fırsatta Türklerin haklarının korunmasına çalışmış. Sorbonne Üniversitesi’ne bağlı Slav Kavimleri Araştırma Enstitüsü’nün serbest dersleri olarak Türk-Tatar kavimleriyle Orta Asya Tarihi okutmuştur. 1925 yılında Maarif Vekili Hamdullah Suphi Tanrıöver tarafından Türkiye’ye davet edilmiştir. Önce Telif ve Tercüme Heyeti üyeliğine, sonra yeni açılan Ankara Adliye Hukuk Mektebi’ne profesör tayin edilmiş. Aynı zamanda Türk Ocakları Hars Heyeti üyeliğine getirilmiştir. Adliye Hukuk Mektebi daha sonra Hukuk Fakültesi olunca uzun yıllar burada Umumi Hukuk Tarihi, Türk Hukuk Tarihi ve Hukuk Felsefesi dersleri vermiştir. Türk Ocakları’nın 1930 yılı kurultayında yalnız tarihle uğraşacak bir tarih encümeni veya tarih akademisi kurulması gereği hakkındaki bir konuşması üzerine, Afet İnan’ın bu görüşü desteklemesiyle bugünkü Türk Tarih Kurumu’nun temeli atılmış oldu.
1930-1934’te Şebinkarahisar, 1934-1938’de Giresun milletvekilliği yapmış. 1939’da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi tarih profesörlüğüne, 1941’de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi hukuk tarihi ve felsefesi profesörlüğüne, 1944’te de Ankara’dan naklen İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi hukuk tarihi ve felsefesi ordinaryüs profesörlüğüne getirilmiştir. 1950’de Demokrat Parti’den Ankara milletvekili seçilmiştir. 1954’ten sonra kendini tekrar ilmî çalışmalara vermiştir.
Türkoloji sahasının büyük âlimi Reşid (Abdürreşid) Rahmeti Arat (1900-1964), Ordinaryüs Profesör unvanını alan nadir aydınlardan birsidir. 1933 yılında Reşid Rahmeti Maarif Vekili Reşit Galip Bey (1893–1934) tarafından Türkiye’ye davet edilmiştir. Rahmeti bu davet üzerine Türkiye’ye gelmiş ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı Kürsüsü’ne profesör olarak atanmıştır. Türkiye’ye gelince Reşid Rahmeti, Arat soyadını almıştır. O dönem Türkiyat Enstitüsü Müdürü olan Fuad Köprülü (1890–1966) milletvekili seçilince üniversiteden ayrılmış, Arat Türkiyat Enstitüsü Müdürlüğü’ne getirilmiştir. Rahmeti 1950 yılına kadar bu görevini sürdürmüştür. Reşid Rahmeti 1942 yılında Türk Tarih Kurumu üyeliğine seçilmiş, Milletlerarası Şark Tetkikler Cemiyeti’nin sekreteri ve bu cemiyetin organı olan Oriens’in tahrir heyeti üyesi olmuştur. 1949–1950 ve 1950–1951 eğitim yıllarının kış döneminde Arat Londra Üniversitesi’nin Şark Araştırma Enstitüsü’nde misafir hoca olarak çalışmıştır. 26 Nisan 1958 tarihinde Reşid Rahmeti Arat Ordinaryüs Profesör unvanını almıştır. Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü’nün (TKAE) çalışmalarına da büyük bir şevkle katılan Reşid Rahmeti enstitünün kurucu üyesi, yönetim kurulu, bilim kurulu üyesi, dil kolu başkanı, Türk Dünyası El kitabı komisyon başkanı, Türk Kültürü Araştırmaları Dergisi müdürü gibi görevlerde bulunmuştur. Ömrünün sonuna kadar aralıksız olarak çalışmaya devam eden son yıllarında Anadolu kütüphanelerini dolaşarak, Arap harfleriyle yazılmış olan eski eserleri araştırmış ve bunların kataloğunu hazırlamak ile uğraşmıştır. Türklüğün yılmaz savaşçısı Reşid Rahmeti Arat 29 Kasım 1964 tarihinde aramızdan ayrılmıştır. Reşid Rahmeti Arat “dev eserlerin adamı” olmuştur. Onun Türkiye’ye kazandırdığı büyük hizmetlerinden birisi de İslam Ansiklopedisi’dir. Reşid Rahmeti Arat’ın en önemli eserlerinden birisi Kutadgu Bilig’dir. Daha önce W.Radloff ve H. Vamberi tarafından ele alınmış olan bu eser, Arat tarafından daha detaylı ve farklı bir şekilde değerlendirilmiştir.
Etnograf, arkeolog ve dilbilimci Hamit Zübeyr Koşay (1897-1984), Berlin Üniversitesi’nde 1925 yılında eğitimini tamamlayıp Türkiye’ye dönmüş, İstanbul Üniversitelerinin birisinde hocalık yapmak istese de kadro olmamasından dolayı üniversiteye yerleşememiştir. Hamit Zübeyr Maarif Vekâleti’nde kütüphaneler müfettişi olarak işe başlamıştır. 3 ay sonra Hars, Asar-ı Atika (Eski Eserler) ve Kütüphaneler Müdürü, Müzeler Dairesi Müdürü olarak görev yapmıştır. Daha sonra Eski Eserler ve Kültür Bakanlığı Müzeler Genel Müdürlüğüne getirilmiştir. 1929 yılında atandığı bu görevinde 1949 yılına kadar çalışmıştır. Hamit Zübeyr, Ankara Etnografya Müzesi’nin kurucusu olmuş ve bir dönem müdürlüğünü de yapmıştır. Müzeler Genel Müdürlüğü’nden istifa ettikten sonra tekrar Etnografya Müzesi Müdürü olmuştur ve 1962’de yaş sınırını doldurarak emekliye ayrılana kadar bu görevini sürdürmüştür. Emekli olduktan sonra da, 1964–1969 yılları arasında Etnografya Müzesi Müdür Vekili ve Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü danışmanı olarak çalışmıştır.
Hamit Zübeyr Koşay, arkeoloji, etnografya ve folklar alanlarındaki çalışmaları ile tanınmaktadır. Koşay’ın İngiliz, Alman ve Macar dillerini iyi derecede bilmesi onun yurt dışındaki konferanslarda Türkiye adına konuşmasına olanak sağlamıştır. Hamit Zübeyr Koşay, Cumhuriyet döneminin ilk kazılarından birisi olan Ahlatlıbel kazısını (1933) yönetmiştir. Ayrıca Truva yakınlarındaki Kumtepe’de sondaj çalışmaları yapmış (1934) ve Anadolu arkeolojisi açısından büyük önem taşıyan Alacahöyük kazılarını (1935) başlatmıştır. Koşay’ın arkeolojik kazılar sırasında kullandığı yeni yöntem ve buluşlar sırf Türkiye için değil dünya arkeologları için de büyük bir yenilik olmuştur. Kazı sırasında kullanılan yöntemlerini Hamit Zübeyr Koşay, Macaristan, Polonya, Estonya, Finlandiya, Almanya, Amerika, İngiltere, Fransa, İsviçre, İsveç, Yugoslavya, Bulgaristan, Romanya, Libya ve Mısır gibi ülkelerin uluslararası toplantı ve konferanslarda anlatmıştır. Onun bu sunumları Osmanlı Devleti ve Yunanistan’ı araştıran bilim adamları için yol gösterici kaynak olmuştur. Koşay aynı zamanda folklor ve etnografya konularında da öncülük etmiş bir bilim insanıdır. 1956 yılında Türk Etnografya Dergisi’ni kuran Hamit Zübeyr Koşay bu konuda araştırma yapanların makalelerinin yayımlanarak geniş kitlelere ulaşmasını sağlamıştır. Ayrıca Türk Tarih Kurumu’nca hazırlanan “Türk Tarihinin Ana Hatları” eserinin yazılmasında katkıda bulunmuştur. Hamit Zübeyr Koşay, Anadolu arkeolojisi ve etnografyası, Anadolu folkloru ve kültürü, tarih, filoloji, müzecilik, arşivcilik, kütüphanecilik, halk eğitimi, nekroloji ve kitap tanıtma konularında pek çok makale yazmıştır. Makalelerinin çoğunu “Türk Yurdu”, “Türk Etnografya Dergisi”, “Belleten”, “Önasya Mecmuası”, “Ülkü”, “Kazan”, “Yaña Millî Yul”, “Azat Vatan” ve “Muallimler Birliği” gibi dergilerde yayımlamıştır.
Eğitimci, yazar ve bilim adamı Zakir Kadiri Ugan (1878–1954), 1922 yılında deniz yoluyla Türkiye’ye gelmiş, sonra ailesini de yanına aldırmıştır. Türkiye’ye geldikten sonra Zakir Kadiri, eski Türkçede “kudret sahibi”, “ilahî zat” anlamına gelen Ugan soyadını almıştır. İlk olarak Tarsus şehrinde öğretmenlik yapan Kadiri ileriki yıllarda dönemin Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi’nin daveti üzerine Ankara’ya gelmiştir. O, Maarif teşkilatı kuruluşlarında önemli hizmetlerde bulunmuştur. Daha sonra Süleymaniye Kütüphanesi’nde baş kütüphaneci olarak görevlendirilmiştir. Zakir Kadiri, Mısır’da eğitim aldığı yıllarda “El-Tilmiz” dergisi başta olmak üzere çeşitli dergilere Türk dünyası ile ilgili yazılar yazmakla yazarlığa başlamıştır. Kadiri’nin birçok makalesi dışında 40’a yakın kitabı bulunmaktadır. Orenburg’ta geçirdiği 2 yıl içerisinde Zakir Kadiri’nin 4 çevri eseri, Ufa yıllarında çevri ve kendi eserleri olmak üzere 14 kitabı, muhaceret yıllarında ise 18 tane eseri yayımlanmıştır.
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Kürsüsü kurucularından Prof. Dr. İbrahim Veli Odar (18.05.1899 – 26.05.1975), 23 yıl devamında üniversitede hocalık yapmıştır.
Ömrünü Türk Kültürüne, Türk Kültür Tarihine adamış olan Prof. Dr. Abdulkadir İnan (29.11.1889-01.10.1976), Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün takdirini ve dostluğunu kazanan nadir insanlardan birisidir. Atatürk ile çalıştığı yıllar ile ilgili “Atatürk Devrine Ait Hatıralar” başlıklı yazısı 1964 yılında “Türk Kültürü” dergisinde bir makale olarak basılmış, sonradan genişletip kitap haline getirdiği anıları “Atatürk’ün Sofrasında Bir Başkurt Türk’ü” adıyla yayına verilmiştir.
Türkiye’yi “vatanım” diye nitelendiren Türkolog, Mongolist Prof. Dr. Ahmet Temir (14.11.1912- 19.04.2003), 1929 yılında eğitim hakları elinden alındıktan sonra Türkiye’ye kaçmak zorunda kalmıştır. Ankara DTCF hocası olan Ahmet Temir Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü’nün kurucularından olup 1962–1975 yılları arası ilk başkanıdır. Ayrıca Temir, Türkiye’de ilk olarak Moğolca tedrisatını başlatmış bir bilim adamıdır.
idil-Ural bölgesinden gelen Türk aydınları Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda ve yaşatılmasında büyük bir sinerji sağlamışlardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin 100.yılını kutlarken konuşmamı ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleri ile sonlandırmak istiyorum: “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”
Yaşasın Cumhuriyet! Yaşasın ATATÜRK!
ROZA KURBAN -KAZAN TATARI / TURKİSHFORUM – ABDULLAH TÜRER YENER
Bir yanıt yazın