Hayatı tabutda arayanlar

Truva Atı “İran zindanında” kitabının “Hayatı tabutda arayanlar” bölümünden

“Eğer Allah evine yapılan masraflar kendini kurtarmazsa o zaman nasıl olacak?”

“En kötü durumda mescid mimarlık abidesidir!” diyen İmam, geleneğine sadık kalarak varisini kalın gözlüğünün üzerinden süzdü. Varis bunun olumlu sinyal olmadığını anlamasına rağmen yine de kendi sözünü söylemekten çekinmedi:

“Muhterem İmam’ın Kuzey Azerbaycan’a mimarlık abidesi bahşetme düşüncesinde olduğunu kimseye kabul ettiremeyiz.”

“Sen neden bu kadar ümitsizsin?” İmam’ın sesindeki sinirden doğan titreme varisi rahatsız etti;

“Ümitsiz mi?” diyerek sessiz bir şekilde fısıldadı.

“Bu, beni deli eden fantastik planlara sadece geleceğin çözümleyebileceği anlamsız olay

O yine illüzyona kapılıp Bakü’deki Özgürlük Meydanı’nı zihninde canlandırdığında, Lenin’in granitten yapılan heykeli İmam’ın kılıçsız, mızraksız meydana doğru geldiğini görünce nara attı. Ekim Devrimi’nin banisi ağır ayağının birini koyup ötekini aldığında varisin kulaklarını tırmalayan granitin hoşlanılmayan cırıltısıydı. O, dişlerini gıcırdatıp elini öne uzattığında varisin beklediğinden farklı olarak Lenin’in elinde devrimin simgesine dönüşmüş şapkası değil, sosyalist devriminin yönetici kanun kitabı olan anayasa duruyordu. İmam kollarını yukarı kaldırıp salladığı an meydana bir kütüphanelik kitap yığıldı. İslam Devrimi’nin ağır, şanlı, keşmekeşli -Tabii bunların hepsi Amerika’nın müdahalesi olmadan kazanıldığından bahseden açıklama kitaplarıydı.- Lenin yanlış gördüğünü zannedip elini gözlerinin üzerine götürerek gözlüğünü çıkarttı, onu gömleğinin eteği ile silip yeniden önceki yerine koydu. “İslam Devrimi’nin on yılı boyunca bir kütüphanelik açıklama yazmaya ancak Molla beyni yeterdi!” diye düşünen Ekim Devrimi yaratıcısının yüzündeki üzüntü açıkça hissediliyordu.

“Komünistlerin hepsi takım elbiseli olurlar, kravat takarlar, güzel nutuk atarlar, bir de vaatte bulunurlar… Bunun Komünistlerin mayası olduğunu nereden bileyim?”

İmam sınayıcı nazarla Lenin’e baktığında aniden sordu:

“Sen gerçek Lenin misin?”
Onun sorusu soruyla karşılandı:
“Sen daha önce Lenin gördün mü?”
“Evet!”
“Nerede?”
“Filmde…”
“Hııı… Ondan beni tanımadın, ben o filmden değil, devrimden çıkan Lenin’im.” dedikten sonra İmam’ı dikkatle süzüp kendi kendine fısıldadı: “Bunun gerçek İmam olduğunu nereden bileyim? Bu tayfanın hepsi sakallı, başı sarıklı oluyor.” derin hayale dalıp, “Bir de uzun mantolu…” diyerek fikrini toparladı. İmam’a baka baka: “Gerçekten İslam Devrimi’nin yaratıcısı olduğunu neyle ispatlarsın?”
“Bunu belirlemek çok mu zor?” Elini sakalına sürüp; “Benim ispatım daima üzerimdedir!” diyerek temkinle cevap verdi. İmam’daki hazır cevaplı oluşa hayretinden donakalan Lenin konuyu değiştirip vakitsiz ve habersizce geldiğini ona anlatmaya gayret etti.

“Sizin devrim için verdiğiniz emeği küçültmenin kabahat olduğunu itiraf etmek zorundayım. Ama benim artık yetmiş yıldır burada -Parmakları ile ayağının altını gösterdi.- yurt, yuva kurduğumu dikkate alsanız, karşısındakinin emeğine değer veren bir yoldaş olarak bu meydana girmekten imtina etmelisiniz diye düşünüyorum.”

Lenin’in yüzündeki zavallı ifadeyi net görmek amacıyla elini öne uzatıp karşısını koruma gibi keserek onu koruyan kitapları aralayıp kendine tünel açan İmam bıyık altından güldü. -Bunu sakalının yavaş yavaş titremesinden hissetmemek aptallık olurdu.- Ekim Devrimi’nin banisine haykırdı:

“Senin varislerin yeniden kurma fikrini ortaya attığından bizim her yere kendi kitabımızla girmeye hakkımız var.”

Lenin yeniden kurma kelimesini ilk defa işitiyormuş gibi yüksek, hem de sanki varislerinin Ekim Devrimi’ne olan ihanetinden haber aldığından kederli sesle:
“Yeniden kurma!..” diye tekrarladı.

İmam, onun tam aksine hedefi tutturduğundan sevinecek tarzda kendine dönüp yeniden kurmanın olumlu özelliğini vurguladı:

“Bu, düşüncelerin gelişimi için çağdaş demokratik toplumun kurulmasına imkân verir.”

Ağzını açsa da İmam’a yerinde vereceği tutarlı cevabı bulamayan Lenin, haykırıp kinli deve gibi uzağa tükürdü. Elbette İmam’ın işitemeyeceği bir tarzda:

“Yeniden kurma düşüncesini ihraç eden beyin muhteşem imparatorluğu içeriden parçalayacak.”

Ama onun çabası abesti, karşısındaki onu işitmişti. Aksi urumda İmam:
“Şüphe edene lanet…” demezdi. Lenin’in üzüntüsü ona umut verdi:
“Sen işgalcisin! Sen buraya gelmeden önce, henüz dokuzuncu asırda benim inancımın taşıyıcılarının buradakilere inançlarını kabul ettirdiklerini dikkate almalısın.”

“Kılıç gücüyle mi?” İmam’ın susacağını zanneden dünyanın ilk komünisti gülümsedi.

Sözlere şaşırmayan İmam, Bolşeviklerin bin dokuz yüz yirmide Azerbaycan’a on birinci kızıl ordu ile baskın yapıp ülkeyi işgal ettiğini hatırladığında verdiği cevap şöyle oldu:

“Seninkiler de bir bölük top-tüfekle inanç getirdiler!..!

Lenin sadece kendisinin Bakü Özgürlük Meydanı’nda ebedi yaşaması için değil, on birinci kızıl ordu ile şehre giren işgalcilerin de bu ülkede yerlerinden kımıldamamaları için İmam’ı onore etmenin gerekliliğini
anladı. O, granit kolunu yavaşça -Tabi graniti hızlı kaldırmak da imkansızdı.- başının üzerine kaldırıp sağına, soluna gizli gizli göz attı:

“Bizden başka kimse yok, gel yüz yüze hakikati itiraf edelim!”
İmam, merkezi komite binasından onları gözetleyen devlet işçilerini işaret ettiğinde…
“Onlar mı?”
“Evet!”
“Komünistler! İçimden çıkan kuklalar.”

“Hııı… Keşke bunlar İran’da olsaydılar, şimdi başları pencereden uzanıp kulaklarını sohbete dikemezdiler. Kalın boyunları onları urganda sallandırırdı.” Lenin, İmam’ın düşüncesinden geçenleri okumakta tecrübesizdi, ancak aynalı binadan bakanlarla ilgili üzüldüğünü yaklaşık olarak ayırt edebiliyordu. İmam yine dikkatli bir şekilde Lenin’in itiraf edeceğini sadece kendi işitsin diye ona doğru bir adım yaklaştı. Ekim Devrimi’nin banisi İslam Devrimi’nin müellifini yumuşattığı için kendi de sevinerek granit ayağını kaldırıp -Bu o kadar da zahmetsiz olmadı, çünkü meydana döşenen çime ayağı batmıştı.- bir adım attı.
İmam’la Lenin arasından artık su bile sızmazdı.

“Lenin Efendi, buyur söyle, neyi itiraf edecektin.”
“Yoldaş İmam, buraya sadece ben değil sen de geldin. Biz her ikimiz işgalci olduğumuzu bildiğimiz halde neden bu meydanda ideoloji davası yapalım?”
Çok dil bilen Komünist liderinin göründüğü üzere Farsça telaffuzu kusurlu olduğundan İmam kulaklarını söylenen kelimeleri duymak için seferber etmek amacıyla elini kulağının arkasına koyup onu dinlese de Lenin’in
niyetini tam anlamıyla anlamamıştı. Aksi halde neden talebi üzerinde dönüp duruyordu.

“Lenin Efendi, sonuçta sen hiç de hevesli birine benzemiyorsun…”
“Gitmek mi? Yok… Ne düşünüyorsun, topla, tüfekle gelen isteyerek mi gider?”
“Gitmez…” diyen İmam’ın cevabı bu kadar kısa oldu.
İmam’la söz güreştirmekle sadece zamanı değil, aldığı yeri de kaybedeceğinden korkuya kapılan Ekim Devrimi’nin müellifi sesine mülayimlik katıp onu hilekâr bakışlarla süzüp savaş taktiğini ve tuzağını değiştirmek mecburiyetinde kaldı:

“Yoldaş İmam, bu meydana sen de kitabınla gelmişsin ben de.”
İmam Humeyni’ye sadece söylenenleri başı ile tasdiklemek kalıyordu.
“Bırak, seninkini de okusunlar, benimkini de. Beyinleri hangisini kavrarsa o yolu tutup giderler.”

Lenin’in akıllı ve demokratik tekliflerinin arkasında aynı zamanda hümanizm duruyordu. Ancak İmam başkasının etkisinde kalacak kişilerden değildi. O, Komünistlerin tatlı dille kobra yılanını yuvasından çıkarmaya kadir oldukları halde İmam’ı da göz açıp kapayıncaya kadar Bakü’süz bırakmaya kadir olduklarını çok iyi biliyordu. Derin düşüncelere dalıp yavaş yavaş dudağını dudağından ayırdı.

“Teklifin mantıklı Lenin Efendi. Seçim yapmadan veya ikisinden de imtina etmeden aynı zamanda okumak isterlerse nasıl olacak?”
“Bu tam iyi olur, o zaman zihinlerinde milli ideolojiye yer kalmaz.”
Ekim Devrimi banisinin cevabı İslam Devrimi’nin müellifini nasıl ikna ettiyse, gayri ihtiyari kollarını açıp büyük graniti kucakladı.

“Lenin Efendi, bununla da biz siyaset meydanında kimse kimseye vurmadığı müddetçe rahat yaşayabileceğini ispat edeceğiz.”

“Yoldaş İmam, haklısınız. Biz hümanizm temelinde ideolojik cephe açıyoruz.”
Granit kollar İmam’ı bağrına bastığında, o sırtında ansızın ağrı hissetse de rakibini uyandırmamak isteği ile acıklı sesini kendi içinde boğup acıdan kurtulmak için çaba harcamadı. Lenin onu var gücüyle sarıp kolları arasında bir hayli sevdi. İmam’sa bunu saygı değil tarihi düşmanının onun sırtına hançer saplamak amacıyla fırsat bulması olarak yorumladı. Ta ki granit kollarını boşaltıp yanına düşürene kadar. O sıkışan ciğerlerine meydanın beş adım uzağındaki Hazar Denizi’nin havasını doldurup Komünistin eline baktı. Onun sırtına dayananın sert ciltli kitabın Sovyet Anayasası olduğunu anlayınca karşısındaki ile ilgili şüpheleri akıp denize döküldü. İmam arkasını dönüp gitmek isterken arkadan kibirli bir sesle ona seslendi:

“Yoldaş İmam, İran’daki Komünistlere benden selam söyleyin!”
“Mutlaka!” dedikten sonra ardından kısık sesle mırıldandı: “Bulursam…”

ELUCA ATALİ -İSVEÇ /TURKISHFORUM – ABDULLAH TÜRER YENER

“Eğer Allah evine yapılan masraflar kendini kurtarmazsa o zaman nasıl olacak?” - lenin 1

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir