AZ GİTTİK, UZ GİTTİK… DERE, TEPE DÜZ GİTTİK

Son günlerdeki gelişmeleri izleyince yarım asır, tam 50-60 yıl öncesini anımsadım birdenbire…

İstihkâm okulu günlerini… Sene 67-68…Gencecik teğmenleriz…
Bir “İnşaat Teknolojileri” hocamız var… Yaşlıca ama ciddi, saygın ve de çok deneyimli bir inşaat mühendisi…

“Kemerler” konusunu işlerken, her kemerin üst-orta noktasında bir “Kilit taşı” olduğunu, bu kilit taşı çekildiğinde kemerin yıkılacağını, çökeceğini, anlatırdı…

Son günlerdeki gelişmeleri izleyince yarım asır, tam 50-60 yıl öncesini anımsadım birdenbire… - kilit tasi

Yaşadığımız günlerin sert tartışmaları bu kilit taşlarını hatırlattı birdenbire bana…
Pek yakında yüzüncü yılını idrak ettiğimiz Cumhuriyetimizin de her tarafı kemerlerle dolu maşallah…

Ama şu güzel, lakin yalnızlaştırılmış, halkı ekonomik gidişattan bunalmış Türkiye Cumhuriyeti’nin üç kemeri ve kilit taşı var ki; üzerinde tartışılamayacak derecede hayati önemde…

Bunlardan birincisi Lozan kemeri…

Asırlardır Avrupa, Afrika, Ortadoğu’dan sürüldükten, ecdadımız Osmanlığı imparatorluğu egemenliği altındaki 1.000.000 metrekarenin üzerinde toprağı kaybettikten sonra, akıllara durgunluk veren, dünyanın mazlum ülkelerine örnek olan bir destansı bir kurtuluş, varoluş savaşından sonra yaşamını sürdürebilen 13 milyon atamızın, altından yoksul ama güzel bir vatana sahip olabilmenin coşku ve kıvancıyla geçtiği kemer…
Şimdilerde 80 milyonun üzerinde yurttaşın güvenle yaşadığı bu güzelim vatanın tapusunu, dünyanın sağlam tapusunu taşları arasına özenle sakladığımız kemer…

İkincisi Montrö kemeri…

Dünyanın en stratejik alanlarından biri olan Boğazlarımızı egemenliğimiz altına almamızı sağlayan, Karadeniz’i bir barış gölü haline getiren, ülkemizi denizlerden gelecek tehditlere karşı koruyan ve dünya barışına da hizmet ederek Lozan kemerini tamamlayan kemer…

Üçüncü hayati kemer ise Laiklik kemeri…

Binlerce yılın taş taş üzerine koyarak oluşturduğu güzelim Anadolu kültür, uygarlık, din, mezhep ve de geleneklerinin özgürce, barış ve hoşgörü içinde yaşanabilmesini sağlayan, ciddi sosyo-kültürel, sosyo-politik nitelikler taşıyan kemer…
Demem o ki; bu kemerlerin kilit taşlarıyla oynanmadıkça tanrıya şükür, yakın tarihimizde de görüldüğü üzere her türlü güçlüğün, sorunun, felaketin üstesinden gelecek kadar dayanaklı, dirençli bir milletiz…

Lakin atalarımızın oya gibi, özenle, canı, kanı pahasına oluşturduğu milletin altında güvenle yaşamak istediği, bu kemerlerin kilit taşlarıyla oynanmasının, rahmetli hocamın bizlere çok güzel açıkladığı gibi ne denli üzücü, vahim sonuçlara, çöküş ve felaketlere yol açacağını bilmem ki daha ayrıntılı biçimde açıklamaya gerek var mı?
İşte bu nedenle anayasal bir kurum olan Milli Güvenlik Kurulu, 28 Şubat 1997 günü Sayın Cumhurbaşkanı Başkanlığında Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı, Milli Savunma Bakanı, İçişleri Bakanı, Kuvvet Komutanları, Jandarma Genel Komutanı ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri’nin iştirakleri ile aylık olağan toplantısını yapmıştı.

Kurul’un bu toplantısında, esasları ve nitelikleri Anayasada belirlenmiş, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, lâik ve sosyal hukuk devletimizi ve cumhuriyet rejimimizi yıkmak, onun yerine bir siyasal dini düzen kurmak amacıyla yürütülen yıkıcı faaliyetler ve yapılan beyanlar ile bunların oluşturduğu tehdit ve tehlikeler gözden geçirilerek değerlendirilmişti.

Yapılan bu değerlendirmeler sonucunda;

*Ülkemizde şeriat hukukuna dayalı bir İslâm Cumhuriyeti kurmayı hedefleyen grupların, Anayasanın tanımladığı demokratik, lâik ve sosyal hukuk devletimize karşı çok yönlü bir tehdit oluşturduğu

*Cumhuriyet ve rejim aleyhtarı aşırı dinci grupların lâik ve anti lâik ayırımı ile demokratik, lâik ve sosyal hukuk devletini güçsüzleştirmeye yeltendikleri
Türkiye’de lâikliğin sadece rejimin değil, aynı zamanda demokrasinin ve toplum huzurunun da teminatı ve bir yaşam tarzı olduğu,

*Devletin yapısal özünü oluşturan sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleri anlayışından vazgeçilemeyeceği, yasalar göz ardı edilerek yapılan çağ dışı uygulamaların takipsiz kalmasının hukukun üstünlüğü ilkesiyle bağdaşmayacağı hususlarında görüş birliğine varılmıştı.

Bu görüş ve değerlendirmeler sonucunda;

Türkiye’de Şeriat hukukuna dayalı bir İslam Cumhuriyeti kurmayı amaçlayan aşırı dinci grupların, demokratik, lâik ve sosyal hukuk devleti olan Cumhuriyetimize karşı oluşturdukları çok yönül tehdidin önlenmesi amacıyla; aşağıdaki önlemlerin kısa, orta ve uzun vade içerisinde alınmasının Bakanlar Kurulu’na bildirilmesine,
2945 sayılı MGK ve MGK Genel Sekreterliği Kanununun 9. maddesine uygun olarak MGK Genel Sekreterliği tarafından, aşağıda belirtilen önlemlere ilişkin Bakanlar Kurulup Kararları ile Bakanlar Kurulu Kararı haline getirilmeyen uygulamaların, sonuçları hakkında belli süreler içerisinde, Başbakan, Cumhurbaşkanı ve MGK’na bilgi verilmesi kararlaştırılmıştı

Öngörülen önlemler ise şöylece sıralanmıştı:

*Anayasamızda Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında yer alan ve yine anayasanın 4’üncü maddesi ile teminat altına alınan laiklik ilkesi büyük bir titizlik ve hassasiyetle korunmalı, bunun korunması için mevcut yasalar hiçbir ayrım gözetmeksizin uygulanmalı, mevcut yasalar uygulamada yetersiz görülüyorsa yeni düzenlemeler yapılmalıdır.

*Tarikatlarla bağlantılı özel yurt, vakıf ve okullar, devletin yetkili organlarınca denetim altına alınarak Tevhidi Tedrisat Kanunu gereği Millî Eğitim Bakanlığına devri sağlanmalıdır.

*Genç nesillerin körpe dimağlarının öncelikle Cumhuriyet, Atatürk, Vatan ve Millet sevgisi Türk Milletini çağdaş uygarlık düzeyine çıkarma ülkü ve amacı doğrultusunda bilinçlendirilmesi ve çeşitli mihrakların etkisinden korunması bakımından 8 yıllık kesintisiz eğitim, tüm yurtta uygulamaya konulmalıdır.

*Temel eğitimi almış çocukların, ailelerinin isteğine bağlı olarak, devam edebileceği kuran kurslarının Millî Eğitim Bakanlığı sorumluluğu ve kontrolünde faaliyet göstermeleri için gerekli idari ve yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

*Cumhuriyet rejimine ve Atatürk ilke ve inkılaplarına sadık aydın din adamları yetiştirmekle yükümlü, Millî Eğitim kuruluşlarımız, Tevhidi Tedrisat Kanununun özüne uygun ihtiyaç düzeyinde tutulmalıdır.

*Yurdun çeşitli yerlerinde yapılan dini tesisler belli çevrelere mesaj vermek amacıyla gündemde tutularak siyasi istismar konusu yapılmamalı, bu tesislere ihtiyaç varsa bunlar Diyanet İşleri Başkanlığı’nca incelenerek mahalli yönetimler ve ilgili makamlar arasında koordine edilerek gerçekleştirilmelidir.

*Mevcudiyetleri 677 Sayılı yasa ile men edilmiş tarikatların ve bu kanunda belirtilen tüm unsurların faaliyetlerine son verilmeli, toplumun demokratik, siyasi ve sosyal hukuk düzeninin zedelenmesi önlenmelidir.

*İrticai faaliyetleri nedeniyle Yüksek Askeri Şûra kararları ile Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)’nden ilişkileri kesilen personel konusu istismar edilerek TSK’yı dine karşıymış gibi göstermeye çalışan bazı medya gruplarının silahlı kuvvetler ve mensupları aleyhindeki yayınları kontrol altına alınmalıdır.

*İrticai faaliyetleri, disiplinsizlikleri veya yasa dışı örgütlerle irtibatları nedeniyle TSK’den ilişkileri kesilen personelin diğer kamu ve kuruluşlarında istihdamı ile teşvik unsuruna imkân verilmemelidir.

*Türk Silahlı Kuvvetlerine aşır dinci kesimden sızmaları önlemek için mevcut mevzuat çerçevesinde alınan tedbirler, diğer kamu kurum ve kuruluşları, özellikle üniversite ve diğer eğitim kurumları ile bürokrasinin her kademesinde ve yargı kuruluşlarında da uygulanmalıdır.

*Ülkemizi çağ dışı bir rejimden ve din istismarının sebep olabileceği muhtemel bir çatışmadan korumak için, İran İslam Cumhuriyeti’nin ülkemizdeki rejim aleyhtarı faaliyet, tutum ve davranışlarına mâni olunmalı, bu maksatla İran’a karış komşuluk münasebetlerimizi ve ekonomik ilişkilerimizi bozmayacak fakat yıkıcı ve zararlı faaliyetlerini önleyecek bir tedbirler paketi hazırlanmalı ve yürürlüğe konulmalıdır.

*Aşırı dinci kesimin Türkiye’de mezhep ayrılıklarını körüklemek suretiyle toplumda kutuplaşmalara neden olacak ve dolayısıyla milletimizin düşmanca kamplara ayrılmasına yol açacak çok tehlikeli faaliyetler yasal ve idari yollarla mutlaka önlenmelidir.

*T.C. Anayasası, Siyasi Partiler Yasası, Türk Ceza Yasasına ve bilhassa Belediyeler yasasına aykırı olarak sergilenen olayların sorumluları hakkında gerekli yasal ve idari işlemler kısa zamanda sonuçlandırılmalı ve bu tür olayların tekrarlanmaması için her kademede kesin önlemler alınmalıdır.

*Kıyafetle ilgili kanuna aykırı olarak ortaya çıkan Türkiye’yi çağ dışı bir görünüme yöneltecek uygulamalara mani olunmalı, bu konudaki kanun ve Anayasa Mahkemesi kararları taviz verilmeden öncelikle ve özellikle kamu kurumu ve kuruluşlarında titizlikle uygulanmalıdır.

Bu önlemler herhalde itiraz edilebilecek önlemler değildi ve nitekim oy birliği ile kabul edildi…

Ancak bu gayet normal ve doğal anayasal süreç ve işleyişten sorumlu tutulan yüksek rütbeli askerlere yıllarca uygulanan zulüm ve bu zulmün yol açtığı ölümleri ise yaşadığımız günleri anımsatarak okurların vicdan ve takdirlerine sunuyorum…

Lakin az gittik, uz gittik dere tepe düz gittik… Çeyrek asır sonra hala bu hayati kemer taşı ile uğraşılmaya, onu söküp atmaya yönelik çabalar artarak ve bu alandaki sorunlar ağırlaşarak maalesef devam ediyor…

Ne diyelim eninde sonunda yenilecek pehlivan güreşe doymazmış…


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir