Dünya Çölleşme ve Kuraklıkla Mücadele Günü’nde Toprak İçin Bir Olalım, Geleceğimizi Koruyalım.Çölleşme, arazi bozulumu ve kuraklık nedeniyle dünya topraklarının %40’ı tahrip olmuş durumda.
Artan çölleşme ve kuraklık her yıl 3.2 milyon insanın yaşamını tehdit ediyor. Ülkemizde 2012-2023 yılları arasında madencilik ve enerji faaliyetleri sebebiyle yaklaşık 410 bin hektar orman alanı kaybedildi.TEMA Vakfı olarak; iklim krizi, kuraklık ve çölleşme ile mücadelede herkesin sorumluluğu olduğunu vurguluyor, orman, su varlıkları, çayır-mera ve verimli tarım arazilerinin yasal düzenlemelerle korunması, çölleşen ve erozyona uğrayan toprakların iyileştirilmesi gerektiğini hatırlatıyoruz.
Kuraklık, dünyanın herhangi bir yerinde doğal iklim döngüsünde görülen uzun süreli kuraklık dönemini tanımlamaktadır. Kuraklıkta yağış miktarı azdır. Kuraklık, su kıtlığına neden olan yavaş başlangıçlı bir afettir
1 . Yoksulluk ve uygunsuz arazi kullanımı gibi çeşitli faktörler kuraklığa karşı incinebilirliği artırmaktadır. Kuraklık su ve gıda kıtlığına neden olduğu için etkilenen toplumda hastalıkların artmasına ve ölümlere yol açmaktadır. Kuraklığın kısa süreli ve uzun süreli sağlık etkileri olmaktadır.
Gıdanın bulunmasının azalmasıyla yetersiz beslenme artmaktadır,yetersiz beslenme, yetersiz veya güvenli olmayan su tüketimi , yerinden edilmiş toplumda artan kalabalık nedeniyle bulaşıcı hastalık riski artmaktadır.
Stres ve ruh sağlığı bozuklukları görülebilmektedir. Yerinden edilme riski artmaktadır. Su kaynaklarının yetersizliği ve sağlık çalışanlarının yerel bölgeleri terk etmek zorunda kalması nedeniyle yerel sağlık hizmetleri kesintiye uğramaktadır.
2 . Kuraklığın tarım, ekonomi, enerji ve çevre üzerinde de ciddi etkileri olmakta. Her yıl dünya çapında yaklaşık 55 milyon insan kuraklıktan etkilenmektedir. Kuraklık hayvancılık ve ekinler açısından ciddi bir tehlikedir. Kuraklık insanların geçim kaynaklarını azaltmaktadır. Su kıtlığı dünya nüfusunun %40’ını etkilemekte ve 2030 yılına kadar yaklaşık 700 milyon insanın kuraklık nedeniyle yerinden olabilir. İklim değişikliği etkisiyle kurak bölgelerde kuraklık riski artmaktadır
3-Çölleşme,verimli arazilerin çöle dönüştüğü bir arazi tahribatı şeklidir. Çölleşmenin sağlık üzerine olumsuz etkileri bulunmaktadır. Gıda ve su kaynaklarının azalması nedeniyle yetersiz beslenme riski artmaktadır.Temiz su eksikliğinden kaynaklanan su ve gıda kaynaklı hastalıklarda artış görülebilmektedir.Rüzgar erozyonu ve diğer hava kirleticilerinden kaynaklanan atmosferik tozun neden olduğu solunum yolu hastalıkları artmaktadır. Nüfus hareketlerinin artması bulaşıcı hastalıkların yayılmasını etkileyebilir
4-Çölleşme, arazi tahribatı ve kuraklık günümüzün en acil çevresel sorunları arasında yer almakta olup, dünya genelindeki tüm arazi alanının %40’ının bozulmuş olduğu düşünülmektedir. Sağlıklı arazi tüketilen gıdaların yaklaşık %95’ini sağlamanın yanında giyim, barınma, istihdam, geçim kaynakları konularında fayda sağlamaktadır ve insanları giderek şiddetlenen kuraklıktan, sellerden ve orman yangınlarından korumaktadır.
Her bir saniyede dört futbol sahasına eşdeğer sağlıklı arazi bozulmakta ve bozulan arazi alanı her yıl toplam 100 milyon hektara ulaşmaktadır. Artan dünya nüfusu, sürdürülemez üretim ve tüketim kalıpları, doğal kaynaklara olan talebi artırmakta ve arazilerin tahribatına neden olmaktadır.
Dünya genelinde her yıl 12 milyon hektar arazi çölleşiyor. Yanlış politikalar yeraltı kaynaklarını bir bir kuruttu. Geçen yıl sıcaklıklar Türkiye ortalamasının üzerindeydi. Uzmanlar “Yağmur beklemekle kuraklık sorunu çözülmez” diyor İklim değişikliğiyle birlikte mevsim normalleri üzerinde yaşanan sıcaklar ve yağışlar yaşamı tehdit ediyor.
Dünya genelinde her yıl 12 milyon hektar arazi çölleşirken suyun yanlış politikalarla yönetilmesi ise yeraltı kaynaklarını bir bir kurutuyor. Güneydoğu’nun tarım arazilerinde son 50 yılın en kurak dönemi yaşandı. Kış aylarının yağışsız geçmesi meteoroloji verilerine göre, geçen yıl yaşanan sıcaklıklar Türkiye ortalamasının üzerinde seyretti.
Çölleşme ve Kuraklık ile Mücadelenin Önemi İklim değişikliği ile çölleşme, kuraklık ve arazi tahribatı küresel olarak yaşanan sorunlar arasında ön plana çıkıyor.
Çölleşme; iklim değişikliği ve insanların çevreye verdiği zararlar sonucu kurak alanlarda meydana gelen arazi bozulması olarak tanımlanıyor. İklim değişikliği sıcaklık, yağış, güneş radyasyonu ve rüzgârlardaki uzamsal ve zamansal kalıpların değişmesi yoluyla çölleşmeyi şiddetlendiriyor . Çölleşmenin nedenlerine baktığımızda ise şu başlıklar göze çarpıyor. İklim değişikliğinin yanı sıra ormansızlaşma, doğal afetler, yağışların azalması, dengesizliği, toprak kirliliği, plansız sulama, çevre kirliliği, aşırı gübre ve pestisit kullanımı ile yeraltı suyunun aşırı kullanımı bu nedenlerden birkaçı olarak karşımıza çıkıyor.
Gezegenimizin hayati toprak kaynaklarını gelecek nesillere aktarabilmek için kolektif eylemin önemini vurgulamak için bu yılın teması “Toprağımız için birleşmek: Mirasımız ve geleceğimiz” olarak belirlendi.Bu yıl gençlere bırakılacak mirasa ve gençliği çölleşme ile mücadelede oynayabileceği role odaklanan özel gün.UNCCD, gençlerin toprak kullanımıyla ilgili karar alma süreçlerine katılımını teşvik ederek genç toprak girişimcileri yetiştirmeyi amaçlıyor.
Uluslararası Çalışma Örgütü‘nün açıklamalarına göre gençleri gıda sistemlerinin dönüşümü ve arazi restorasyonuna çabalarına dahil etmek 2030 yılına kadar 600 milyon kişiye istihdam sağlayabilir.
Dünya genelinde üretilen gıdanın %95’ini sağlayan sağlıklı topraklar birçok insana iş ve geçim kaynağı sunarken insanlığı iklim değişikliğinin etkisiyle giderek şiddetlenen kuraklık, sel ve orman yangını gibi afetlerden koruyor. Bu nedenle çölleşme ile mücadele, gıda güvencesi ve iklim değişikliğinin etkileriyle mücadele için önem yaşıyor.
Fakat sürdürülemez üretim ve tüketim modellerimizin toprağa uyguladığı baskı ve iklim değişikliği nedeniyle topraktaki bozulma gün geçtikçe artıyor.Çölleşme ve kuraklık nedeniyle küresel olarak tüm toprak alanlarının %40’ı bozulmuş olarak kabul ediliyor. Tarımsal üretim yapılan arazilerin ise üçte biri bozulmuş durumda.Çölleşme ve kuraklık yüzünden, kırsal topluluklar ve küçük üreticiler başta olmak üzere, dünya genelinde 3,2 milyar insan açlık, yoksulluk veya işsizlik gibi sorunlarla karşı karşıya kalıyor.
Her yıl on milyonlarca insanın yerinden olduğu ve göçe zorlandığı ve bu sayının 2045 yılına kadar 135 milyonu bulacağı tahmin ediliyor. Kuraklık, su kıtlığı, toprak verimliliğinin düşmesi ve deniz seviyelerinin yükselmesi gibi sebepler bir araya geldiğinde ise 2050 yılına kadar 216 milyon insanın göç etmek zorunda kalacağı hesaplanıyor.
TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, “Çölleşmenin yıllık maliyetinin ülkelerin gayrisafi millî hasılasının (GSMH) yüzde 4-8’i olduğu tahmin ediliyor. Bu oranın 2050 yılında yüzde 40’lara ulaşacağı öngörülüyor. Çölleşme ile mücadele bugünün yaşanan sorunlarını azaltmak, geleceği kazanmaktır.Dünyada arazi tahribatının boyutları ürkütücü seviyeye geliyor. 2019 BM Arazi Raporu’nda 30 milyon kilometrekare yani yaklaşık Afrika kıtası büyüklüğündeki arazi varlığının tahrip olduğu dile getiriliyor. Bu tahribatın içinde dünyanın yüzde 45’ini ve dünya nüfusunun 3’te 1’ini oluşturan kurak alanlar önemli yer teşkil ediyor. Zor koşullara adapte olmuş fakat kırılgan bir ekosisteme sahip olan kurak alanlar dünya ekili tarım arazilerinin yüzde 44’ünü, canlı hayvan varlığının ise yüzde 50’sini barındırıyor. Gıda güvenliği açısından önemi tartışmasız olan bu alanların yüzde 20’sinde çölleşme görülüyor. Çölleşen arazilerin yüzde 87’sinde ise ana nedeni erozyon teşkil ediyor, iklim değişikliği ise süreci hızlandırıyor.Çölleşme nedeniyle tarım topraklarında verimlilik azalıyor,toprak verimliliğinin azalması doğal olarak ekonomik kayıplara da neden oluyor. Çölleşmenin yıllık maliyetinin ülkelerin gayrisafi millî hasılasının (GSMH) yüzde 4-8’i olduğu tahmin ediliyor. Bu oranın 2050 yılında %40’lara ulaşacağı tahmin ediliyor. Bu durum; çölleşme, kuraklık, erozyon ve toprak bozulumu ile mücadelenin ne kadar önemli olduğunu ortaya koyuyor.Ülkemizde erozyon, çölleşme nedenlerinin başında geliyor. Tarım arazilerinin yüzde 39’unda, mera arazilerinin ise %54’ünde erozyon görülüyor. Öte yandan büyüyen kentler verimli tarım arazilerinin azalmasına sebep oluyor. Tarım arazilerimiz, 1990-2022 yılları arasında yaklaşık 4 milyon hektar azalarak 27,9 milyon hektardan, 23,9 milyon hektara geriledi. Bu da yaklaşık 7,5 İstanbul büyüklüğünde tarım alanının kaybedilmesi demek oluyor. İklim krizi sebebiyle dünyamızın ortalama sıcaklığı sanayi öncesi döneme göre 1.1°C artmış durumda. Sıcaklık artışı sebebiyle atmosfer dengesi bozulan dünyamızın birçok bölgesinde kuraklık başta olmak üzere çeşitli krizler baş gösteriyor ve insanlar doğup büyüdükleri evlerini bırakıp göç etmek durumunda kalıyor.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin yaptığı çalışmalara göre; kuraklık ve çölleşmenin neden olduğu göç krizinden en çok kadınlar ve çocuklar etkileniyor.Çalışmalarda kadınların çoğunlukla arkada bırakıldığı gözlemleniyor ve göç eden kadınların göç yollarında ciddi tehlikelerle karşılaştığı biliniyor. Yine aynı çalışmalar, çölleşme ve buna bağlı göç meselesinin toplumsal cinsiyet ekseninde ele alınması gerektiğini ortaya koyuyor.
Kısa vadeli çıkarlar ve kazançlar uğruna doğaya ve toprağa verilen zararların etkileri, ekonomik kayıplar, yokluklar ve göçler olarak sonuçlanıyor. Çözüm yine topraktan geçiyor. Bunun için arazi kullanım planlarının hazırlanması, kanunlarda yer alan orman, mera ve verimli toprakları başka amaçla kullanımı kolaylaştıran hükümlerin yürürlükten kaldırılması, erozyonla mücadele edilmesi, sürdürülebilir tarım uygulamalarının yaygınlaştırılması ve tahrip edilmiş arazilerin eski haline getirilmesi yani restorasyon çalışmaları yapılması gerekiyor.
İklim değişikliği ile mücadele için de restorasyon çalışmalarının büyük önemi bulunuyor. Birleşmiş Milletler tarafından 2030 yılına kadar tahrip edilmiş arazilerin %30’unda restorasyon çalışmalarının yapılması hedefleniyor. Gıda güvenliğini sağlamak, iklim değişikliğine karşı dirençli olmak ve kuraklıktan daha az etkilenmek için çölleşme ile mücadele büyük önem taşıyor. Çölleşme ile mücadele bugünün yaşanan sorunlarını azaltmak, geleceği kazanmaktır.” dedi.
Hızla artan dünya nüfusu, topraklar üzerinde yürütülen insan faaliyetleri, sanayileşme ile insanoğlunun neden olduğu iklim değişikliği; denizler, kıyı alanları, tarım alanları, orman ve meralar, su kaynakları hızla kirletilerek, tüketilmektedir.
Dünya yüzeyinde 1950’li yıllardan bu yana, özellikle insani faaliyet sonucu yaşanan 1.4 0C’lik sıcaklık artışı nedeniyle kuraklık ve çölleşme her geçen gün etkisini artırmakta, her yıl milyonlarca hektar toprak alanın, bozulmasına ve yok olmasına neden olmaktadır.
Günümüzde dünya yüzeyinde 2 milyar hektardan fazla arazinin bozulduğu ve yaklaşık 3 milyar insanının bundan olumsuz yönde etkilendiği bilinmektedir.
İnsanoğlunun toprağa bağımlığı düşünüldüğünde, dünya yüzeyinde artan kirlilik, iklim kaosu ve biyoçeşitliliğin azalması gibi olumsuz durumlar, sağlıklı toprakları çöllere, gelişen ekosistemleri ise ölü bölgelere dönüştürüyor.
Bu olumsuz durumun ortadan kaldırılması amacıyla BM (2015-2030) sürdürülebilir kalkınma hedeflerine göre ülkeler; toprak, su kaynakları, orman ve meralar, deniz ve kıyı alanları, turbalık ve sulak alanlar üzerindeki olumsuz etkileri azaltmak, kuraklık ve çölleşme ile BM tarafından ortaklaşılan hedefler çerçevesinde mücadele etmek, doğanın geri kazanılması konusunda gerekli çabayı göstermek zorundadır.
Aksi durumda ekosistemin yıkımına, topluluklarının hızla yok olmasına, göçlere, açıklık ve sefalete neden olacağı öngörülmektedir.Bu çerçeveden bakıldığında Ülkemizde yaşanan gelişmeler iç açıcı durumda değildir. İnsani faaliyetler sonucunda orman alanları hızla azalırken, bilinçsiz tarım uygulamaları ve aşırı kullanım nedeniyle topraklarımız verimsizleşmekte, su kaynaklarımız tarımsal faaliyetler, madencilik, sanayileşme ve kentleşme nedeniyle hızla kirletilerek tüketilmektedir.
Evsel ve sanayi atıklarının doğrudan deşarjı nedeniyle göller, barajlar, kıyı alanları ve denizler bir yandan kirletilirken, diğer yandan yol, ulaşım, altyapı, kentleşme ve turizm faaliyetleri sonucu kıyı ve tarım alanları tahrip edilmekte , akarsu, göl ve denizlerde aşırı kirlilik, deniz suyu sıcaklığının artması, deniz canlılarının aşırı avlanması ve tüketimi nedeniyle kıyı ve deniz ekosistemi, tahrip edilmekte, Marmara denizi gibi alanlarda kirlilik nedeniyle musilaj olayı en yüksek seviyeye çıkmış bulunmaktadır.
Yine plansız tarım ve madencilik faaliyetleri, kentleşme, yerleşme politikaları sonucu tarım, orman, mera alanları ranta ve talana açılırken, plansız yeraltısuyu kullanımı, sulak ve turbalık alanların kurutulması gibi yanlış politikalar nedeniyle yüzey ve yeraltı sularımız hızla tüketilmekte, bu da göllerin kurumasına neden olmaktadır.
Yapılan çalışmalara göre 1950 yılından bu yana uygulanan yanlış arazi ve su kullanımı politikaları ve uygulamaları nedeniyle başta Orta Anadolu ve Göller Bölgesi olmak üzere birçok göl ve sulak alan kurutulurken, çok sayıda göl de kurumaya yüz tutmuş bulunmaktadır.
Son yıllarda iklim değişikliğinin olası etkileri de dikkate alındığında ülkemizin en büyük gölü olan Van Gölünde su seviyesi düşmeye devam ederken, Göller Bölgesinde Burdur Gölünde su seviyesi dramatik seviyelere gelmiş, Eğirdir ve Beyşehir göllerinde de su seviyesi sürekli düşmeye devam etmektedir. Manisa’da yanlış uygulamalar nedeniyle Marmara Gölü tamamen kurumuştur. Bu olumsuz durum su ekosistemini tahrip ederken, su ürünlerinden geçimini sağlayan topluluklar üzerinde de olumsuz etkilerin yaşanmasına neden olmuş, olmaya da devam etmektedir.
Benzer durum tarım toprakları ve mera alanları için de geçerlidir, erozyonla arzu edilir şekilde mücadele edilemediği için her yıl milyonlarca metreküp tarım ve mera alanları yok olmaktadır. Yanlış tarım uygulamaları nedeniyle tarım topraklarının tuzlanarak verimin düşmesine, mera alanlarında ise aşırı otlatma nedeniyle çoraklaşma söz konusudur.
Küresel olarak, özellikle kırsal ve etkilerinin en aza indirilmesi ve polen taşıyıcıların yetiştiği çayırları, ormanları ve sulak alanların koruması için gerekli politika ve kararlarının alınarak uygulanması,
Tatlı su ekosistemleri, araziyi verimli tutan su döngülerinin sürdürülmesinin yanında milyarlarca insanın yiyecek ve su ihtiyacının giderilmesini sağlıyor, bizleri kuraklıktan ve sellerden koruyor, sayısız bitki ve hayvana yaşam alanı sağlıyorlar. Ancak kirlilik, iklim değişikliği, aşırı avlanma nedeniyle endişe verici bir hızla yok oluyorlar. Ülkeler su kalitesini iyileştirerek, kirlilik kaynaklarını belirleyerek ve tatlı su ekosistemlerinin sağlığını izleyerek bunu durdurabilirler.
2030 yılına kadar bozulmuş nehirlerin ve sulak alanların restorasyonunu hızlandırmak için tatlı su ekosisteminin eski haline getirilmesi için müdahale politika ve uygulamalarının geliştirilmesi,Okyanuslar ve denizler insanlığa oksijen, yiyecek ve su sağlarken iklim değişikliğini hafifletiyor, toplulukların aşırı hava koşullarına uyum sağlamasına yardımcı oluyor.
Başta gelişmekte olan ülkelerde olmak üzere 3 milyardan fazla insan geçimlerini deniz ve kıyı biyo çeşitliliğinden sağlıyor. Bu değerli varlığı gelecek nesiller için güvence altına almak amacıyla hükümetler,tuzlu bataklıklar, yosun ormanları ve mercan resifleri de dahil olmak üzere mavi ekosistemleri eski haline getirebilir; aynı zamanda kirlilik, aşırı besin maddeleri, tarımsal akıntı, endüstriyel atıklar ve plastik atıkların kıyı bölgelerine sızmasını önlemek kıyı ve deniz alanlarının korunması ve yenilenmesine olanak sağlayarak düzenlemelerin gerçekleştirilmesi,
Dünya nüfusunun yarıdan fazlası şehirlerde yaşıyor. 2050 yılına gelindiğinde her üç kişiden ikisinin kent merkezinde yaşayacağı öngörülüyor. Şehirler gezegenin kaynaklarının % 75 ni tüketiyor, küresel atıkların yarısından fazlasını üretiyor ve sera gazı emisyonlarının en az yüzde 60`ını üretiyor. Şehirlerin beton yığını olması gerekmiyor. Kent ormanları hava kalitesini iyileştirebilir, daha fazla gölge sağlayabilir ve mekanik soğutma ihtiyacını azaltabilir.
Şehirlerin kanallarını, göletlerini ve diğer su kütlelerini korumak, sıcak hava dalgalarını hafifletebilir ve biyolojik çeşitliliği artırabilir. Binalarımızda daha fazla çatı ve dikey bahçe kurmak kuşlara, böceklere ve bitkilere yaşam alanı sağlayabilir. Bu nedenle kent ormanlarının korunması ve geliştirilmesi, gerekmektedir.
Sonuç olarak toprağın korunması, kuraklık etkilerinin azaltılması ve çölleşmenin önlenmesi için gerekli mali ve finansal kaynaklar da yaratılmak suretiyle bütünlüklü koruma-kullanma dengesini sağlayarak politika ve tedbirlerin alınması gerekiyor.
Çölleşme ve kuraklık, günümüzde yaşamı tehdit eden en önemli unsurların başında geliyor. Ne yazık ki gittikçe doğanın yapısını bozuyoruz ve birçok uzmana göre bu bozulma her geçen yıl artarak devam ediyor.
Birleşmiş Milletlere göre daha önceden üretken olan iki milyar hektardan fazla arazi bozulmakta. Doğal ekosistemlerin % 70 ten fazlası ya tahrip edilmiş ya da dönüştürülmüş. 2050’ye kadar bu rakamın daha artmasından endişe ediliyor. 2030 yılına kadar, gıda üretimi için 300 milyon hektar daha fazla alan gerekiyor.
Uzmanlara göre sera gazı salınımının artması ile birlikte iklim değişikliği tetikleniyor.İnsanların ve tüm canlıların yaşam alanlarının daralmasına, göçlere, diğer vahim sorunlara yol açtığı biliniyor.
Çölleşme ve kuraklık sorunu, uzman ve araştırmacılara göre global bir sorundur ve iklim değişikliğiyle de ilişkilidir.
Ekonominin sürdürülebilirliği, sosyal ve kültürel yaşamın kalitesinin artması,kalkınma ancak doğa ile doğru bir iletişim kurularak gerçekleştirilebilir. Yaşam biçimlerimiz, aşırı üretim ve tüketim doğa üzerinde tahrip yaratıyor.Bu konuda bilinçli olmalıyız.
İnsan hayatı sürerken,dünyamızın da tüm kaynaklarıyla ve doğal yapısıyla sürdürülebilirliği ancak bilgilendirme, farkındalık yaratma ve harekete geçip bir şeyler yapmakla mümkün olabilir.Gençleri ne kadar eğitebilir, bilinçlendirebilirsek,bu yeni jenerasyon dünyamızı kurtarabilir.
Teknolojinin iletişim alanına sağladığı kolaylıklar. Bugün sosyal medyadaki bir paylaşım, ormanların yangınlardan korunmasında, okyanuslardaki kirliliğin azaltılmasında hem hükümetleri, hem uluslararası organizasyonları hem de bireyleri tetikleyici etki yaratabiliyor.
Çölleşmenin dünya üzerinde yaratacağı kötü sonuçlar hakkında,bilim adamları ve çevre örgütlerinin, kamuoyu oluşturma ve harekete geçilmesi anlamında daha fazla katkıda bulunabiliyor.
Medya, bu konudaki olayları, faaliyetleri, kampanyaları, bilimsel verileri, filmleri, belgeselleri daha fazla haberleştirebilir, ön plana çıkarabilir. Böylelikle daha bilinçli bir toplum yaratılmasına katkı sağlayabilir. Diğer yandan, medya, hükümetler ve insanlar üzerinde sömürüye dayanmayan, yaptıklarının sonuçları hakkında daha bilinçli ve sürdürülebilir yöntemlere geçiş için baskı yaratabilir ve yaratmalıdır da.”
TZOB Genel Başkanı Bayraktar:“Dünyada 250 milyondan fazla insan doğrudan çölleşme ve kuraklıktan etkileniyor.Dünyada 4 milyar hektardan fazla arazi çölleşme tehdidi altında.Arazi bozunumu çölleşmeye yol açıyor. Her geçen gün artan nüfus doğal kaynaklara talebi artırmakta ve çölleşmeye neden olmaktadır.Türkiye kuraklıktan oldukça etkilenen ülkelerden birisidir.
2021 yılında 52 ilimizin üreticileri kuraklığa bağlı zararlar yaşadı.
Türkiye’deki tarım alanlarında çölleşme hassasiyeti yüksek derecededir. Tahminler, kuraklığın 2050 yılına kadar dünya nüfusunun dörtte üçünden fazlasını etkileyebileceği doğrultusundadır.İnsanın toprağı kullanma uygulamaları çölleşmeyi etkiliyor.
Toprağın bozulmasının etkisiyle oluşan çölleşme, geçimini topraktan sağlayan çiftçilerimizi etkiliyor.
Fiziksel, kimyasal, biyolojik, siyasi, kültürel ve ekonomik hususların neden olduğu arazi bozulması sonucu oluşan çölleşme, ulusal ve uluslararası düzeyde kamu güvenliğini tehlikeye soktu.
1994 yılında Paris’te Birleşmiş Milletler Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi yürürlüğe girdi. 1994 yılından bugüne kadar ülkemiz de dâhil olmak üzere 196 ülke bu sözleşmeye taraf oldu.Sözleşmenin kabul edilmesinden bu yana her yıl, ülkemizde ve dünyada çölleşmeyle mücadelenin önemine dikkat çekmek amacıyla ‘Çölleşme ve Kuraklık Günü’ etkinlikleri düzenleniyor.
Birleşmiş Milletler Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesine (UNCCD) göre, dünyada 250 milyondan fazla insan doğrudan çölleşme ve kuraklıktan etkileniyor. 4 milyar hektardan fazla arazi çölleşme tehdidi altındadır.
Ayrıca arazi bozulması 1,5 milyar insanın sağlığını ve yaşamını doğrudan etkiliyor.Ekonomiye verdiği yıllık zarar ise 490 milyar dolardır ve arazi bozulması ile mücadele faaliyetlerinin maliyetinin çok üstündedir.
Sekiz milyara yaklaşan dünya nüfusunu beslemek için verimli topraklara ihtiyacımız var.Dünyada 2 milyara yakın insan gıda güvensizliği altında yaşıyor ve güvenli, besleyici, yeterli gıdaya düzenli erişimi yok. Eskiden verimli olan araziler günümüzde yaygın şekilde bozuldu.2030’da dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 10’u aç kalacaktır.
Her geçen gün artan nüfus doğal kaynaklara talebi artırmakta ve çölleşmeye neden olmaktadır
Ülkemizde tabii çöl yok ama çölleşme ve kuraklıktan en fazla etkilenen ülkeler arasında yer almaktayız,çölleşmenin sebepleri toprak erozyonu, hatalı tarım uygulamaları ve arazi kullanımı, hatalı sulama teknikleri sonucu tuzlanma, bitkilerin yetişmesini engelleyen tuzlu, jipsli ve aşırı alkali reaksiyon gösteren ana materyaller, ormansızlaşma, aşırı otlatma ve üst toprağın kirlenmesi olarak bilinmektedir.
Her geçen gün artan nüfus doğal kaynaklara talebi artırmakta ve çölleşmeye neden olmaktadır.Türkiye kuraklıktan oldukça etkilenen ülkelerden birisidir. Akdeniz iklim kuşağında yer alan ülkemizin iklim değişiklikleri sonucunda oluşan kuraklıktan önemli ölçüde etkilediği görülüyor. 2007, 2014 ve 2021 yıllarında doruğa çıkan kuraklıktan dolayı Türkiye bitkisel üretimde önemli düşüşler yaşamış, hayvansal üretim de bundan etkilenmiştir. Her yıl kısmi kuraklıkların yaşandığı ülkemizde 2021 yılında 52 ilimizin üreticileri kuraklığa bağlı zararlar yaşadı.
Kuraklığın etkilerini hafifletmek için gerekli çalışmaların yapılması, tarım ve tarıma dayalı tüm sektörlerin bu konuda çaba göstermesi gerekiyor. Çünkü iklim değişikliği hala sürüyor ve tüm alanlarda varlığını hissettiriyor.
Türkiye’deki orman alanlarının yalnızca yüzde 0,36’sı yüksek çölleşme hassasiyetindeyken, yüzde 30,79’u orta ve yüzde 68,86’sı düşük düzeyde çölleşme hassasiyetindedir.Türkiye’deki tarım alanlarında çölleşme hassasiyeti daha yüksek derecede olup; tarım alanlarının yüzde 26,25’i yüksek, yüzde 64,77’ si orta ve yüzde 8,98’i ise düşük derecede çölleşme hassasiyeti göstermektedir.Mera alanlarının ise yüzde 34,56’sı yüksek, yüzde 52,45’i orta ve yüzde 12,99’u düşük çölleşme hassasiyetindedir.
Türkiye’de toplam 642 milyon ton toprak her yıl su erozyonu nedeniyle yer değiştirmektedir. Yani bir hektarda her yıl 8,24 ton toprağımız erozyona uğramaktadır. Yaklaşık 24 milyon hektara yayılmış ormanlarımızda takribi 29 milyon ton toprak yer değiştirmektedir ve diğer bir ifadeyle orman arazilerinde hektarda yıllık erozyon miktarı 1,23 tondur.29,5 milyon hektar olan tarım arazilerinde meydana gelen toplam yıllık erozyon 246,6 milyon tondur. Tarım arazilerinde hektarda 8,36 ton toprak her yıl erozyona uğruyor.
Verimli tarım arazilerimiz genellikle düz ve düze yakın eğimlere sahip alüviyal ovalarda ve nehir sekilerinde yer alıyor. Bu alanlarımızda genellikle çok hafif erozyon meydana geliyor. Toplam 18,8 milyon hektar olan mera arazilerinde toplam yıllık 347,6 milyon ton toprak erozyona uğruyor. Hektarda ise 18,6 milyon ton toprak kaybı mera ekosistemlerinde görülüyor.
Tahminler, kuraklığın 2050 yılına kadar dünya nüfusunun dörtte üçünden fazlasını etkileyebileceği doğrultusundadır.Kuraklığın maliyetli, zararlı ve etkilerinin yaygın.Kuraklık, yerleşim olan tüm kıtalardaki hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkeleri etkiliyor. Tahminler, kuraklığın 2050 yılına kadar dünya nüfusunun dörtte üçünden fazlasını etkileyebileceği doğrultusundadır.
Sağlıklı arazi ve ekosistemlerin, tatlı su için uzun süreli doğal depolama alanı sunacağı unutulmamalıdır.Su kıtlığı, iklim değişikliğinin neden olduğu kuraklıklar nedeniyle artarken, milyarlarca insan geçici veya kalıcı su stresiyle karşı karşıyadır. Dünyanın sulanan alanlarının neredeyse dörtte üçü ve büyük şehirlerin yarısı periyodik olarak su kıtlığı yaşıyor. Bizim de ülke olarak önlemimizi almamız şart.
Araziyi daha iyi yönetmek ve arazi iyileştirme çabalarını büyük ölçüde artırmak, bitkisel üretimde kuraklığa dayanıklı çeşitleri geliştirmek ve toplumların ihtiyaç duydukları suya erişimini sağlamaya yardımcı olmak çok önemlidir.
Tarım, orman ve mera arazilerinin doğal veya insan faaliyetleri sonucunda yok olmasını önlemek ve ekosistem işlevleriyle sürekli üretken kalmasını sağlamak için, idari, kültürel, bitkisel ve mühendislik önlemlerini kapsayan toprak koruma proje ve programları uygulanmalı, çeşitlendirilmeli ve yaygınlaştırılmalıdır.
Toprakta biyolojik canlılığının yeniden inşası ve fiziksel olarak toprağın farklı süreçlerle taşınmasının önüne geçilmesi veya diğer bir deyişle yerinde tutulması amacıyla, toprak-su korumalı arazi yönetim ve kullanım sistemlerinin özendirilmesi gerekiyor.
Tarımsal sulamada gelinen nokta, özellikle yoğun tarımın yapıldığı bölgelerimizde, ‘deniz bitti, kara göründü’ demeye fazla bir zamanımızın kalmadığını bütün açıklığıyla gösteriyor.
Kendimizin ve neslimizin geleceğini kurtarmak için bilimin ve aklın gerektirdiği çözümleri süratle uygulamalıyız. Bunu yaparken de ülkemizin tamamına yarayacak ortak çıkarlardan başka bir kaygıya yer verilmemelidir.
Tarım sektörüyle yakından ilgili ve aynı zamanda yetki ve sorumluluğu olan politikacılara ve yöneticilere önemli görevler düşüyor. Tarımda çözüm bekleyen pek çok sektörel sorundan bir bölümü hiç kuşkusuz kuraklık, çölleşme ve sulamayla bağlantılıdır. Çünkü iklim değişikliği denen acı gerçeğin etkisiyle sürekli bir hale dönüşen kuraklığın devamında çoraklık, çölleşme ve kıtlık kaçınılmaz bir sondur.
Kuraklığın yakıcı etkilerini asgariye indirmek için adeta bir savaş seferberliği bilinciyle hareket edilmezse sonuçları da çok ağır olacaktır. Bu nedenle, üreticisi, tüketicisi, kamu sektörü, özel sektörü, yöneticisi, çalışanı, mühendisi, işçisi, öğretmeni, öğrencisi, kısacası toplumun bütün kesimleri olarak kuraklığı ve dolayısıyla onun acıklı sonu olan çölleşmeyi ciddiye alarak alınması gereken tüm önlemleri acilen almak zorundayız.
Bir yanıt yazın