Gülnara İnanç, “Ethnoglobus.az” Uluslararası Analitik Merkezi Kurucusu, Uzman, Etnopsikologist
(mete62@inbox.ru)
Makale, yazarın uzun yıllara dayanan saha çalışması ve gözlemlerine dayanarak yazılmıştır.
İran, her yıl yeni iç ve dış koşullar altında İslam devrimi zaferinin yıldönümünü kutluyor. İran bu yıllarda İslam’ı ihraç eden bir ülkeden, İslam kültürünü yayan bir ülkeye dönüşmüştür. Aslında bu olay ülkenin ve halkın İslam’dan öncesine dayanan maddi ve manevi değerlerinin tanıtılmasıdır.
İslam devletinin kuruluşundan bu yana Batı’nın, özellikle “renkli devrimler” olarak bilinen Doğu ülkeleri de dahil olmak üzere dünyadaki mevcut otoriteleri değiştirme girişimleri İran’ı atladı. Her defasında “Şimdi sıra İran’da” diyenlerin yerini “İran Irak değil, Libya değil” diyenler aldı. İran dediğimizde elbette devleti oluşturan millet kastediliyor.
İran denilince akla ilk olarak İslam gelirse, o halde sonra mutlaka Zerdüştlükten, Çar Daradan, Kuruştan, Cemşid’in tahtı”ndan, Persepolis’ten bahsedilir. İran’ı homojen, şekilsiz, başdan başa dindar bir Şii toplumu olarak algılamak yanlıştır. İslam dininin devlet stratejisi haline geldiği son 41 yılda vatandaşların milli İranlı bilinci daha fazla güçlendi. Bunun nedenlerinden biri küreselleşme politikasında tüm dünyada insanların kendini ulusal kimlik üzerinden olumlamalarının güçlenmesiyle ilgilidir.
Diğer bir neden ise dış baskılara yalnız güçlü bir ulusal birlik duygusuyla direnmek mümkün olmasıdır. Eger devrimin ilk yıllarında ideoloji dini kimliğe dayanıyorduysa, uluslararası çağrılara yanıt olarak yerini ulusal-dinsel kimliğe bıraktı. Son yıllarda milli-dini kimlik birlikteliğinde ilki ağırlaştı. İran’ın bölgede başlatılan “renkli devrimlerden” hâlâ korunabilmesinin nedenlerinden biri de ulusal kimlik etrafında birlik faktörüdür. Bu rastgele değildir, çünkü ulusal kimlik bilinçaltında, dini bilinç ise daha yukarıdadır. İnsan eylemleri kesinliklə bilinçaltı ile düzenlenir. Bu durumda insanın eylemlerini ve karakterini oluşturan ulusal bilincin göz ardı edilmesi mümkün değildir.
Yerleşik imparatorluk kültürünün mirasçıları, komşularını Bedevi olarak değerlendiriyor ve kendilerini bölgenin lider devleti ve halkı olarak görüyorlar. İranlılar, etnik kimlige barılmaksızın, bölünüp küçüklerin parçası olmaktansa, büyüklerin (imparatorluğun vatandaşları) bir parçası olmayı seçiyorlar. Sonuçta imparatorluk bilincini taşıyan birey sınırların sonunu görmez. Mesele şu ki, tarihi imparatorlukların sınırlarının giderek daralmasına ve tek bir devlete sığmasına rağmen genetik bellek hâlâ imparatorluğun sınırlarında bir bariyerdir. İranlı kendini işlemlerin merkezinde hissediyor, her şeyin en iyisinin kendisine ait olduğundan emindir. Onun ne düşündüğünü ve gerçekte ne yapacağını bilmek zordur. Ilk bakışta onun aşırı düşünmesini bir zayıflık olarak degerlendirirken o aslında kazanmak için kullanabileceği varyasyonlara odaklanmış durumdadır. Bu özellik İranlı sporcuların performanslarında açıkça görülmektedir. Sporcu defalarca performans yaptığı alanda konsantre olur. Bütün duygular içeride saklanılır. Rakibe yönelik bariz bir saldırganlık hissedilmiyor. Bununla rakibinin kafasını karıştırıyor ve karşısındaki İranlının güçlü mü, zayıf mı, korkmuş mu yoksa meydan okuyan mı olduğunu anlayamaz. Psikolojik konfüzyon ortaya çıkar. İranlı sağa bakıp sola gitdigi için hangi adımı atacağını tahmin etmek kolay değil. İmparatorluk bilinci, İranlının çalışmalarını daha hacimli ve daha geniş parametreli, çok işlevli hale getirir. Tek odalı bir dairede kendini bir malikanedermiş gibi hissediyor. İmparatorluk bilinci insanın bakışlarını uzaklara yöneltmiştir ve o, büyük şeyler uğruna küçük meseleleri feda edebilir. Yerleşik yaşam ve keyifli iklim onu yavaşlatsa da, petrol patlaması sonucu hareketsiz kalan Araplar gibi tembelleştirmedi.
Düşündüğünü birinin yüzüne söylemek bir İranlıya göre degil. Sizin şahsınızda düşman kazanmayı amaçlamaz. Çünkü bu durumda o size sırtını dönermiş olur ve arkadan darbe alabilmesi için koşul yaratır. Bir İranlının sırtı her zaman bir şeye dayanmalıdır, bu durumda düşünerek hareket etmek fırsatı bulur. Çok düşünmeyi sevdiği için risk almaya pek yatkın değildir. Mesela baskı ve tehditler arttıkça İran’ın daha karmaşık manevralar yaptığını görüyoruz.
İçsel esneklik, yüksek fiyata satış yapabilme yeteneği. İran bir ticaret ülkesidir. Tüccar ucuza alıp yüksekten satmayı, neyi ye zaman alıp ne zaman satacağını bilmeli, piyasadaki talebin farkında olmalıdır. Aslında tüccar bir diplomattır. Zamanında manevra yapabilen ve büyük ayaklanmalardan az kayıpla çıkabilen bir diplomat. İranlı, yardımcı oyuncu olarak hareket etmek zorunda kalsa bile rolünü başrol olarak sunmayı başarıyor.
Ne kadar çelişkili olursa olsun meydan İranlıların favori alanıdır. İran bilinci meydanı imparatorlukla eşitliyor. Senin meydanda sürekli hareket etmen ve çevrendeki herkesle iletişim halinde olman gerekiyor. Meydanda herkes seni aynı zamanda aynı şekilde göremez. Sen sürekli manevra yapma, yüz ifadelerini ve duygularını bir sonraki insan grubuna göre değiştirme yeteneğine sahipsin. Bir İranlının sağa bakıp sola gittiğini unutmayalım. Metaforu sever. Mesela İran kanallarından birinde seslendirilen “Deliler ve baykuşlar harabeleri neden sever?” eşitlemesinde aslında İranlıların kendisi var. Biraz çılgın, biraz bilge, kalabalığın içinde kendine odaklı, yıkmaya ve yeniden inşa etmeye yatkın.
Ayrıca heyecan içinde olmayı – arifeyi de sever. Gelecek sabahla bugün bayramlaşmaq, hissetmek. Yavaşlıktan dolayı zamanı hızlandırma çabası da İranlılara aittir. Böylesine karmaşık bir psikolojik portreyle iletişim satranç oyunu gibidir.
DataLife Engine – Панель управления (ethnoglobus.az)
Bir yanıt yazın