Türkiye bu hale gelirken, 35 yıldır hiçbir şey yapamamış olması nedeniyle ADD’nin kapatılmasını savunuyorum. Bize artık Yüce Atatürk’ün adını kullanmak yakışmıyor. Biz O’na layık değiliz. Ya O’na layık olacak şekilde çalışıp Ortaçağa gidişi durduralım ya da kapatalım. Son seçimde gösterdi ki delegeler gidişattan memnun ve aynı yönetimi yeniden seçtiler.
Aldığım geri bildirimlerin büyük çoğunluğu görüşlerime katılıyor…
Size, görüşlerine saygı duyduğum bir dostumun geri bildirimine verdiğim yanıtı gönderiyorum. Ne yazık ki ADD üyelerinin çoğunluğu böyle..
Saygılar..
“Sayın …
İlgilenip yanıt verdiğiniz için teşekkür ederim.
Sizinle aynı görüşteyim.
ADD … Şubesi kurulup üyelerle tanışmaya başladığımda, yazımda belirttiğim gibi arkadaşların çoğunun Atatürkçü Düşünce, sizin deyiminizle, “nedensel ve eleştirel düşünce” ile ilgilerinin, daha doğrusu yeterli bilgi ve birikimlerinin olmadığını, sadece Atatürk’ü sevdiklerini anladım.
Şube başkanı olduğumda, başlarda gelenek olduğu için medyatik konuşmacılar davet edip konferanslar düzenledik. Bu toplantılarda, genelde salon tıka basa doluyor, yazımda dediğim gibi, konuşmacı gaz verdikçe millet coşuyor ve konferansın sonunda insanlar mutlu bir şekilde evinin yolunu tutuyordu. Fakat ertesi gün, “dünkü konuşmadan nasıl bir çıkarımda bulunduklarını” sorguladığımda, genelde kimseden yeterli bir geri bildirim alamıyordum.
O yıllarda biz fakültemizde aktif eğitim sistemine geçmeye çalışıyorduk. Bu sistem, hocaların konferans tarzı kürsüden ders vermesi yerine, öğrencilerin dersi kendilerinin hazırlayıp, bir yönlendirici öğretim üyesinin gözetiminde aralarında tartışarak konuyu öğrenmeleri üzerine kurulmuştur.
Bunun için öğrenciler 7-8 kişilik gruplara ayrılır. Dersin konusu ile ilgili bir öğretim üyesi, konunun ana hatlarını ve yararlanılacak kaynakları hazırlayıp öğrencilere iletir. Öğrenciler bu kaynaklardan ve bulabilirlerse başka kaynaklardan yararlanarak hazırlanıp bir masa etrafında toplanırlar. İçlerinden biri dersi sunar. Diğerleri ekleme ve eleştirilerini yaparak sonunda bir ortak noktada anlaşırlar. Yönlendirici öğretim üyesinin görevi tartışmanın yanlış boyutlara gitmesini önleyip, konudan sapılmamasını sağlamaktır…
Bundan esinlenerek ADD de üyeleri eğitmek için benzer toplantılar yapmak istedim.
O yıllarda Cumhuriyet gazetesi, gazete ile birlikte küçük kitapçıklar veriyordu. Yönetim Kuruluna öneride bulundum: “haftanın kitabını seçelim. Üyelerimize duyuralım. Arkadaşlar okuyabilirlerse bu kitabı okuyup gelsinler. Okuyamamış da olsalar gelsinler ve15 günde bir toplanalım. Bir arkadaş kitabı özetlesin ve kitaptaki görüş üzerinde tartışalım.”
Önerim kabul edildi. 15 gün sonra ilk toplantımızı yaptık. Katılan kişi sayısı 5 idi. Oysa yönetim kurulumuz 9 kişiydi. Yani yönetim kurulu üyesi arkadaşlar bile gelmemişlerdi.
Bu ilki kaza kabul edelim dedik. 15 gün sonra bir toplantı daha düzenledik. Sayıda bir artış olmadı. Bunun üzerine projeyi sonlandırdık.
Bu projeyi, sizin dediğiniz gibi, “nedensel ve eleştirel düşünceyi benimsememiş, dogmatizmden yana kişileri ikna etmek” için değil, “akılcı düşünceyi dilinden düşürmeyen ama sorgulamaya dayanıksız düşünme zincirleriyle dogmatizmi eleştiren kişilerin rehabilitasyonu” için hazırlamıştık.
Üyelerimizi rehabilite etmek için çok uğraştım. “Hiç değilse her gün Cumhuriyet gazetesi okuyun” dediğimde, “Hocam Cumhuriyet çok ağır. Okumak için en az 2 saat gerek” diyorlardı. Bunu diyenlerin günde 7-8 saat kahvede taş ya da kağıt oynadıklarını görüyordum.
İşte ne yazık ki ülkemizin insan manzarası bu…
Bu insanların, çok eleştirdikleri, hatta alay ettikleri dogmatizm yanlısı kişilerden farkları yok. Onlar, örneğin Tayyip Erdoğan’ın peşine takılıp her dediğini alkışlıyor, bunlar da aynı şeyi Kılıçdaroğlu için yapıyorlardı. Şimdi de “kral öldü, yaşasın yeni kral” diyerek Özgür Özel’in peşinden gidiyorlar…
Sonuç olarak 80 yaşına adım atan ben, bu toplumdan umudumu kestim ve yurdumun geleceği hakkında da umutsuzum…
“Fakültedeki deneyiminiz ne oldu” derseniz. Ne yazık ki bu sistemi yürütemedik. Öncelikle öğrenci sayısı az olmalıydı. Fakat iktidarların baskısıyla YÖK sayıyı sürekli arttırıyordu. Daha da önemlisi her yeniliğe karşı olan gerici öğretim üyeleri buna da karşıydılar. AKP iktidar olup kendi rektörlerini atayınca bu sistem de çöpe atıldı…”