Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
Uluslararası Mahkemelerin İsrail ve Netanyahu Kararları
Gazze soykırımıyla ilgili iki uluslararası mahkeme arka arkaya önemli kararlar verdiler. Soykırım kelimesini kullanmadan, davalı ülke ve kişilerin soykırımdan yargılanma yolu açıldı. Kararların birbirini izlemesi, Siyonist cephenin muhtemel tepkilerini ortak karşılama anlamına gelebilir. Mahkemenin normal seyrinde de kararların yakın zamanlara rastladığı düşünülebilir. Bununla beraber uygulama araçları sınırlı olan uluslararası mahkemelerde karar verenlerin ihtiyatı elden bırakmamaları mümkündür. Genel olarak dünya patronlarını rahatsız edecek kararlara imza atmak kor ateşi tutmak kadar ürkütücü olduğu halde Siyonist liderler söz konusu ise durum daha kritiktir. Bu riski göze alarak adaleti sağlamaya çalışanların kıymeti de o derece değer kazanır.
Milletlerarası Adalet Divanı (MAD: International Court of Justice), BM Şartı’nda yer alan örgütün beş temel organından biridir. Mahkemenin çalışması ile ilgili ayrıntılar BM’nin kuruluş sözleşmesine eşdeğer MAD Statüsü’nde düzenlenmektedir. Buna göre mahkeme kişileri değil de görev kapsamındaki devletleri yargılar. Genellikle iki devlet arasında sınır, egemenlik kapsamındaki sorunların, iki tatraf da mutabık kaldığı halde çözümü bu mahkemeye gider. Bununla beraber devletler arasında çatışma aşamasına gelen binlerce sorunun çözümü için genellikle mahkemeye gidilmemektedir. Çünkü bu süreçte iki tarafın da ortak mutabakatını sağlama zorunluluğu bulunmaktadır.
1948 Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, uluslararası hukuk teâmüllerinden farklı olarak sözleşmeyi imzalamayan devletleri de bağlamaktadır. Bu anlamda sözleşmenin jus cogens (emredici hukuk kuralı) statüsü de MAD tarafından tanımlanmıştır. Divana karşı itiraz yolu bulunmadığı halde İsrail ve Netanyahu’nun kararlar üzerine, mahkemeye ve üyelerine saldırıları üzerine bu gerçekleri hatırlamak gerek. Benzeri birçok kararda mahkum olanlari kararın âdil olmadığından şikayet etmişlerdir. Fakat karar vericilerin tehdit edildiği örneği ilklerdendir.
1948 Sözleşmesi, madde 9’a göre, sözleşmenin tefsir, tatbik ve icrâsı yanında bu kapsamda cezalandırmayla ilgili ihtilaf durumunda taraflardan birininin başvurusu ile son kararı MAD verecektir. Bu husus Ermenistan’ın soykırım iddiaları için de geçerli olup bu iddiaları kapsamında tek başına MAD’na başvurması mümkün olduğu halde bugüne böyle bir yolu kullanmamıştır. Çünkü soykırım iddilalarını destekleyecek delilleri bulunmamaktadır. Aynı şekilde Güney Afrika Cumhuriyeti, MAD nezdinde İsrail’e karşı soykırım suçu kapsamında dava açtığında öncelikle mahkemenin yargılama yetkisi olmadığı söylenmiştir. Ancak, belirtilen hususlar kapsamında MAD davaya bakma yetkisinin olduğu kararını vererek bugünkü aşamaya gelmiştir.
1998 Roma Statüsü ile kurulunan Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM: International Criminal Court), soykırım dahil insancıl hukukla ilgili suçları yargılamak üzere kurulmuştur. UCM’nin MAD’ından temel farkı, kişileri yargılamasıdır. İnsancıl hukuk (çatışmalarda sivillerin korunması) suçları kapsamında kişileri yargılamak temel görevidir.
BM’in kuruluşundan itibaren önde gelen insan hakları kapsamındaki belgeler ve kurumlaşmalarda Yahudi lobisinin önemli katkısı olmuştur. Mesela Soykırım Sözleşmesi, önemli ölçüde Holokost sürecindeki eylemleri, uygulamaları tanımlamaktadır. Siyonistlerin kendisinden olmayanlara karşı saldırı ve soykırımlarının bu mahkkeme nezdinde gündeme gelmesi beklenmedik bir durumdu. Çünkü bu süreçte aynı zamanda siyaset, medya ve finans desteğine ihtiyaç olduğu, bu alanların daha ziyade kendi kontrollerinde olduğunu hesaba katmışlardır. Burada ele alınan iki mahkeme kararının da gerekli ilgiyi görmemesi, medya üzerinde Siyonist lobinin gücünden kaynaklanmaktadır.
Mahkemenin, İsrail’in soykırım suçu işlediğine dair Güney Afrika Cumhuriyeti’nin açtığı davayı, kabul etmesi önemli bir aşamaydı. Bununla birlikte insanlığa karşı suçlar kapsamındaki eylemlerin derhal sona ermesi için mahkeme tedbir kararı almış ve bir ay içinde rapor istemişti. Mahkemenin son kararında ise İsrail’in Filistinlilerin kısmen dahi yok olmasına yol açabilecek hayat şartlarına maruz bırakma saldırılarına son vermesini, Soykırımı Önleme Sözleşmesi kapsamındaki delillerin korunmasını, Gazze Şeridi’ne soruşturma ekiplerinin girişinin kolaylaştırılmasını, ihtiyaç duyulan mal ve hizmetlerin bölgeye engelsiz olarak sevki için Refah kapısının açık tutulmasını ve 1 ay içerisinde sivillerin korunması için alınan tedbirlerin rapor halinde mahkemeye sunulmasını istemiştir.
MAD, ilk kararında olduğu gibi bu ara kararında da açıkça soykırım ithamında bulunmamıştır. Mevcut durumu felaket olarak nitelediği halde konuyla ilgili karar süreci devam etmektedir. Ancak burada sayılan tedbirlerin muhatabı, İsrail’in devlet politikası olarak resmen uyguladığı eylem ve saldırılardır. Henüz mahkeme kararı olmadığı için hiçbir devlet hukuken soykırım ile suçlanamaz. “Filistinlilerin kısmen dahi yok olmasına yol açabilecek..” ifadesi kapsamındaki tedbirler İsrail’in mevcut delillere göre de soykırım yaptığının karinesidir. Belirtmek gerekir ki bu karar kapsamında İsrail’in soykırımı durdurması değil, fakat davacı Güney Afrika Cumhuriyeti’nin soykırım iddialarını araştırmak üzere engellerin kaldırılması talep edilmektedir.
UCM’nin Pakistan kökenli İngiltere vatandaşı Başsavcısı Kerim Han, başvuruları değerlendirerek Netanyahu ile Savunma Bakanı Gallant hakkında, insanlığa karşı suçları gerekçesiyle tutuklama kararı talebini mahkemeye iletmiştir. Mahkemenin kararı, İsrail yanında ABD tarafından da tepkiyle karşılanmıştır. Gerekçe olarak İsrail’in UCM’ne taraf olmadığı söylenmiştir. Halbuki Rusya’nın taraf olmadığı aynı mahkemenin, Putin ve ilgili bürokratı hakkındaki kararı, alkışla karşılanmıştı.
UCM Başsavcılığının tutuklama talebinde, Netanyahu ve Gallant yanında üç Hamas lideri de bulunmaktadır. Siyonist liboyu en çok rahatsız eden ise, İsrailli yöneticilerle Hamas liderlerinin arka arkaya zikredilmesidir. Böyle bir kararın alınması, Netanyahu veya Gallant’ın sözleşmeye taraf 124 ülkeden birine gittiklerinde tutuklanmasının yasal bir yükümlülük olduğu anlamına gelmektedir. Nitekim Putin, hakkında tutuklama kararı verildikten sonra önceden ilan edilen Güney Afrika’daki BRICS zirvesine katılım programını iptal etmiştir.
Başsavcının tutuklama talebi, son derece önemli olduğu halde nihai kararı mahkeme verecektir. Başsavcılığın bu kararına mesnet teşkil eden oldukça geniş delil dosyaları bulunmakta olup esasen İsrail yönetimi her fırsatta bu kapsamda delil teşkil edecek hususları resmi beyanlarla cömertçe sunmaktadır. Bunların hukuk tekniği açısından hazırlanmasında birçok ülkeden avukatlar çalışmaktadır. Dolayısıyla mahkemeden de iki lider için tutuklama kararı çıkması kuvvetle muhtemeldir. Bununla beraber başta Netanyahu olmak üzere İsrail ve ABD yetkililerinin bir uluslararası mahkeme başsavcılık kadrosunu tehdit etmeleri ilklerdendir. Savcının muhatap olduğu tehditler, diğer mahkeme üyelerini de hedef almakta olup bundan sonraki kararlarda etkisi beklenmektedir.
alaeddinyalcnkaya@gmail.com
twitter.com/alaeddinyalcink