Nerede o günler, o bayramlar denebilir, hatta o mutluluklar. Güzel bir şarkı bile olur HÜSEYNİ makamda. Bütün makamlarda mutlaka bir ahenk, anlam ve hissiyatın mevcut olmasını bekleriz. Hani olmasa ne olur? O zaman şarkı olmaz. Şarkı için bir hadise, bir ayrılık, bir hicran ve hüzün bulunması gerekir. Anlatımda yoksa kritik kelimeler, aşk hikayesi, acı ve elem, yahut hicranı ifade eden sözler, güfte oluşması imkansız gibi bir şey. Varsa cümlelerde bir özlem, bir hasret veya erişilmeyen bir hedef anlatımı, güfte hayat bulur. Bu anlatımlar, ne söyleyen insanı, nede söyleten muhatabı zor duruma düşürür. Kimisi platonik aşkı sever, kimi ise karşısındakine sevdiğini söyleyemez, işte o zaman hikaye başlar.
Her konuda hikaye yazılabilir, önemli olan hikayenin bir başlangıcı, bir gelişmesi, bir de bitişi olması matluptur. Bazen de bitmeyen hikayeler vardır. Hikaye başlar, devam eder ancak sonucu olmaz. Bunlara Yarım kalan hikayeler deriz. Bütün aşk hikayelerinin bir başlangıcı vardır, bir gelişmesi ve bir de bitişi. Yarım kalan aşkların hikayesine şiirler yazılmaz. Yada güfte yazılmaz. Çünkü o aşk yarım kalmış, bitmemiştir.
Delikanlılık çağımda severek okuduğum bir gazete vardı, Milliyet. Hatta deneyimli gazeteci Mete Akyol ‘un yazılarını okurdum bu gazetede. Çok sevdiğim Bedri Koraman’ın karikatürlerine bayılırdım. Hatta Bedri ustanın yayınlanan karikatürlerinin toplandığı bir de kitabı var bende. Milliyet gazetesinde takip ettiğim bir de çizgi romanlar vardı, okuduğum. Güngörmüşler,Fatoşile Basrive en önemlisi Hoş Memo. Bu çizimlerin bazılarını da Bedri Koraman yapardı. Başka ülkelerde yayınlanan bu karakterleri adapte edip, güncel konulara bindirirlerdi. Bu karakterlerden Hoş Memo, bazen dipsiz vadiye düşer , düşerken kayalardaki dallara tutunur, bir türlü vadinin sonuna gelemezdi. Hangi konuyu bu çizgi romana adapte ederseniz edin, çok güzel mesajlar çıkar ortaya .
Son 25 senede yani çeyrek asırda , Türkiye’de eğitim sistemi tam 23 defa değişikliğe uğradı. Şimdi konuyu ciddi olarak ele almamızda yarar olduğuna inanmaktayım. Çünkü 25 yılda 23 defa eğitim sistemi değişmemesi gerekir. Her sene eğitimde değişikliğe uğrayan bir başka ülke gösterin bana. Bir Ülkeyi çökertmek istiyorsanız, çocuk eğitimini devamlı değiştirin , genç beyinlerin verimini yok edersiniz. Sonunda Ülke çöker.
Çocukluğumuzda 5+3+3 gibi bir düzen vardı. Genel kültüre dayalı ve bilhassa tarih ve fen ağırlıklı idi. Daha sonra 8+3 gibi düzen getirdiler çocukların eğitimine. Bu da pek tutmadı, çünkü toplum dini eğitim konusu tercih etmemekteydi. Bu nedenle bazı cemaatlerin baskısı ile 4+4+4 sistemine 2013 yılında geçildi. Buda bir çok cemaatleri kesmedi. Çünkü Üniversite sınavlarında başarı oranı, imam hatip okulları mezunlarında çok düşük seviyede kalması, bu sonucunu doğurdu.
Bu nedenle devlet dairelerine eleman almak için yapılan yazılı sınavlardan sonrası, bir de mülakat eklenince, devletin kademeleri yeteneksiz torpilli iktidar yandaşları ile dolmaya başlamasının önü açıldı. Böylelikle Devletin kademeleri vasıfsız insanlarla dolmaya başladı. Ülkem, bu vasıfsız insanlardan, olmayan becerilerinden, gelecek için medet ummaya başladı . Kimi yerde bu adamları önemli mevkilere getirdiler. Ancak bunlardan karar verme yetkisini aldılar. Çünkü konular hakkında sınırlı fikir beyan etme yetki varlığı, iplerin bir merkezden kumanda edildiğini gösterir. Adam eğitim sisteminin başında, ancak müfredat değişikliği saray tarafından, cemaatlere danışılarak hazırlanmakta. Sonunda, hazırlanan müfredat, beyzadeye verilmekte. ‘Al Bunu Tatbik Et’ yada ‘ İstemiyorsan bırak, başkasını oturtur, onu vazifelendiririz.’ denilmekte.
Bu gerçeği Maliye Bakanlığı ve de Merkez Bankası başkanlığı atamalarında izlemedik mi ? Ben ekonomistim, ekonomi benden sorulur, diyerek ekonomiyi karanlık bir tünele sokmasındaki beceriyi, şimdi eğitim sistemi içinde uygulamaya koymakta. Netice itibari ile saraydaki vasıfsız piyonların, Ülkenin ve sistemin çökmesi için çalışmalarını izlerken, ümitsizliğe kapılmaktayım.
Bazen, 13 kasım 1918 de Mustafa Kemal Paşa,yaveri CEVAD ABBAS’ın yaşlı gözlerle seyrettiği itilaf devlerinin savaş gemileri arasından Kartalistim botu ile geçerken üzüldüğünü gören Mustafa Kemal Paşa yaverine, ‘Üzülme Geldikleri Gibi Giderler’ sözleri gelir aklıma . Busöz geniş zaman içinde geçerlidir.
Hani ülkemizi yönetenler iktidara gelirken birkaç konuyu düzeltme sözü ile seçmenine taahhüde bulunmuştu. İlki Adalet olacak diye söz verdiler. Ülkemiz kanun dışı çetelerin mekanı haline geldiğini seyrettik. Günümüzde Adalet’in de siyasallaşmasını seyretmekteyiz. Adalet olmayınca yabancı yatırımcı da ülkeye gelmemekte.
Birde Kalkınma sözü verilmişti. Bu nedenle ‘Adalet ve Kalkınma Partisi’ adına sahip çıkma sözünü, halka telaffuz ettiler. Ancak Cumhuriyet tarihimizde edindiğimiz bütün varlıkları satarak, Şatafatlı Sarayların yapılmasını, beş tane firmanın kalkınmasını izledik, senelerdir. Bu nedenle gelecek için endişelerimiz tavan yaptı.
Hani rahmetle andığım SAKIPağa’nın bir sözü vardır ‘ ÜÇÜN BİRİ KALDI ELİMİZDE ‘ işte tam bu sözdeyiz bu gün, 3 ün biri kaldı elimizde .
Halktan tasarruf etmesini isteyen Devletin üst kademesinden birisi, sarayın sözlerini dile getirerek, ekranlara söylediği sözleri dikkatle dinlediniz mi ? ‘ Kamuda tasarruf çalışmalarına, Sarayın talimatı ile, ciddi bir çalışma başlatıldığını’ ifade etmekte. Tasarrufa gidilecek denmemekte, çalışma başlatıldığını söylemekte, bunun devlet ciddiyetineresinde diye adama sormazlar mı? Diye bir sözüm geldi söyledim, hem nalına hem mıhına.