Üniversite Sıralamaları Gerçekten Üniversitelerin Bilimsel Tutum, Başarı ve Eğitim Kalitesini Ölçüyor mu? Yoksa!! .. İşin Pazarlaması mı? Yapılıyor
Üniversite Sıralaması Yapan Kuruluşlara Artan Tepkiler Neyin Eleştirisi?
Son dönemlerde dünyanın en iyi üniversiteleri sıralamasında 80’ci olan İsviçre’nin Zürih Üniversitesi THE (Times Higher Education World University Rankings) sıralaması sonuçlarının gerçeği yansıtmayan, sahte teşvikler yarattığını belirterek dünya sıralaması için artık veri sağlamayacağını açıklayarak sıralamadan çekilmiştir. Zürih üniversitesi haklı olarak “Sıralamalar genellikle üniversitelerin ürettiği bilginin içeriğinin kalitesine öncelik vermek yerine ölçülebilir çıktılar olarak yayın sayısını arttırmaya odaklanmasına yönelik teşvikler yaratmaktadır” gerekçesini sunarak sıralama değerlendiricilerine kötü notlar veren ve sayıları giderek artan küresel eğitim ağır topları listesine katılmıştır. Zürih (SWI swissinfo.ch‘a yayını) aynı zamanda QS, Shanghai, US News ve World Report gibi “diğer uluslararası sıralamalarla devam edip etmemeyi düşündüğünü” de eklemiş ve ‘şimdilik’ THE ile çalışmama kararı aldığını açıklamıştır.
Dünya üniversite sıralamasını 1980’li yıllardan sonra uluslararası öğrenci hareketliliği artınca pek çok öğrencinin nerede en iyi eğitim göreceğine karar verirken üniversite sıralamalarını incelemesini fırsat bilerek eğitimi paralı hale getiren İngiltere ve ABD üniversiteleri başlattılar. Bu konuda Londra merkezli Times Higher Education (THE) sıralama kriterleri belirleyerek ölçümlerini yapma yoluyla üniversiteleri yayın, atıf, Nobel ödülü alan elemanları vs. gibi çoğu üniversitenin zor sağlayacağı ölçütler ortaya koydular. Ayrıca zaman içinde değişik ölçüm kuruluşları bu işi gelir kaynağı durumuna getirerek değerlendirdikleri üniversitelerden değerlendirme karşılığı para almaya başladılar.
Bu konuda 05 09 2007 tarihinde yazdığım “Türk Üniversiteleri ilk 500 Sıralamasına Girebildi mi?” (Ortaş, 2007) başlıklı yazımda bilimsel olarak hangi başarıları göstererek ilk 500 sıralamasının içinde 5 üniversitemizin sıralamada kendilerine yer bulduğunu sorgulamıştım. Yazıma yeniden baktığımda THE kuruluşunun üniversitelere çok pahalı olan raporlarını aldırttığını ve bazı üniversitelerin sıralamada kendine yer bulmak için şirketler ile ilişki içinde olduklarını belirtmişim. Maalesef geriye doğru baktığımızda THE ve QS gibi kuruluşların tamamen ticari amaçlı çalıştıkları görülüyor. Yaptığım analizlerle sık sık bazı üniversitelerin sırlamalarının sık değişimlerini başlangıçta anlayamamıştım. Üniversite sırlamaları konusunda kafa yoran, önemli çalışmalar yapmış değerli bir hocamızın ifadesi ile THE ve QS gibi şirketler “ürün” sattıkları üniversiteleri sıralamalarda hızlıca yükseltip birkaç yıl sonra tekrar geri sıralara indirdikleri biliniyor” diyor. Ancak bütün ölçütler geçeğin farklı oluğu sahadaki yansımalarından anlıyoruz.
Zürih Üniversitesinin ve benzeri gelişmiş üniversitelerin haklı olarak gündeme getirdikleri gibi ölçülen yayın, atıf ve öğrenci sayılarından çok üniversitenin felsefi duruşu ile sanat, bilim ve toplum hizmetleri düzeyleri daha önemli olmalı. Asıl olan doğaya ve insana ilişkin bilinmezlikleri deşifre etmek, bilgi üretmek ve toplumun yaşam standartlarını yükseltecek aydınlatıcı bilgi paylaşımıdır.
Diğer taraftan ülkelerin giderek farklılaşan kişi başı ulusal gelirleri, üniversitelere ayrılan bütçeleri ve bilime bakış açıları bazı üniversiteleri çok güçlendirirken, hâlen kütüphanesi olmayan, alt yapısı oluşmamış üniversiteler arasında yaratılmış olan yarıştan geriye düşmeme durumu gelişmekte olan ülkelerin üniversiteleri üzerinde baskı kurmaktadır. Eğitimin ve araştırmanın önemi artıkça Türkiye dâhil birçok ülke yurtdışına öğrenci göndererek yeni bilgi edinme ve teknoloji geliştirme peşinde koşmaktadır (Ortaş, 2022; Türkiye Üniversiteleri Olgusu). Batı ülkelerince gelişmiş üniversitelerinin bacasız fabrikalar olarak değerlendirilerek paralı eğitim sunmaları hizmet alanları seçici olmaya zorlamaktadır. Hangi ülkenin hangi iyi üniversitesine gideceklerini seçen öğrencilerin ve araştırmacıların yanı sıra üniversitelerin sıralamadaki yeri de ayrıca önemsenmektedir.
Diğer taraftan üniversitelerin kendi içinde karşı karşıya olduğu sıralama kuruluşlarının yaptığı sıralamaların talep ettiği; akademik makale sayısı, atıf sayısı, uluslararası ilişkiler Nobel ve diğer ödül alan bilim insanı sayısı farklı kriterleri sağlamak için yeni önlemler almaya iten, zaman tüketici, pahalı uğraşılar.
İşin Aslı Nitelikli Bilim İnsanı ve Akademik Yeterliliği Olan Öğrenciye Sahip Olmaktadır.
Ancak şu gerçek ki, bütün itirazlarımıza rağmen üniversitelerimizin dünyadan kopmaması ve ülkemizin kendi ağırlığına yakışır sayıda araştırma ve eğitim kalitesi yüksek, nitelikli akademik kadroları olan, akademik başarısı yüksek öğrenciler tarafından tercih edilen üniversitelere sahip olması gerekmektedir. Uluslararası yarıştan kopmamak için kendi kulvarımızda üniversite sorumluluğumuzu yerine getirmek zorundayız. En azından üniversitelilik bilinci ile, reklam veya göz boyamak için değil, doğanın ve toplumun gizemlerini deşifre etmek, sorun çözmeye dayalı araştırma yapmak, nitelikli insan yetiştirmek ve toplumu aydınlatmak için kendimiz ile yarışmak zorundayız.
Gelişmiş Üniversitelerin Yapabildiği Ancak Bizim Yapamadığımız Bilim İnsanı Yetiştirme Sorunu
Çok önemsediğim “Doktora akademisyenin kuyruğudur, o nereye giderse, ömrü boyunca onu takip eder.” sözünün özü asıl olanın nitelikli doktora yapmaktır, bunun için de doktorantın içinde yetiştiği ortamın kalitesinin yeterli olması gerekir. Nihayet YÖK yurtdışından alınan diplomaların denkliği için ilk 400 sıralamadaki üniversite diplomalarını kabul edeceğini belirterek akredite olmayan üniversiteye öğrenci göndermek istenmediğini açıklamaktadır. Bunun anlamı yurtdışında niteliği düşük üniversitelerde alınan diploma yerine bilimsel niteliği yüksek olan kurumlardan alınan diplomalara ihtiyaç oluğunu belirtiyor.
Batının gelişmiş üniversitelerinin başarısının altındaki etmenlere bakıldığında alt yapı, bütçe ve diğer olanaklar yanında bilim insanı yetiştirme ve sistem içinde kapasite geliştirmenin yattığı görülmektedir. Şöyle ki:
1-sistem kendi içinde bilim insanı özelliklerine sahip, araştırmacı ruhuna sahip, bilimsel düşünme ve üretme kapasitesine sahip insanlar yetiştiriyor.
2- sistem akademik havuza, yani akademisyen havuzuna başarılı lisansüstü öğrencileri üzerinden sürekli olarak taze kan katmakta.
3- akademik yükselmelerde üniversitenin asgari kriter ve normlarını dikkate alarak havuzdaki zayıf bireyleri elemekte, nitelik ve sürekliliği yüksek olanları seçerek akademik kadrolara alınmasını sağlıyor. Duygusallıktan çok işin niteliğine uygun objektif ölçüler içinde ciddi bir eleme sistemiyle bilimsel bilgi üretmeyen, yayınlamayan, bilime ve bilimsel eğitime katkı sunmayanları kendi içinde otomatik olarak eliyor.
Ne yazık ki ülkemiz bilim insanı yetiştirme konusunda benimsenmiş ve üniversitelerce kabul görmüş bir bilim politikası ve bilim insanının başarısını izleyen sistem sahibi olmadı. Bilim yapın demekle bilimin yapılmadığı görülmüş olup bilgi çağına uygun yeni bir paradigma yaratılması kaçınılmazdır.
Türkiye Çağdan Kopmamak İçin Öncelikle Kendi Bilim Politikasına Uygun Nitelikli Araştırma ve Eğitimin Kalitesini Yükseltmesi Gerekir.
Uzun zamandır üniversiteler sıralamasını değerlendiren bir araştırıcı olmanın sorumluluğu ile prensip olarak ekonomik olarak ayrışmış dünyanın gelişmiş ülkelerinin bilime ayırdıkları bütçe, kaynak alt yapı olanakları ile çok sayıdaki yoksul ülkenin ayırabildiklerinin çok farklı olduğu bir durumda gelişmiş ülkelerin ölçüleriyle yapılacak bir yarış ve sıralama hakkaniyetli olmayacaktır. Gelişmiş ülkelerin üniversitelerinin sahip olukları yüksek bütçeleri ile sağladıkları nitelikli beyin göçü ve nitelikli öğrencilere burs imkânı karşısında gelişmekte olan ülkelerin üniversitelerinin yarışması çok kolay olmayacaktır. Nihayet dünyanın 193 ülkesinin geliri en yüksek olan yaklaşık 40 kadar ülkesi dünyada ilk 500 üniversitesi sıralamasında kendilerine yer bulmaktadır.
Bugün bilimsel olarak önde olmanın bilinen reçetesi, nitelikli öğretim üyesi kadroları, akademik yeterliliği gelişmiş öğrenci kabulü, ileri teknolojiye sahip laboratuvar alt yapısı, yüksek araştırma bütçesi, kütüphane ve bilgiye erişim olanakları ve bilimsel konularda özgür düşünme ortamıdır. Eğer üniversitelerinizde nitelikli doktora yaparak bilgi üretecek, analitik düşünme becerisine sahip ve düşündüğünü rahatça ifade edebilecek ortam varsa orada yeni bilgi de üretilir, nitelikli bilim insanı da yetişir.
Diğer ülkelerin artık batının milyar dolarlık araştırma bütçeleri ile yarışması mümkün olmadığı için bu ülkelerin kendi içinde kendi nitelikli araştırma stratejilerini ve iç denetim sistemlerini geliştirerek varlıklarını korumak durumundadırlar. Ülkemiz dünyadaki bilimsel gelişmelerden kopmadan kendi belirlediği bilim politikaları ve stratejilerini işlevselleştirmesi şimdilik en gerçekçi yaklaşım olacaktır. Dünyada gelişmenin ve kalkınmanın dinamosu bilimsel bilgi ve teknoloji geliştirmek oluğu için kuru kuru yarışa girmek yerine nitelikli bilgi üretimine yönelik yeni strateji ve paradigmalar geliştirmekten başka çaresi yoktur.
Bütünlüklü bir bilim anlayışı ve planlama ile Türkiye üniversiteleri ve bilimi kısa sürede hak ettiği yeri alacağına inanıyorum. Yeter ki doğru politikaları ve doğru kişiler ile hedefe odaklanalım.
Üniversite Sıralamaları Gerçekten Üniversitelerin Bilimsel Tutum, Başarı ve Eğitim Kalitesini Ölçüyor mu? Yoksa!! .. İşin Pazarlaması mı? Yapılıyor
İbrahim Ortaş, iortas@cu.edu.tr
Üniversite Sıralaması Yapan Kuruluşlara Artan Tepkiler Neyin Eleştirisi?
Son dönemlerde dünyanın en iyi üniversiteleri sıralamasında 80’ci olan İsviçre’nin Zürih Üniversitesi THE (Times Higher Education World University Rankings) sıralaması sonuçlarının gerçeği yansıtmayan, sahte teşvikler yarattığını belirterek dünya sıralaması için artık veri sağlamayacağını açıklayarak sıralamadan çekilmiştir. Zürih üniversitesi haklı olarak “Sıralamalar genellikle üniversitelerin ürettiği bilginin içeriğinin kalitesine öncelik vermek yerine ölçülebilir çıktılar olarak yayın sayısını arttırmaya odaklanmasına yönelik teşvikler yaratmaktadır” gerekçesini sunarak sıralama değerlendiricilerine kötü notlar veren ve sayıları giderek artan küresel eğitim ağır topları listesine katılmıştır. Zürih (SWI swissinfo.ch‘a yayını) aynı zamanda QS, Shanghai, US News ve World Report gibi “diğer uluslararası sıralamalarla devam edip etmemeyi düşündüğünü” de eklemiş ve ‘şimdilik’ THE ile çalışmama kararı aldığını açıklamıştır.
Dünya üniversite sıralamasını 1980’li yıllardan sonra uluslararası öğrenci hareketliliği artınca pek çok öğrencinin nerede en iyi eğitim göreceğine karar verirken üniversite sıralamalarını incelemesini fırsat bilerek eğitimi paralı hale getiren İngiltere ve ABD üniversiteleri başlattılar. Bu konuda Londra merkezli Times Higher Education (THE) sıralama kriterleri belirleyerek ölçümlerini yapma yoluyla üniversiteleri yayın, atıf, Nobel ödülü alan elemanları vs. gibi çoğu üniversitenin zor sağlayacağı ölçütler ortaya koydular. Ayrıca zaman içinde değişik ölçüm kuruluşları bu işi gelir kaynağı durumuna getirerek değerlendirdikleri üniversitelerden değerlendirme karşılığı para almaya başladılar.
Bu konuda 05 09 2007 tarihinde yazdığım “Türk Üniversiteleri ilk 500 Sıralamasına Girebildi mi?” (Ortaş, 2007) başlıklı yazımda bilimsel olarak hangi başarıları göstererek ilk 500 sıralamasının içinde 5 üniversitemizin sıralamada kendilerine yer bulduğunu sorgulamıştım. Yazıma yeniden baktığımda THE kuruluşunun üniversitelere çok pahalı olan raporlarını aldırttığını ve bazı üniversitelerin sıralamada kendine yer bulmak için şirketler ile ilişki içinde olduklarını belirtmişim. Maalesef geriye doğru baktığımızda THE ve QS gibi kuruluşların tamamen ticari amaçlı çalıştıkları görülüyor. Yaptığım analizlerle sık sık bazı üniversitelerin sırlamalarının sık değişimlerini başlangıçta anlayamamıştım. Üniversite sırlamaları konusunda kafa yoran, önemli çalışmalar yapmış değerli bir hocamızın ifadesi ile THE ve QS gibi şirketler “ürün” sattıkları üniversiteleri sıralamalarda hızlıca yükseltip birkaç yıl sonra tekrar geri sıralara indirdikleri biliniyor” diyor. Ancak bütün ölçütler geçeğin farklı oluğu sahadaki yansımalarından anlıyoruz.
Zürih Üniversitesinin ve benzeri gelişmiş üniversitelerin haklı olarak gündeme getirdikleri gibi ölçülen yayın, atıf ve öğrenci sayılarından çok üniversitenin felsefi duruşu ile sanat, bilim ve toplum hizmetleri düzeyleri daha önemli olmalı. Asıl olan doğaya ve insana ilişkin bilinmezlikleri deşifre etmek, bilgi üretmek ve toplumun yaşam standartlarını yükseltecek aydınlatıcı bilgi paylaşımıdır.
Diğer taraftan ülkelerin giderek farklılaşan kişi başı ulusal gelirleri, üniversitelere ayrılan bütçeleri ve bilime bakış açıları bazı üniversiteleri çok güçlendirirken, hâlen kütüphanesi olmayan, alt yapısı oluşmamış üniversiteler arasında yaratılmış olan yarıştan geriye düşmeme durumu gelişmekte olan ülkelerin üniversiteleri üzerinde baskı kurmaktadır. Eğitimin ve araştırmanın önemi artıkça Türkiye dâhil birçok ülke yurtdışına öğrenci göndererek yeni bilgi edinme ve teknoloji geliştirme peşinde koşmaktadır (Ortaş, 2022; Türkiye Üniversiteleri Olgusu). Batı ülkelerince gelişmiş üniversitelerinin bacasız fabrikalar olarak değerlendirilerek paralı eğitim sunmaları hizmet alanları seçici olmaya zorlamaktadır. Hangi ülkenin hangi iyi üniversitesine gideceklerini seçen öğrencilerin ve araştırmacıların yanı sıra üniversitelerin sıralamadaki yeri de ayrıca önemsenmektedir.
Diğer taraftan üniversitelerin kendi içinde karşı karşıya olduğu sıralama kuruluşlarının yaptığı sıralamaların talep ettiği; akademik makale sayısı, atıf sayısı, uluslararası ilişkiler Nobel ve diğer ödül alan bilim insanı sayısı farklı kriterleri sağlamak için yeni önlemler almaya iten, zaman tüketici, pahalı uğraşılar.
İşin Aslı Nitelikli Bilim İnsanı ve Akademik Yeterliliği Olan Öğrenciye Sahip Olmaktadır.
Ancak şu gerçek ki, bütün itirazlarımıza rağmen üniversitelerimizin dünyadan kopmaması ve ülkemizin kendi ağırlığına yakışır sayıda araştırma ve eğitim kalitesi yüksek, nitelikli akademik kadroları olan, akademik başarısı yüksek öğrenciler tarafından tercih edilen üniversitelere sahip olması gerekmektedir. Uluslararası yarıştan kopmamak için kendi kulvarımızda üniversite sorumluluğumuzu yerine getirmek zorundayız. En azından üniversitelilik bilinci ile, reklam veya göz boyamak için değil, doğanın ve toplumun gizemlerini deşifre etmek, sorun çözmeye dayalı araştırma yapmak, nitelikli insan yetiştirmek ve toplumu aydınlatmak için kendimiz ile yarışmak zorundayız.
Gelişmiş Üniversitelerin Yapabildiği Ancak Bizim Yapamadığımız Bilim İnsanı Yetiştirme Sorunu
Çok önemsediğim “Doktora akademisyenin kuyruğudur, o nereye giderse, ömrü boyunca onu takip eder.” sözünün özü asıl olanın nitelikli doktora yapmaktır, bunun için de doktorantın içinde yetiştiği ortamın kalitesinin yeterli olması gerekir. Nihayet YÖK yurtdışından alınan diplomaların denkliği için ilk 400 sıralamadaki üniversite diplomalarını kabul edeceğini belirterek akredite olmayan üniversiteye öğrenci göndermek istenmediğini açıklamaktadır. Bunun anlamı yurtdışında niteliği düşük üniversitelerde alınan diploma yerine bilimsel niteliği yüksek olan kurumlardan alınan diplomalara ihtiyaç oluğunu belirtiyor.
Batının gelişmiş üniversitelerinin başarısının altındaki etmenlere bakıldığında alt yapı, bütçe ve diğer olanaklar yanında bilim insanı yetiştirme ve sistem içinde kapasite geliştirmenin yattığı görülmektedir. Şöyle ki:
1-sistem kendi içinde bilim insanı özelliklerine sahip, araştırmacı ruhuna sahip, bilimsel düşünme ve üretme kapasitesine sahip insanlar yetiştiriyor.
2- sistem akademik havuza, yani akademisyen havuzuna başarılı lisansüstü öğrencileri üzerinden sürekli olarak taze kan katmakta.
3- akademik yükselmelerde üniversitenin asgari kriter ve normlarını dikkate alarak havuzdaki zayıf bireyleri elemekte, nitelik ve sürekliliği yüksek olanları seçerek akademik kadrolara alınmasını sağlıyor. Duygusallıktan çok işin niteliğine uygun objektif ölçüler içinde ciddi bir eleme sistemiyle bilimsel bilgi üretmeyen, yayınlamayan, bilime ve bilimsel eğitime katkı sunmayanları kendi içinde otomatik olarak eliyor.
Ne yazık ki ülkemiz bilim insanı yetiştirme konusunda benimsenmiş ve üniversitelerce kabul görmüş bir bilim politikası ve bilim insanının başarısını izleyen sistem sahibi olmadı. Bilim yapın demekle bilimin yapılmadığı görülmüş olup bilgi çağına uygun yeni bir paradigma yaratılması kaçınılmazdır.
Türkiye Çağdan Kopmamak İçin Öncelikle Kendi Bilim Politikasına Uygun Nitelikli Araştırma ve Eğitimin Kalitesini Yükseltmesi Gerekir.
Uzun zamandır üniversiteler sıralamasını değerlendiren bir araştırıcı olmanın sorumluluğu ile prensip olarak ekonomik olarak ayrışmış dünyanın gelişmiş ülkelerinin bilime ayırdıkları bütçe, kaynak alt yapı olanakları ile çok sayıdaki yoksul ülkenin ayırabildiklerinin çok farklı olduğu bir durumda gelişmiş ülkelerin ölçüleriyle yapılacak bir yarış ve sıralama hakkaniyetli olmayacaktır. Gelişmiş ülkelerin üniversitelerinin sahip olukları yüksek bütçeleri ile sağladıkları nitelikli beyin göçü ve nitelikli öğrencilere burs imkânı karşısında gelişmekte olan ülkelerin üniversitelerinin yarışması çok kolay olmayacaktır. Nihayet dünyanın 193 ülkesinin geliri en yüksek olan yaklaşık 40 kadar ülkesi dünyada ilk 500 üniversitesi sıralamasında kendilerine yer bulmaktadır.
Bugün bilimsel olarak önde olmanın bilinen reçetesi, nitelikli öğretim üyesi kadroları, akademik yeterliliği gelişmiş öğrenci kabulü, ileri teknolojiye sahip laboratuvar alt yapısı, yüksek araştırma bütçesi, kütüphane ve bilgiye erişim olanakları ve bilimsel konularda özgür düşünme ortamıdır. Eğer üniversitelerinizde nitelikli doktora yaparak bilgi üretecek, analitik düşünme becerisine sahip ve düşündüğünü rahatça ifade edebilecek ortam varsa orada yeni bilgi de üretilir, nitelikli bilim insanı da yetişir.
Diğer ülkelerin artık batının milyar dolarlık araştırma bütçeleri ile yarışması mümkün olmadığı için bu ülkelerin kendi içinde kendi nitelikli araştırma stratejilerini ve iç denetim sistemlerini geliştirerek varlıklarını korumak durumundadırlar. Ülkemiz dünyadaki bilimsel gelişmelerden kopmadan kendi belirlediği bilim politikaları ve stratejilerini işlevselleştirmesi şimdilik en gerçekçi yaklaşım olacaktır. Dünyada gelişmenin ve kalkınmanın dinamosu bilimsel bilgi ve teknoloji geliştirmek oluğu için kuru kuru yarışa girmek yerine nitelikli bilgi üretimine yönelik yeni strateji ve paradigmalar geliştirmekten başka çaresi yoktur.
Bütünlüklü bir bilim anlayışı ve planlama ile Türkiye üniversiteleri ve bilimi kısa sürede hak ettiği yeri alacağına inanıyorum. Yeter ki doğru politikaları ve doğru kişiler ile hedefe odaklanalım.
Bir yanıt yazın