Güney Azerbaycan’dan vatanını terk etmek zorunda kalan bir gencin hikâyesi.
Ağabeyi mollalar tarafından idam edilmiş halkın gözü önünde, konuşmak bir araya gelmek yasak.
Yaşlı bir ana ve tek evladının gözünün önünden ayrılmasını istemiyor.
Ama oğlu gitmek zorunda, gitmezse Fars rejimi küçük bir bahaneyle ya zindana veya idama götürecek, gidişat bunu gösteriyor.
Ana yüreği dayanır mı?
Oğul anaya ülkeyi terk edeceğini söylüyor ve ana:
-Oğlum gözümün önünde mezarın olacaksa, uzaklarda ol yine gözümün önündesin, diyor.
Ve Batı Avrupa ülkelerine oğul hicret ediyor.
Dokuz yıl anasıyla telefonda görüşüyor, fakat bir gün komşusu Hasan Dayı annesinin yerine arıyor ve Annesinin vefat ettiğini söylüyor.
Oğul Cenazeye gitmek istiyor fakat Hasan Emmi:
-Anan bize vasiyet etti, oğluma beni toprağa gömdükten sonra ölümümü bildirin, gelmesin. Diyor.
Hikâyede kendimi buldum.
Dokuz yıl sekiz ay yirmi gün hapisliğim aklıma geldi ve sonra infazım yandığında yurt dışına çıkışım.
İki ayrı ülkede iki Türk insanının hikâyesi bize gerçekleri göz önüne sürüyor.
Biz Türklerin öz yurdunda garip ve yaşayamaz hale gelmesi.
Eluca Atali hocamız İsveç’te yaşıyor, yaşamış ve gözlemlemiş olduğu olayları: “Umudunu yitirmeden Hürriyet aşkıyla” yazmış.
Elinize, yüreğinize sağlık Eluca hocam.
Hikayeyi okuyunca yüreğim dağlandı ve kendimi hikayenizdeki gencin yerine koydum.
On yıl ülkeme gidemedim ve babamın vefatını toprağa konulduktan sonra öğrendim.
Kaderlerimiz aynı, hedeflerimiz aynı: “Türk vatanında insanca yaşamak” tek gayemiz.