YALANDAN KİM ÖLMÜŞ Kİ 

Doğru söze bayılırım. Hani düşündüğünü hiç süzgeçten geçirmeden olduğu gibi söyleyen insanlar vardır ya, işte en sevdiğim insanlar onlardır. Hatta bazı kadınlar vardır görünümü kibardır, ancak kızdıkları zaman ağzına hangi laf gelirse gelsin, söyleyenlere bayılırım. Çok sevdiğimiz yakın bir dostumuz vardı, yakın tarihte yitirdik, çok kızdığı zaman  erkek gibi küfürlü sözler söylemekten hiç sakınmazdı. Hani o sözleri telaffuz etmesi bile ona çok yakışırdı. Sedef, kızdığı zaman, ben parmaklarımla kulaklarımı kapatırdım, küfürleri duymamak adına. Onunla çarşı pazarda dolaşmak bile cesaret isterdi. Kızdığı esnafa ağzına ne gelirse söylerdi.

Günlük hayatımızda çok hadiselere şahit oluruz, kimi zaman kendimizi tutamaz, ağzımıza ne gelirse söyleriz ya , geçirmekte olduğumuz son üç beş senedir, karşılaştığımız hayat şartlarına  kendimizi tutamaz, içimizden de olsa bazı galiz sözleri söylemekteyiz. 

İnsanlar bence isimleri ile yaşarlar, hatta soyadları ile anılırlar. Kimi zaman iyi hatırlanır, kimi zaman ise yaşamında yaptığı hatalardan ötürü kendisine lakab takılır, onunla anılır.  19 Mayıs Stadyumunda maçlarda , tıpkı İstanbul’da Galatasary’lı Karınca Ezmez Şevki gibi, Ankara’da oynanan maçlarda bir amigo vardı. Kendisi PALAVRA olarak bilinir, Kanımca bu Amigo, Palavra Orhan olarak bilinirdi. Neden Palavra diye anılır, pek hatırlamamaktayım. Bu lakab Amigo ile beraber yaşadı gitti. Ankara, Kızılay’da, Zafer parkı üstündeki Bayındır Sokakta bir meyhane açmıştı Orhan, adıda ‘PALAVRA’nın MEYHANESİ’ . Bir kaç kez gittiğimi hatırlarım.  

Yatılı okullarda talebeler arkadaşlarına taktıkları lakab gibiydi bu Palavra lakabı. Ancak bu takılan lakablar, mutlaka kişiye tam bir elbise gibi otururdu. Kililere karakter verirdi bu lakablar. Hatta lakablar hiç yanılmaz bir etiket olurdu o insan için.

Türk sanat müziğinde bir makamı çok severim, Hicaz. Bu makam Türk sanat müziğinde dügah perdesinde karar kılan bir makam ve perdedir. DO diyez notasını andıran bir perdedir. Hicaz makamı Arabistan’da iki şehri, hem Mekke hemde Medineyi, içine alan bir bölgeye verilen ad olarak bilinir. Aslında Hicaz makamı, bir birine yakın olan dört makamı içine alan bir aile makam olarak anılır. 

Hümayun, Uzzal ve Zigüleli Hicaz’ı kapsayan bir şemsiye altında olan bu makama bir bütünde HİCAZ olarak tanımlanır. Türk sanat müziğinde en fazla eser bulunan makam Hicaz makamıdır. Yaklaşık kayıtlı 2359 eser vardır bu makamda ve hepsi bir birinden güzeldir. Bu makamı Nihavent makamı takip eder ve Nihavent makamında kayıtlı 2273 adet eser bulunmaktadır. 

Bir çok bestekarların yüzlerce eserlerinden günümüze sadece bir kısmı ulaşmıştır. Mesela Hamamızade İsmail Dede Efendi 500 kadar beste yapmış ancak 300 e yakın bir kısmının, günümüze kadar ulaşmış olduğunu biliyoruz.

Hicaz makamında bir çok eseri keyifle ve severek dinlerim. Zaman zaman dinlerken de eşlik etmesini severim. Bimen Ağa, Yusuf Nalkesen, Avni Anıl ve Münir Nurettin Selçuk gibi ustalar, bu makamda çok eserler vermişlerdir. Bimen Ağa nın eserleri genelde hüzün içerdiği için büyük önderAtatürk ‘ neşeli, canlı eserin yokmu Bimen Efendi?’ diye sorması üzerine, Bimen effendi ‘Yüzüm Şen, Hatıram Şen, Meclisim Şen, Mevkiim Gülşen’  adlı bestesini yapmış, ve Atatürk’e de sunmuştur. Bu nedenle ATA rahmetlikte, 1934 senesinde çıkan soyadı kanunu sonrası, kendisine ŞEN soyadını verdiğini söylerler. Bimen Ağa’yı biz, bu nedenle Bimen ŞEN olarak biliriz.  Hatta ‘ Acaba Şen misin Kederin Varmı ? Ne Kadar Dertliyim Haberin Varmı ?’ adlı Hicaz eserinde bestekarı olan Bimen Şen, Türk sanat müziğine yüzlerce eser vermis değerli bir bestekardır. 

Yakından tanıdığım değerli bir ustayı da anmak isterim, Yusuf Nalkesen. son 15 senedir eserlerini icra ederken hangi hislerle yazdığını düşünürüm hep. Bilhassa Hicaz makamında bestelediği bir şarkısı vardır ki, günümüz Türkiye’sine çok uymaktadır. ‘YALAN değil pek kolay olmayacak unutmak seni, Öyle zor öyle zorki seni içimden atmak.’  

Ülkemde öyle yalanlar söylenmekte ki ekranlarda, inanın dinlerken hicap duymaktayım.  Tarihe bir not düşmek adına hangi birinden başlasam, hangi birini dile getirsem diye düşünmekteyim. Cumhuriyet tarihinin en çok demiryolları yapılan dönem olduğunu belirten günümüzün yönetimi, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki çaresizliği, bu günün teknolojisi ile karşılaştıracak kadar zeka yoksunu olduklarını düşünmekteyim.  

1933 yılında yayınlanan Cumhuriyetin ilk 10 yılında Türkiye Cumhuriyeti olarak yapılan sanayi yatırımlarını, son 17 senede bir bir satıp, 5 Tepeye  Saray yapıldığını, Cumhuriyet çocuğu olarak unutmamak ve unutturmamak gerekir.

Türkiyenin yer altı kaynaklarının yabancılara peşkeş çekilmesi, son beş on senenin meselesi değildir. Osmanlı döneminden gelen, tarihi eserlerin yabancılara ‘ Bizde bu taşlardan çok var, götürebilirsiniz ’diye izin veren Sultan I Abdulhamid, ve II Mahmud, kaçırılan Bergama ZEUS tapınağı gibi eserlerin ülkemden çalınmasına izin verenler, Anadolu ya ihanet eden hainlerdir. Bunların uzantıları olan ülkeyi yönetenler, diğer yer altı kaynaklarını, altın madenleri gibi, yabancılara hediye ettiklerini, bir elim kaza sonrası öğrenmiş bulunuyoruz. Yaklaşık 10 milyon metreküp siyanürlü toprağın kayması ile ortaya çıkan ve 9 çalışanı yutan heyelan, yörede yabancılara peşkeş çekilen madende, doğa katliamının nasıl meydana geldiğine şahit olduk. 

İstanbul’a ihanet ettiğini topluma itiraf eden Cumhur, ülkemin yer altı kaynaklarına da nasıl ihanet ettiğini seyrettik. Bir gün gelecek, bu talanın da hesabı sorulacak. Ihanet eden insana ne denir ? HAİN

Felaketin meydana geldiği tarihten 10 gün sonra, olay mahalline giden Çevre Bakanı, kendisine medikal bir müdahale olduğundan geç geldiğini, utanmadan halkın gözünün içine baka baka  YALAN söylemesini, nefretle izledik. Halbuki bu 10 gün içinde iki ayrı şehirde seçim yatırımı olarak, anahtar dağıtım merasimlerine katılmış olmasını izlerken, bu adama nefretim katlandı. 

İstanbul’a ihanet edenler sadece bu şehirle kalmayıp, Anadolu’nun tamamına ihanet ettiklerine bütün kalbimle inanmaktayım. 

Bu kadar YALAN’ın söylendiği ülkemde, insanlar neye inanacağını şaşırmakta. Aklıma Yusuf Nalkesen’in şarkısı gelir, YALAN,  Bazıları için ne kadar kolay YALAN söylemesi, Yalandan kim ölmüş ki , diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.

Doğru söze bayılırım. Hani düşündüğünü hiç süzgeçten geçirmeden olduğu gibi söyleyen insanlar vardır ya, işte en sevdiğim insanlar onlardır. Hatta bazı kadınlar vardır görünümü kibardır, ancak kızdıkları zaman ağzına hangi laf gelirse gelsin, söyleyenlere bayılırım. Çok sevdiğimiz yakın bir dostumuz vardı, yakın tarihte yitirdik, çok kızdığı zaman  erkek gibi küfürlü sözler söylemekten hiç sakınmazdı. Hani o sözleri telaffuz etmesi bile ona çok yakışırdı. Sedef, kızdığı zaman, ben parmaklarımla kulaklarımı kapatırdım, küfürleri duymamak adına. Onunla çarşı pazarda dolaşmak bile cesaret isterdi. Kızdığı esnafa ağzına ne gelirse söylerdi. - metin atamer

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir