SU HAYATTIR
21. Yüzyıla girerken SU, ekolojik denge içinde ekonomik büyümenin ve sürdürülebilir kalkınmanın en önde gelen unsurlarından biri durumuna gelmiştir. Aslında geçmiş hatırlanırsa insanlık tarihinde dönem dönem bazı doğal kaynaklar öne çıkmış ve çağının gelişmelerini etkilemiştir. Örneğin,
19. Yüzyılda KÖMÜR, 20. Yüzyılda PETROL endüstriden ulaşıma kadar toplumlardaki bütün sektörleri etkilemiş, yönlendirmiş ve ayakta durmalarını sağlamıştır. Ancak, günümüzde su bütün dönemlerin önemli doğal kaynaklarından farklı olarak “uluslararası kriz” durumundadır; nüfus artmakta buna karşılık su kaynakları azalmakta ve Gezegenimiz giderek kurak bir dönemi yaşamaktadır. İnsanlar gelecekte su bulamayacaklarının endişesini şimdiden duymaya ve önlemlerini almaya başlamışlardır.
Kömür, petrol, toprak, demir, su hepsi birer doğal kaynaktır fakat suyu diğerlerinden ayıran çok önemli farklar vardır. Örneğin su hareketlidir, insanlığın devamı için vazgeçilmez değerdedir, insan biyolojik yapısı nedeni ile suya muhtaçtır. Su insana evsel kullanım için gereklidir, tarım için, sanayi için gereklidir. Evsel kullanımda yani içmede, yıkanmada ve yemek pişirmede dünyanın her yerinde kişi başına günde en az 100 litre suyu ihtiyaç vardır. İnsanoğlu günde en az bir litre su içmek zorundadır. Bir kişi için günde 100 litre su ise yılda 35 m3 su demektir. Ya da başka bir ifade ile 7 milyar insan için yaklaşık 250 km3 su demektir. (“WATER”, R. Clarke, sayfa:19-20)
Yeryüzünde genel su kullanımı 1940 ile 1980 arasında kırk yılda iki katına çıkmıştır. Yapılan araştırmalar 2000 yılına kadar ise bu kullanımın iki kat daha artacağını göstermektedir. Su kullanımında öngörülen bu artışın üçte ikisi tarımsal kullanıma gidecektir. Buna karşılık dünya nüfusunun %40’ını barındıran 80 ülke şimdiden su kıtlığı çekmektedir. Bu tablo önümüzdeki yüzyılda sulamada, sanayide ve evlerde kullanılan suyla ilgili rekabetin önemli boyutta artacağını göstermektedir.
1970 li yılların enerji krizi 1980 li yıllardan başlayarak yerini su krizine bırakmıştır ve 2000 li yılların ana sorununun da bu kriz olacağı anlaşılmaktadır. Nehir suyuyla ilgili anlaşmazlıklar daha şimdiden pek çok yerde ortaya çıkmıştır. Örneğin; Kuzey Amerika (Rio Grande), Güney Amerika (Rio de la Plata ve Parana), Güney ve Güneydoğu Asya (Mekong ve Ganj), Afrika (Nil) ve Ortadoğu (Şeria, Yarmuk, Asi, Fırat, Dicle)
Günümüzde her üç insandan biri yaklaşık 1 milyar 700 milyon insan gelişmekte olan ülkelerde yaşıyor ve bunlar yeterli sağlık hizmetinden yoksun ayrıca bunların 1 milyarı yeterli ve güvenli su bulamıyor. Her yıl büyük bölümü çocuk olmak üzere yaklaşık 3 milyon insan sağlıksız su kullanımının yolaçtığı hastalıklar nedeni ile ölüyor.
Ülkemiz 21. Yüzyılda yaşanacak uluslararası su krizinin gerçekleşeceği en önemli bölge olan Orta Doğu’da yeralmaktadır ve Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu tarafından 2000 li yıllar için uyarılmıştır.
Türkiye yerüstü ve yeraltı suları açısından bulunduğu bölgenin en zengin ülkesi olarak değerlendirilmektedir. Ülkemizde ortalama yağış miktarı 501 milyar m3 olup bunun 186.1 milyar m3 ü yüzey suyudur yani bu miktardaki yağmur suyu yüzeyde akışa geçebilmektedir. Bu miktarın da %51’i yaklaşık 95 km3 ü ekonomik olarak kullanılabilecek durumdadır. Halen fiili tüketim 26 km3 kadardır. Yeratlı suları ile ülkeye akan sular dahil olmak üzere toplam yenilenebilir su kaynakları yaklaşık 234 milyar m3 tür. Ortalama yıllık yağmur miktarı 640 mm civarında olup 250 ile 3000 mm arasında değişkenlik gösterir.
80’li yılların sonlarında kişi başına kullanım 430 m3 olmuştur.
Türkiye su kaynaklarından henüz yeterince yararlanamamakta, 95 milyar m3 lük yerüstü sularının 26 milyar m3 ünü ve 12 km3 lük yeraltı sularının 5.7 km3 ünü fiilen kullanmaktadır.
Türkiye su kaynakları açısından bölgenin en zengin ülkesi kabul edilse de genel sıralamada fakirlerle zenginler arasında orta düzeyde yer almaktadır.
Türkiye’de su tüketiminin büyük bölümünü toplam su kullanımının %71.2 si olan 32 km3 ile tarım oluşturmaktadır. Ancak asıl sorun hızla artan kentli nüfusun su gereksiniminin nasıl karşılanacağıdır. 21. Yüzyılın başında bu gereksinim 75 milyar m3 e ulaşacaktır.(OECD, “Türkiye’de Çevre Politikaları”, sayfa:43)
DSİ Genel Müdürlüğü verilerine göre ülke genelinde su dağıtımı kentsel ve kırsal alanda ancak %70 oranında yeterlidir.
Bu tablo karşısında su kaynaklarının yönetimi sorunu ülkemiz için çok daha önemli boyutlara ulaşmaktadır.
OECD’nin “Türkiye Çevre Politikaları” isimli Türkiye Raporu, “Su Kaynaklarının Yönetimi” bölümünü şu paragrafla bitirmektedir (sayfa:71):
“Türkiye’nin Güneydoğu Avrupa’da ve Orta Doğu’da stratejik bir konumda bulunması nedeni ile, uluslararası işbirliği, su kaynakları yönetiminin önemli bir unsuru olmak zorundadır. Bu işbirliği, su kaynaklarının adil bir şekilde dağılımı ve uzun dönemde geliştirilmesi dahil, bölge çapında sürdürülebilir bir kalkınma için gereklidir. Bu hedefler, ekonomik ve çevresel bakımdan etkin ve tutarlı talep ve arz yöntemi ile gerçekleştirilebilir. Bu çeşit, uygun bir kaliteye ulaşma amaçlı su kaynakları yönetimi yaklaşımı, bütün ülkelerin ortak bir politika izlemelerini sağlamıştır.”
Bütün bu sıraladıklarımız su kaynaklarının yönetiminin ülkenin ekonomik, sosyal ve politik yapısı ile birlikte ve genel çevre yönetiminin de bir parçası olarak ele alınmasını zorunlu kılmaktadır.(Z. E. KÜRÜM, ADA Dergisi sayı: 95/2 sayfa:66 ) Ülkemizde genel çevre yönetiminin herkesin üzerinde anlaştığı uygun bir yapıya henüz ulaşmadığı gerçeği su kaynaklarımızın yönetsel sorunlarının da süreceğini göstermektedir.
Su kirlenmesi sorunu çok yönlü ve karmaşık olduğundan çözüm için konunun bilimsel, teknolojik, ekonomik, sosyal ve yasal boyutları ile bir bütün olarak ele alınması gerekmektedir.(E. TAMER, ADA Dergisi sayı:95/2 sayfa:68)
YÖNETSEL DURUM
Su kaynaklarımızın geliştirilmesi, kullanıma sunulması ve korunması konularında birçok bakanlık ve kuruluş yetkilidir.
Bu kuruluşlardan Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü ve İller Bankası Türkiye çapında sorumlulukları olan kuruluşlardır. DSİ, kaynak planlama, geliştirme ve su sağlanması ve ülke genelinde su kalitesini izleme konularında görevlidir. İller Bankası ise iller bazında atıksu uzaklaştırılması -kanalizasyon- atıksu arıtımı ve yerel yönetimlere teknik ve mali destek sağlanmasından sorumludur.
Yerel yönetimler de içme ve kullanma suyunun tüketiciye ulaştırılması, kentsel alanlarda su dağıtım şebekelerinin yapım ve bakımı, arıtma tesislerinin işletilmesi, su tarifelerinin tesbiti ile görevlidir.
HUKUKSAL DURUM
Roma Hukukundan başlayarak toprağın üstündeki ve altındaki su hukukun çeşitli dallarının önemli konusunu oluşturmuştur.
Ülkemizde de Mecelleden bugüne su hukuki düzenlemelerin konusudur.
Anayasa:
1982 Anayasasında 168. madde ile “Tabii servetler ve kaynaklar Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Bunların aranması ve işletilmesi hakkı Devlete aittir. Devlet bu hakkını belli bir süre için, gerçek ve tüzel kişilere devredebilir. Hangi tabii servet ve kaynağın arama ve işletmesinin, Devletin gerçek ve tüzel kişilerle ortak olarak veya doğrudan gerçek ve tüzel kişiler eliyle yapılması kanunun açık iznine bağlıdır…” hükmü getirilmiş ve genel düzenlemeye uygun olarak doğal kaynak olan su genelde Devletin hüküm ve tasarrufunda sayılmıştır.
Türk Medeni Kanunu:
TMK 715. maddesi ile yaptığı düzenleme ile suları özel mülkiyet ve özel hukuk konusu olan sular ile genel sular olarak iki bölüme ayırmıştır.
Bu ayırıma göre;
a) Özel mülkiyet ve özel hukuk konusu olan sular:
Bunlar çıktığı arazinin ayrılmaz parçası kabul edilmiş ve arazi malikinin mülkiyetinde olduğu hükme bağlanmıştır. Kaynaklar, gözeler ve bunlara benziyen sular hep bu bölümde değerlendirilmiştir. Bu sular özel mülkiyet konusu kabul edilince de bunlar üzerindeki mülkiyet, irtifak ve kullanım hakları da Medeni Kanun ile düzenlenmiş ve tapu sicili esasına tabi tutulmuştur. Bu sulara malik olmak için toprak mülkiyetinin kazanılması yeterlidir.
b) Genel sular:
Üzerinde özel mülkiyet tesisine yer verilmeyen denizler, akarsular, toprak yüzeyinde akmayan durgun sular, yeraltı suları genel su olarak kabul edilmektedir.
Genel sularda özel mülkiyet söz konusu olamaz. Sahipsiz sular zamanaşımı yoluyla iktisap edilemez veya başka bir ayni hak kazanılamaz.
Medeni Kanunumuzdaki bu düzenlemelere rağmen genel su ile özel su ayırımındaki çizgi net olarak belirtilmemiş, bu konu içtihatlara bırakılmıştır.
Konumuz yeraltı suları olduğu için bu incelememizde sadece yeraltı suları ile ilgili hukuksal düzenlemeler üzerinde duracağız.
YERATLI SULARI VE MEDENİ KANUNUN SİSTEMİ
Medeni Kanunun yeraltı sularına ilişkin doğrudan hüküm içeren maddesi 756. maddedir. Bu maddenin üçüncü ve dördüncü fıkraları ile yeraltı sularının genel ilkesi belirlenmiştir.
Buna göre;
“Yeraltı suları, kamu yararına ait sulardandır. Arza malik olmak , onun altındaki yer altı sularına da malik olmak sonucunu doğurmaz.
Arazi maliklerinin yer altı sularından yararlanma biçimi ve ölçüsüne
ilişkin özel kanun hükümleri saklıdır.”
Böylelikle yeraltı sularının genel su statüsünde olduğu açıkça belirtilmiştir. Madde gerekçesinde de; “..yeraltı suları daima menfaati umuma ait sulardır. Bunun özel bir hali yoktur.” İfadesi ile tartışmaya yer bırakılmamıştır. Ancak maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarının bu şekli alma süreci 23.11.1960 tarihinde yapılan değişiklikle başlamıştır. Değişiklikten önce yeraltı suları da kaynaklarla aynı şekilde, bulundukları toprağın mülkiyetine tabi kılınarak özel sulardan sayılmış idi. Yeraltı suyunun üst düzeyinin yer yüzeyini doğal akış sonucu kestiği yer olarak tanımlanan kaynak (İnsanların etkisi ile yeryüzüne çıkarılan sular kaynak olamaz.) Medeni Kanunun 718. maddesinin ikinci fıkrasına göre arzın ayrılmaz bir parçasıdır ve arz kiminse kaynağın mülkiyeti de ona aittir.(“SULAR HUKUKU”, E.DOĞRUSÖZ, sayfa:40)
Kaynaklarla ilgili bu düzenleme günümüzde çevre hukukunun yaklaşımlarına ve teknik gelişmelere uygun düşmemektedir. Yeraltı sularının ayrılmaz bir parçası olan kaynaklar özel su olarak kabul edilemez. Kaynaklar özel su olarak kabul edilince 756. maddenin ikinci fıkrası gereğince tapu siciline yazımı zorunlu olmaktadır. Ancak yeraltı suyu ile kaynağın birbirinden ayrılmasının hemen hemen olanaksızlığı çoğu zaman genel su olduğu halde tapu siciline özel su olarak tescil sonucunu doğurmaktadır. Medeni Kanunun 715. maddesi kapsamında Devletin hüküm ve tasarrufunda bulunan suların tapu sicilinde özel mülkiyet konusu olarak gösterilmesi Medeni Kanunun sistemine ve genel su ilkelerine aykırıdır.(DOĞRUSÖZ, sayfa: 48-49) Kaynak üzerinde mülkiyet hakkının değil kullanma hakkının varlığını kabul etmek gerekir. (DOĞRUSÖZ, sayfa: 50)
23.12.1960 tarihinde 167 sayılı Yeraltı Suları Kanunu yürürlüğe girmiştir. Özel kanun niteliğindeki bu kanun karşısında Medeni Kanunun genel hükümleri sadece koruma tedbirlerini içeren maddeleri ile uygulanabilecektir. Çünkü 167 sayılı yasa yeraltı sularına verilecek zararlar karşısında koruma tedbirlerini içermemektedir. Böyle bir durumda; yeraltı suyundan yararlanan kimse zararlı eylemlere karşı Medeni Kanunun 757 ve 758. maddelerinden yararlanarak yasal yollara başvurabilecektir.(DOĞRUSÖZ, sayfa: 48)
YERALTI SULARI HAKKINDA KANUN
Yeraltı suyunu; “Yeraltındaki durgun veya hareket halinde olan bütün sulardır.” şeklinde tanımlayan 167 sayılı Yeraltı Suları Hakkında Kanun l. maddesi ile de yeraltı sularının genel sulardan olup Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğunu belirtmektedir. Böylelikle kişilerin bu sular üzerinde sadece kullanma hakları vardır.
Yeraltı sularının Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğunu düzenleyen Yasa bu yetkinin Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından kullanılacağını da düzenlemiştir. Yeraltı suyu işletme alanlarını belirlemek, kuyu adedini belirleyip kuyu açmak ve açtırmak, faydalı ihtiyaç miktarını belirlemek, bunlarla ilgili kamulaştırmalarda bulunmak gibi bir çok yetki bu Yasa ile Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğüne verilmiştir.
İlan edilmiş yeraltı suyu işletme sahaları ile belge alınması zorunlu derinlikteki kazı ve kuyular dışında, Yasanın 5. maddesine göre toprağında yeraltı suyu aramak ve suyu bulduktan sonra kullanmak hakkına sahip olan toprak sahibinin açtığı kuyuda bulduğu suyun ancak kendi faydalı ihtiyaçlarına yetecek miktarını kullanmaya yetkisi vardır. Bu durum yasanın “İHTİYAÇ İLKESİ” olarak isimlendirilmektedir.
Toprağında faydalı ihtiyacına yeter miktarda su bulunmayan veya bu suyu elde etmek için fahiş masraf yapmaya mecbur kalan kimse komşu toprakta işletilen bir yeraltı suyu varsa kullanma belgesi almak, suyu kullananın zararını gidermek, tesis masraflarının amorti edilmemiş masrafına kullanacağı su oranında katılmak koşullarıyla komşunun yeter ihtiyacından fazlasını kullanabilir. Yasanın 6. maddesi ile düzenlenen bu komşuluk hakkı sadece bitişik toprak sahibine değil o yeratlı suyundan beslenen tüm toprak sahiplerine tanınmaktadır. Yeraltı suyundan yararlanan ikinci kuyu sahibinin birinci kuyu sahibinin ihtiyacı kadarki suya engel olmaması koşulu da “ÖNCELİK İLKESİ” olarak isimlendirilmektedir.
167 sayılı Yeraltı Suları Hakkında Kanunun uygulanmasına ilişkin Yeraltı Suları Tüzüğü 8.8.1961 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu Tüzük uygulama ile ilgili bir çok konuya açıklık getirmiş, Yasada olmayan yeraltı sularının arama ve kullanma sırasında ortaya çıkacak kirlenme ve kayıplardan korunması konusunu da 14. maddesi ile düzenlemiş, Yasanın 18. maddesinde yer alan cezai hükümlerin koruma kurallarına aykırı davrananlara da uygulanacağını belirtmiştir.
SU KİRLİLİĞİ KONTROLÜ YÖNETMELİĞİ
4.9.1988 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği de yeraltı suları ile ilgili düzenlemeler getirmektedir.
Yönetmeliğin amacı; ülkenin yeraltı ve yerüstü su kaynakları potansiyelinin her türlü kullanım amacıyla korunmasını, en iyi bir biçimde kullanımının sağlanmasını ve su kirlenmesinin önlenmesini ekonomik ve sosyal kalkınma hedefleriyle uyumlu bir şekilde gerçekleştirmek üzere, su kirliliğinin kontrolü esaslarının belirlenmesi için hukuki ve teknik esasları ortaya koymaktır.
Bu Yönetmelikte yeraltı suları için daha değişik bir tanım yapılmış ve “yeraltı suları” kavramının “toprak yüzeyinin altında, zemin boşluklarının su ile dolu bulunduğu bölgedeki suyu” ifade ettiği belirtilmiştir.
Yönetmelik ayrıca diğer sular için yaptığı gibi yeraltı sularının da kullanım amaçlarına göre kalite sınıflandırması yapılmasını ve bu kalite kriterleri çerçevesinde su kirliliğinin en yoğun olduğu bölgelerin saptanarak alınacak tedbirlerin ve önceliklerin belirlenmesi ilkesini esas almıştır.
Bu ilke kapsamında yeraltı suları yüksek, orta ve düşük kaliteli olmak üzere üç sınıfa ayrılmıştır.
Yüksek kaliteli yeraltı suları, içme suyunda ve gıda sanayinde kullanılabilen yeraltı sularını,
Orta kaliteli yeraltı suları, bir arıtma işleminden sonra içme suyu olarak kullanılabilecek yeraltı sularını,
Düşük kaliteli yeraltı suları, diğer iki sınıftan daha düşük özellik taşıyan ve kullanım yerleri ekonomik, teknolojik ve sağlık açısından sağlanabilecek arıtma derecesi ile belli olabilecek yeraltı sularını ifade etmektedir.
Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği 22. maddesi ile yeraltı sularının korunmasına ilişkin esaslar getirmiş ve kirletme yasaklarını belirlemiştir.
Bu madde genel olarak; “Yeraltı suyu hangi sınıftan olursa olsun, kalitesinde meydana gelen değişiklik ve bozulmalarda, kirletici kaynak belirlenir ve kirleticilere cezai müeyyide uygulanır.” anlayışını içermektedir.
22. madde, yeraltı suyu korunmasına ilişkin özel planlama esasları getirilmesini de istemektedir. Bu özel planlama esasları getirilene kadar da kendi yaptığı düzenlemelerin uygulanarak yükümlüklerin yerine getirilmesini istemiştir. Bu maddede yeraltı suları için istenilen “özel planlama”, 16 maddede içme ve kullanma suyu rezervuarlarının ve benzeri su kaynaklarının korunmasında her kaynak için “özel hükümler getirilmesi” isteği ile aynı doğrultudadır.
22. maddenin özel planlama esasları getirilene kadar uygulanmasını istediği düzenlemelerin bir kısmı şöyle özetlenebilir:
nDeniz kıyısı bölgelerinde emniyetli çekim değerinin aşılması ile tuzlu su girişi sağlayarak yeraltı suyunun kalitesini bozacak kaçak kuyuların kapatılacağı ve yapanların cezalandırılacağı belirtilmiştir.
nKalıcı nitelikteki kirleticilerin uzun süreler sonunda kuyu ve drenlerden ortaya çıkması muhtemel olduğundan “Tehlikeli ve Zararlı Maddeler Tebliği”nde adı geçen ve hiçbir şekilde çevresel ortamlara verilemeyeceği belirtilen maddeleri kullanan faaliyetler yasaklanmıştır.
nBirinci ve ikinci sınıf kalitede oldukları belirlenen ve toplu içme suyu temini amacıyla kullanılan yeraltı sularına, 50 metreden daha yakın mesafelerde hiçbir yapıya, katı ve sıvı atık boşaltımına ve geçişe izin verilemez.
nAtıksularla veya yağmur suları ile çözülerek yeraltı suyuna taşınabilecek nitelikteki maddelerin yeraltı suyu beslenme havzası içerisinde zeminde doğrudan depolanamayacağı belirtilmiştir.
nYeraltı suyu besleme havzası içinde kalan ve yeraltı suyu alınan alanlardan kum temin etmek amacı ile kazı yapılması yasaklanmıştır.
Yönetmeliğin yasaklayıcı hükümlerine rağmen; uygulamada bu tür kullanımların önüne geçilememekte ve önemli kirlenme sorunları ile karşı karşıya kalınmaktadır.
Bunun önde gelen nedenleri; yatırım aşamasındaki çevre bilincinin ülkemizde istenilen düzeye ulaşmamış olması, ekonomik kalkınma hedeflerini gerçekleştirmenin doğal kaynaklara tercih edilmesi, yeraltı sularının bulunduğu bölgelerin genelde iki veya daha fazla yerel yönetimin sınırları içinde olması, atıksu altyapı tesislerinin bulunmaması ve bu konuya para ayırmanın hala gereksiz maliyet olarak görülmesi ve politik kaygılarla çevre korumacılığın göz ardı edilmesidir.(E. TAMER, ADA sayfa:69)
YERALTI SULARININ KORUNMASINDA YAPTIRIM TÜRLERİ:
1. Kuruluş veya işletme izni verilmemesi yaptırımı:
Genel olarak sözünü ettiğimiz yeraltı sularının ve su kaynaklarının korunması için yapılan yasal düzenlemeler arazi kullanımı ve üretim faaliyeti sırasında uyulması gereken koşullarla ilgili çeşitli kuralları içermektedir. Daha başlangıçta faaliyetin bu kurallara uygunluğunun kanıtlanması, çevresel etki değerlendirmesinin yapılması ve bundan sonra kuruluş ve işletme izinlerinin verilmesi gerekir.
Konulan kurallara uygunluğu sağlamada en etkin yaptırım, bu kurallara aykırı tesis ve işletmelerin, daha baştan, kurulmasına izin vermemektir. Bir kere izin verilip faaliyet başlatılırsa daha sonra durdurmak zor olduğu gibi çevreye verilen zarar giderilememektedir.
2. İşletme faaliyetinin geçici ya da süreli olarak durdurulması yaptırımı:
Gerekli koşulları taşıdığı için faaliyete geçmesine izin verilmiş bir hizmet veya üretim tesisinde bir süre sonra çeşitli nedenlerle sakıncalı durumlar ortaya çıkabilir. Sakıncalı durum giderilinceye kadar faaliyetin durdurulması gerekir. Ortaya çıkan zararın boyutları sakıncalı durumun giderilemeyeceğini gösteriyorsa faaliyet süresiz de durdurulabilir.
Çevre Kanunu ve ilgili yönetmeliklerdeki yasaklara uyulmaması ve yükümlülüklerin yerine getirilmemesi durumunda en büyük mülki amir tarafından verilecek süreye karşın aykırılığın devam ettirilmesi durumunda ihlal edilen kuralın niteliğine göre işletme faaliyeti kısmen veya bütünüyle, Çevre Denetim Yönetmeliği kapsamında süreli ya da süresiz olarak durdurulur.
3. Ceza türündeki yaptırımlar:
Çevrenin korunması amacıyla uygulanan cezalar genelde para cezalarıdır. Bu cezaların kesilmesinde genelde yetki mahallin en büyük mülki amirine verilmiştir. Para cezalarının etkili olabilmesi enflasyon karşısında aşınmamasına bağlıdır. Bu alanda özellikle su kaynaklarının korunması amacıyla hürriyeti bağlayıcı ceza uygulanması çok yaygın değildir. 5237 sayılı Yeni Türk Ceza Kanunu 181, 182, 183 ve 184. maddelerinde “Çevreye Karşı Suçlar”ı düzenleyip, çevrenin kasten ya da taksirle kirletilmesini altı aydan beş yıla kadar çeşitli hapis cezaları getirmesine kadar sadece genel hükümlere göre hürriyeti bağlayıcı ceza söz konusu olabiliyordu. Örneğin 765 sayılı eski TCK 394. maddesi kapsamında zehirli atıklarını bir su kaynağına boşaltarak umumun sıhhatini tehlikeye düşüren bir işletmenin sorumlusu hapis cezası ile cezalandırılabiliyordu.(R. ERİM, İSKİ, sayfa:439)
Her ne kadar Yeni Türk Ceza Kanunu ile getirilen bu düzenlemenin 181. ve 182. maddelerinin yürürlüğe girişi iki yıl ertelenmiş ise de çevreye karşı suçların ayrı bir bölüm olarak düzenlenip tanımlanması önemli bir aşamadır.
Ayrıca yukarıda belirttiğimiz 394. madde yeni yasada 185. madde olarak korunmuştur. İçilecek nitelikteki bir yer altı suyuna zehir katarak veya başka suretle bunları bozarak kişilerin hayatını ve sağlığını tehlikeye düşüren kimseye iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası verilebilecektir.
SONUÇ:
Her alanda olduğu gibi, yeraltı sularının korunmasında da asıl sorun hukuksal düzenlemeleri yapmak değil bunları etkinlikle uygulayabilmek, bu etkin uygulamayı isteyecek genel bilinci sade vatandaştan kamu görevlisine ve sanayiciye kadar oluşturmaktır.
Böyle bir bilincin oluşabilmesi de su kaynakları yönetiminin ülkenin ekonomik, sosyal ve politik yapısı ile birlikte ve genel çevre yönetiminin bir parçası olarak ele alınmasına bağlıdır.
Su kaynaklarının yönetiminde olayı su toplama havzası boyutunda değerlendirmek gerekir.(Z. E. KÜRÜM, ADA sayfa:66)
Ülkemizde suyun nitelik ve niceliğinin birbirinden ayrılmaz olduğunun bilincinde olarak su kaynaklarının envanterini yapan ve bunu yöneten bir kuruluşa gereksinim vardır.
Evrensel standartlarda bir su sektörü oluşturmalıyız.(Z.E. KÜRÜM, ADA sayfa:67)
Unutulmamalıdır ki su, hava ve toprak gibi vazgeçilemez doğal kaynak, temel yaşam sistemimizdir.
Korumak, iyileştirmekten daha kolay ve ucuzdur.
KAYNAKLAR
1. CLARKE, Robin “Water: Internatıonal Crisis” (The MIT Press, Cambridge, Massachusetts, 1993)
2. OECD, “Türkiye’de Çevre Politikaları” (Paris, 1992)
3. KÜRÜM, Zafer Ergin “Su Kaynakları Yönetimi ve Yerel Yönetimlere Sorular” (Ada Kentliyim Dergisi sayı:1995/2 sayfa: 66-67, Ankara 1995)
4. TAMER, Emine “Su Havzaları Nasıl Kullanılmalı?” (Ada Kentliyim Dergisi sayı:1995/2 sayfa: 68-69, Ankara 1995)
5. DOĞRUSÖZ, M. Edip “Sular Hukuku” (Yetkin Yayınları, Ankara 1997)
6. ERİM, Refet “Su Kaynaklarının Korunmasında Tüzel Düzenlemeler” (Su Toplama Havzalarını Koruma Stratejileri Uluslararası Sempozyumu, 4-6 Kasım 1991, İSKİ, İstanbul 1991 sayfa: 439-444)
Yazıları posta kutunda oku